Emrullah BEYTAR

Emrullah BEYTAR

Said Nursi’nin adalet anlayışı (2)

Said Nursî, adalet-i izafiyeyi şöyle tanımlar: “bir toplumun veya devletin beka ve selameti için bireyin hukuku ihlal edebilir, çiğnenebilir”. Bu adalet tanımlamasından yola çıkılarak bireylerin haklarının ihlal edilmesini meşru gören ve bundan dolayı bireyin hak ve özgürlüklerini askıya alan yönetimler geçmişte olduğu gibi bugün de varlıklarını sürdürmektedir. Bu adalet anlayışının Kur’an’ın emrettiği adalet anlayışla bağdaşmadığının altını çizmiş ve takipçilerine “adalet-i mahza”nın savunucuları olması gerektikleri noktasında uyarılarda bulunmuştur.

 

Bediüzzaman’ın yaptığı diğer bir adalet çeşitlemesi ise adalet-i mahz’dır. Divan-ı Harb’de yargılandığı sırada kendisine yöneltilen “sen de şeriatı istemişsin?” sorusuna karşılık Bediüzzaman’ın “şeriatın bir hakikatine bin ruhum dahi olsa feda etmeye hazırım; zira şeriat, adalet-i mahz ve fazilettir” mealindeki cevabından da anlaşılacağı gibi Kur’an’ın emrettiği adaletin, adalet-i mahz olduğuna kanidir. Adalet-i mahz’da “devletin ve toplumun beka ve selameti için bireyin rızası alınmadan, bireyin hakkı ihlal edilemeyeceği gibi askıya da alınamaz” der.

 

Said Nursî, adalet-i izafiye ve adalet-i mahza ikileminde esas olması gereken ve uygulanması gereken adaletin, adalet-i mahza olması gerektiği ve Hz. Ali ve Hz. Ayşe arasındaki ihtilafta Hz. Ali ‘nin adalet-i mahzaya uygun hareket ettiğini söylemektedir.

 

Bediüzzaman Said Nursî, 14 Mart 1909’da dönemin mebuslarına hitap ederken, farklılığı içinde barındıran Osmanlı toplumunu daha çok birbirine bağlayacak olan ana etkenin merhametli olan adalet-i mahza’nın hükümferma olmasıyla mümkün olabileceği vurgusunu yaparken de, bu adaletin, herkesi memnun edebilecek bir adalet olduğu iddiasında bulunuyordu. O, ideal adalet anlayışının adalet-i mahza olması gerektiği vurgusu yaptıktan sonra bu adalet anlayışının kainatın her yerinde hükümferma olamayacağı uyarısını da yapmaktan da kaçınmamıştır. Buna göre “Ehven-i şerri tercih etmek bir adalet-i izafiyedir” yani iki kötünün arasında en az kötüsünü seçmenin, adalet-i izafiye olduğunu belirtmiş, iki kötüden birini seçmek zorunda kalmamız halinde de adaletli davranmamız gerektiğini vurgulamıştır.

 

Bediüzzaman, ancak eşitlik üzerinde bina edilen bir adaletin adalet olabileceğini aksi takdirde adaletten ziyade burada zulmün fışkıracağını “müsavatsız adalet adalet değildir” veciz sözüyle belirtmiştir. Bugün devletlerin yargı mekanizmalarında görülen aksaklıklar, adil kararların verilmesinde büyük bir engel teşkil etmektedir. Bir devlet veya toplumda yetki sahibi her yönetici eğer eylem ve işlemlerinde eşitliğe dayalı bir adalet tesis edemiyorsa o toplumda şiddet, terör ve anarşinin baş göstermesi için uygun zeminin var olduğu anlamına gelmektedir. Sosyal bilimciler, günümüz dünyasında şiddeti meşru gören marjınal grupların ortaya çıkması, toplumsal hayatta adaletin eşit bir şekilde dağıtılmamasından kaynaklandığını dile getirmektedir.

 

Said Nursî, “İslam’da hükümferma olanın hak ve adalet olduğu, dinin hissiyatı tadil ve tahdit ettiği”ni zikrederken eşitliğe dayalı bir adalet anlayışının, ancak hissiyatların sınırlandırılması veya bu duygunun tamamen saf dışı bırakılmasıyla mümkün olabileceği anlaşılmaktadır. Risale-i Nurun dört esasından biri olan ‘şefkat’i ‘zülüm ve zarar etmemektir’ şeklinde tanımlayarak Müslümanların ve bilhassa nur talebelerinin asla adaletsizlikte bulunmamaları gerektiği vurgusunu yapmıştır. Zaten Kur’an’ın dört ana kavramdan biri de adalet olduğunu daha önce zikretmiştik.

 

“Birisinin hatasıyla, başkası veya akrabası hatakar olamaz; cezaya müstahak olamaz, olan düstur-u irade-i ilahiyeye karşı bu zamanda “Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür” tarafsızlık hissiyle, bir caninin hatasıyla değil yalnız akrabasına, belki taraftarlarına dahi adavet eder. Elinde hüküm varsa, bir adamın hatasıyla bir kişiye bomba atar. Halbuki bir masumun hakkı, yüz cani için feda edilmez. O canilerin yüzünden o masuma zulmedilmez. Şimdiki vaziyet, yüz masumu bir kaç cani için zararlara sokar” diyerek hayatımızın her alanında adaleti gözetip muamele etmemiz gerektiğini vurgulamış, “Zulmedenlere meyletmeyin, sonra size de ateş dokunur” ilahi ikaza dikkat çekmiştir.

 

Durum böyle olmasına rağmen aileden tutun bir ırka mensup bireylerden birisinin yapmış olduğu bir hatadan dolayı bütün aileyi veya o ırk mensuplarını sorumlu tutmak, onları suçlayıcı bir dil kullanmak ilahi adalete aykırı olduğu Nursi’nin bu sözlerinden anlamak mümkündür. İlahi adaletin ilkelerini bir kenara bırakıp resmi ideolojinin dayattığı ilkeleri kullanarak masum insanları suçlamak ateşin bize dokunmasına sebep olacağı da bir başka gerçektir.

 

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.