Denizin dibinde yürüyen balık ve Ahmet Altan

Denizin dibinde balığı yürütmek Ahmet Altan’a ters gelmiş, mizahi bir ciheti var diye düşünmüş.

 

Oysa deniz dibinde yürümekle yeryüzünde yürümek arasında ne fark var. O bir şaka ise yeryüzünde yürümek de bir şaka değil midir?

 

Düşünelim hava denizi ile su denizini her ikisi arasında nasıl bir fark var? Biri H2O iken diğeri sadece O dir. Veya Azot’tur.

 

Havada yüzen kuşlara bedel yerde yürüyen insanlar neyse, denizde yüzen balıklara bedel, deniz dibinde yürüyen balıklar da aynıdır.

 

Yoksa mutlaka herkes yüzecek diye bir kural mı var? Veya herkes uçacak diye bir kaide mi hükmediyor?

 

Aslında Ahmet Altan’ın tavrı tipik insan yaklaşımıdır. Her gün binlerce insan doğar hiçbiri dikkat çekmez ama bir gün bir yerde kazara iki başlı bir insan dünyaya gelse her tarafta haber olur.

 

Bir belgesel izlemiştim Amerika’da bir üretici ürettiği tosbağalar hakkında bilgi veriyordu. “Biz yılda bir milyon tosbağa üretiyoruz, bu işi ticari olarak yapıyoruz, üretim esnasında bizi en çok mutlu eden durum milyonlarca tosbağanın içerisinden birinin iki başlı olarak doğmasıdır. Böyle bir durumla karşılaştığımızda biz bunu bir mükafat olarak görüyoruz” diyordu.

 

Aciptir ki, düzenli ve intizamlı yaratılan milyonlarca tosbağa onlar için bir mana ifade etmezken sistemin dışına çıkmış, hatalı (ki onlar da kasıtlı öyle yaratılıyor haşa hata değildir) denebilecek, deforme bir tosbağa dikkatlerini çekebiliyor. Ve bunu bir mükafat olarak görebiliyor insanoğlu.

 

İlahi düzen o kadar muntazamdır ve hatalı üretim yok denecek kadar az olmasındandır ki, “en latîf ve umumi bir mu’cize-i rahmet olan bütün yavruların hazîne-i gaybdan muntazam iâşelerini âdi görüp, küfran perdesini üstüne çeker. Fakat, intizamdan şüzûz etmiş, kabîlesinden cüdâ olmuş, yalnız olarak gurbete düşmüş, denizin altında olan bir böceğin bir yeşil yaprakla iâşesini görür, ondan tecellî eden lûtuf ve keremle bütün balıkçıları ağlatmak ister.” (Sözler sh. 126)

 

Ahmet Altan’ın bu ifadeye mazhar olduğunu düşünüyorum.

 

Denizin dibindeki “yürüyen balığa” bakıp hayrete düşeceğine kendi vücuduna baksa, yeryüzünde yürümesine yarayan ayaklarına dikkat etse, kendisini hava denizinde kuş gibi uçan değil de yürümeye mahkum bir mahluk olarak (şaka gibi) yaratan yaratıcısını tanısa daha iyi olmaz mı?

 

Yani yeryüzünde yürüyen iki ayaklı bir insan, deniz dibinde yürüyen bir balıktan daha mı az gariptir ki, insana şaşırmıyor da denizin dibindeki balığa şaşırıyor.

 

Aslında ne yeryüzünde ne de denizin dibinde mahlûklar şaka olsun diye yaratılmıyor. Kudret-i İlahiye her yerde her mekanda ve her şartta canlı yaratabileceğinin örneklerini sunuyor.

 

Anlayana…

 

Bir başka hatası:

Mealen “Dinozorlar döneminde yaratılan mahlukların kaba ve çirkin, estetikten yoksun olarak yaratıldığını ama şimdi yaratılanların küçük, güzel ve estetik yaratılmıştır” diyor.

 

Bir karınca küçüktür diye “harikadır” anlamına gelmediği gibi, bir fil büyüktür diye “çirkindir, kötüdür” anlamına da gelmez. Şimdi yaratılanlar estetik ve güzel ama dinazorlar döneminde yaratılanlar, kaba ve çirkin böyle şey olmaz. Zira dinazorlar döneminde hayvanların o kadar iri ve kaba yaratılmasının binlerce hikmetinden sadece biri o canlılar sayesinde oluşturulan petrol yataklarıdır ki, o petrolü bugün kullanıyoruz.

 

Bugünün ihtiyacını bilen biri o zaman onları yaratıp yer altında bekletmiş ve petrole dönüştürerek bizim kullanımımıza sunmuştur.

 

Yani “Evreni yaratan aklın “iyi olmayanı” yok edip sonra yeniden yaptığını düşündüğünüzde “kıyamet” kelimesinin manasını da bir başka türlü yorumlama imkânınız oluyor” şeklindeki bir tespit haza yanlıştır.

 

Cenab-ı Allah güzele ulaşmak için deneme yanılma cihetine gitmez/gitmemiştir. Onun ilmi iradesi ezelden ebede her şeyi kapsadığına göre böyle bir şeye inanmak ve düşünmek onun başta düşünemediğini ama yarattıkça daha güzeli keşfettiğini varsaymak gibi bir yaklaşım söz konusu, bu da –Haşa- O’na eksiklik izafe etmek anlamına gelir. Böyle bir yanlışa düşmekten Allah’a sığınırız.

 

Böyle düşünmek ülfetten kaynaklanıyor. İnsanoğlunun en büyük hatası “ülfeti ilim telakki etmesidir” her gün gördüğü şey normal ama kazara nadir gördüğü şey anormal, hayret verici…

 

İşte, Kur’ân-ı Kerîmin ilim ve hikmet ve mârifet-i İlâhiye cihetiyle servet ve gınâsı; ve felsefenin ilim ve ibret ve mârifet-i Sâni cihetindeki fakr ve iflâsını gör, ibret al” (Age) ifadesi tam oturmuş.

 

Allah Üstadımızdan razı olsun. Amin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum