Zeybeğin ölümü

Necip Fazıl Kısakürek bu şiiri Menderes‘in ölümü üzerine yazmıştır. Ünlü şair asılan bir başbakana üzüntüsünü ifade eder.

Zeybeğimi, birkaç kızan, vurdular;
Çukurda üstüne taş doldurdular.
Bir de, ya kalkarsa diye kurdular...
Zeybeğim, zeybeğim, ne oldu sana?
Allah deyip, şöyle bir doğrulsana!

Zeybeğim, kalkamaz, dirilemez mi?
Odası mühürlü, girilemez mi?
Şu ters akan sular çevrilemez mi?
Ne günedek böyle gider bu devran?
Zeybeğim, bir sel ol, bir çığ ol, davran!

Kır at zincirlenmiş, ufuk sahipsiz...
Han kayıp, hancı yok, konuk sahipsiz...
Baş köşede sırma koltuk sahipsiz...
Kızanlar, dört yandan, hep abandınız!
Zeybeğin kanına ekmek bandınız!

Bilemem, susarak ölmek mi hüner?
Lisan çıldırıyor, dil nasıl döner?
Ondan son iz, uzak, uzak bir fener...
Öldü mü? Çatlarım yine inanmam!
Gizliye yanarım, ölüye yanmam!

Zeybek kaybolduysa bunca kayıp ne?
Tesbihi dökülmüş, aranır nine;
Balonu yok, ağlar çocuk haline...
Zeybeğim, dünyayı aldın götürdün!
Bir öldün de, beni binbir öldürdün!

Beyni tırmık tırmık, pençelere sor!
Mevsim niçin ölgün, bahçelere sor!
Sor; çukuru nerde, serçelere sor!
Ağla, bir dinmeyen hasretle ağla;
Zeybeksiz yolları gözetle, ağla!

1964

***

Bu millet asil millettir, yedisinden yetmişine er olan millettir. İmam cami minaresinden “Ey Ümmet-i Muhammed Çanakkale’de yedi düvelle savaşıyoruz, koca imparatorluktan elimizde kalan bu vatan topraklarına da göz dikmiş elin gavuru, eli silah tutan herkes yarın köy meydanında sırtında heybesinde biraz azık ile yola çıksın birlikte Çanakkale’ye gitsinler. Bu topraklar bize şehid kanlarından hatıradır, yine şehit kanları ile ilelebed devam edecektir, böyle biline. Bu ses Nebiyyi Zişanın sesidir. “Köylüler gece çocuklarını hazırladılar, sabah erkenden köyden ayrılırken ne tablolar yaşandı, nişanlı kızlar, yaşlı nineler torunlarına sarıldılar, ağlaştılar, “git oğul vatan sağolsun, bu hürriyet rüzgarı seninle dalgalanır“ dediler. Giderken geri dönüp baktılar, ağladılar. Mehmetler gittiler ve dönmediler, yedi kat semanın tabakalarında karşılandılar.

Bu millet savaşa koşar ölür, isimsiz, sandığa koşar kendini idare edeni seçer, birileri bunları görmez, sandığı aşağılar bir Başbakanı asar. Bir hükümdarı bileklerini keserek intihar süsü ile harcarlar. Halkın seçtiği insanları küçük bahanelerle yerlerinden ederler. Aradan yüz elli sene geçmiş hala demokrasiye inanmayan, seçimi, sandığı gereksiz gören, seçilenleri her fırsatta al aşağı eden adamlardır. Yirmili yıllarda halk nedir? diye sorulan bir soruya devrin ileri gelen CHP’de başkanlık yapmış bir şahıs “Kara kasketliler” olarak tavsif etmiştir. Bu millet ölmek için koşar, işte o kadar. Hala demokrasiye inanmayan halkı küçümseyen halkın seçtiği bir devlet adamını Menderes’in akibeti ile tehdid eden adamlar var, hem çok var. Bir cumhurbaşkanı, cenazelerin altına girer kabre uğurlar, Kur’an’dan sureler okur, bunlar birilerine batıyor, ne yapalım batsın, görelim Mevla neyler neylerse güzel eyler.

***

Bu hikaye de savaşa gönderilen Hasan’ın hikayesi.

Giderler ve bu topraklar için toprağa düşerler, ama gökten ecdad inse onları alnından öper.

Sanki sadece birilerine hürriyet temini için mukaddes kavramlarla savaşa itilenler, ama olsun, sen öl el ne derse desin.

Kınalı Hasan

Bunlardan birisi Çanakkale’de şehit olan askerlerimizden Yozgatlı Hasan’la ilgili. Yozgatlı Hasan’ın lakabı da “Kınalı Hasan” olmuş Çanakkale’de.

Hasan, Yozgat ilinin Sorgun kazasına bağlı Kara Yakuplar köyünden… Daha bıyıkları terlememiş bu delikanlı, kendisi gibi gencecik arkadaşları ile beraber yayan yapıldak yürüyerek Yozgat’tan çıkıp Çanakkale’ye ulaşmışlar. Burada 64. Piyade Alayı, 1. Tabur, 2. Bölüğe intisap edip çakı gibi Mehmetçik olmuşlar. Zaten taburlar, alaylar Çanakkale’de eriyip bittiği için cepheye gelen gönüllülere şiddetle ihtiyaç vardır.

İkinci bölüğün komutanı Yüzbaşı Sırrı Bey, askerlerini savaşa hazırlamak için onların talimlerinden boş kalan istirahat anlarında onlarla tanışıp konuşmaya başlardı. Böyle bir vakitte Yüzbaşı Sırrı Bey, Yozgatlı Hasan’la da tanıştı. Hasan’ın başındaki kına Sırrı Bey’in dikkatini çekti. Cepheye gelen askerlerin sağ ellerinde, sağ elinin üç parmağında ya da sağ ayağının parmaklarında kına görmeye alışıktı Sırrı Bey ama baştaki kınayı ilk defa görüyordu. Hasan’a bunun mânâsının ne olduğunu sorduğunda Hasan utandı, üzüldü ve dedi ki komutanına:

-Komutanım, buraya geleceğim vakit anam yaktı bu kınayı. Ben de niye diye sormadım.

Sırrı Bey:

-Öyleyse bir mektup yaz da sor bakalım, biz de öğrenmiş olalım.

Hasan:

-Ben yazı yazmasını bilmem ki komutanım.

Sırrı Bey:

-Öyleyse sen söyle bölük yazıcısı yazsın köyüne, bakalım ne cevap gelecek?

Hasan:

-Baş üstüne komutanım.

Bir istirahat anında bölük yazıcısı Hasan’ın yanına gelir. Hasan söyler, o yazar. Selam kelamdan sonra Hasan, bulunduğu yerin güzelliğinden, çiçeklerin kokusundan, arkadaşlarının dostluğundan, komutanının tatlı dilinden bahsettikten sonra, konuyu kınaya getirir.

-Anacığım, kumandanım saçımdaki kınayı sordu, ben bilemedim. Arkadaşlarımın arasında mahcup oldum. Kardeşlerimi askere gönderirken sakın onların saçlarını kınalama. Onlar benim gibi mahcup olmasınlar. Kınanın bir mânâsı varsa bildir de kumandanıma söyleyeyim.

Mektup Yozgat yollarına çıkar. Cevap gelir mi gelmez mi, anasına ulaşsa okur mu, okutur mu belli değil. Lakin Çanakkale’de sırtlan gibi saldıran düşmana karşı koymak lazım geldiği için ihtiyat kuvvetlerinin fazla bekleyecek zamanı yoktur. 2. Bölük de savaşın en çetin alanlarında görev yapar. Bu öyle bir harptir ki, dünyada eşi benzeri olmayan bir vahşet yaşanmaktadır. Anadolu’nun kınalı koç yiğitleri, ellerindeki kıt imkanlarla, adeta etten bir duvar örüp düşmana geçit vermeden namusları için, vatan için vuruşmaya başlamışlardır. Bu ateş cehenneminde nice kınalı koç yiğitlerimiz, körpecik delikanlılarımız şehit olmakta, Avrupalının kan içen canavar makineleri, gemileri, topları Gelibolu’yu bir kan gölüne çevirmektedir.

Aradan iki ay geçmiştir. Bir gün Yüzbaşı Sırrı Bey’in bölük karargahına birkaç mektup ulaşmıştır. Yozgat’ın Sorgun İlçesi Kara Yakuplar köyünün köy katibi mektubu Hasan’ın anasına ulaştırmış ve anasının söylediklerini de yazıp cepheye yollamış. Mektup da anası şunları yazmış:

“Yavrum, Hasanım, Kınalı Kuzum,

Mektubun geldi, sanki dünyalar benim oldu. Köy katibi okudu, ben ağladım. Kumandanını pek sevmişsin, ne güzel! O senin babının yarısıdır. Sakın ola yavrum kumandanının emrinden çıkma, önünden aykırı geçme. Ateşe bas dese basasın yavrum. Kars’tan, Siirt’ten, Adana’dan, Uşak’tan arkadaşların olmuş. Birbirinizi çok sevip iyi geçinirmişsiniz. Elbette öylesi yakışır yavrum. Onlar senin dünya ahret hakiki kardeşlerindir. Sakın onları incitme yavrum. Südümü sana helal etmem. Kumandanın saçındaki kınayı sormuş. Bunda bilmeyecek ne varmış ki yavrum? Bizim burada Allah için kurban seçilen koçların başını kına ile süslerler. Ben de dört kardeşin içerisinde en çok seni sevdiğim için seni Hz. İsmail’e kardeş seçtim. O da kurban edilmek istendiğinde kınalanmamış mıydı? Yavrum, kıyamet günü, mahşer yerinde, o kına senin işaretin olacak, o kalabalıkta seni kolayca bulacağım. Aha işte benim kınalı kuzum da burada deyip seni bağrına basacağım.
Anan Hatçe”

Sırrı Bey, iki gözü iki çeşme mektubu okur. Sonra posta erini çağırır.

-Şu Yozgatlı Kınalı Hasan’ı bulun bakalım. Mektubunu ona ben okuyacağım, onun okuması yoktu.

Çok geçmez posta eri geri döner.

-Kumandanım Hasan bir hafta önce Arıburnu’ndaki şiddetli muharebede Hakk’a yürümüş.

Sırrı Bey, orada göz yaşları içerisinde yana yakıla bağırmaya başlar:

– Bilmeliydim, bilmeliydim. Kurbanların kınalı olması gerek. Bu yiğitlerin hepsi de kınalı… vatana kurban seçilip gönderildiler. Bunların hepsi de kınalı kuzu, hepsi de Hasan gibi… Bilmeliydim, bilmeliydim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum