
Zeki KAMİLZÂDE
Selanik'ten at beni, Telaviv'den tut beni!
Sokakta iki köpek kavga etse, kemalistler, o köpeklerden 'cami duvarına işemiş olanın' tarafını tutarlar. İki kedi boğuşsa, mescid avlusunda beslenenin değil, meyhane dibinde yemlenenin safında yeralırlar. İki çocuk vuruşsa, mümkünse, ailesi seküler olanın yamacına kayarlar. Aileden ayıramazlarsa da çocuklardan hangisinin 'daha önce namaz kılmamış' olduğuna bakarlar. (Veya Ramazan'da oruç tutmamış olması da geçer akçe sayılabilir.) Yani, kemalistler, rıza-i ilahî ne tarafa yakınsa, o taraftan uzak durmaya meylederler. Söylediğim onlarda genel bir tutumdur. Damarlarına kadar işlemiş bir ahlaktır. Tıynettir. Tabiattır. Onlar tabiatlarında şeytan gibidirler. İblis'le aynı refleksleri gösterirler. Besmele çekseniz işitince kaçarlar-azarlar. İşte, yine bu yüzden, kemalistliğiyle meşhur (y)azarlardan Mine G. de, İran-İsrail savaşına dair şu tiviti atıverdi: "Bilimin imanı yendiğinin resmidir."
Efendim, malum, CHP'nin kurucuları arasında epeyce sabetayist bulunduğunu tarihçiler nicedir dillendiriyorlar. (Said Alpsoy Hoca'nın mevzua dair youtube dersleri var. Meraklılarına tavsiye ederim. Türklüğüyle övünenlere kadar gidiyor iş.) Belki, İsrail'le yaşanan her gerilimde, oraya doğru meyledişlerinin de böyle 'kan çekmesi' tarafı olabilir. Fakat, derinlerdeki şu "Pekmezi kaynatsan olur mu şeker?" gerçeğine rağmen, insan yine de yaşananı yadırgıyor. Zira, kamalcılardaki dünya algısı, giderek sanrıya-şizofreniye dönüşüyor. Öyle olmayan şeyleri öyleymiş gibi görüyorlar. Varolmayanı da var zannediyorlar. Düşünün ki: Netanyahu habire Tevrat'ın en aşırı pasajlarına gönderme yapıyor. İsrail'e ayağını basan her siyasetçi kippasını taktığı gibi ağlama duvarına koşturuluyor. Dua ettiriliyor. Bürokrasisi taassubda birbiriyle yarışıyor. Adamlar hiç de bizim gibi 'kabuğuna küsmüş civciv' değil yani. Hal böyleyken yine de Mine G.'nin Kırıkkanat'ını kendilerinden razı edemiyorlar. Hani eskiler demişler ya: "Şeyh uçmaz. Mürid uçurur." O hesap. Şeyh artık ne yaparsa yapsın sonuç değişmiyor. Erkekse Behzat Ç., kızsa Mine G., illa 'İmansızsın' diyor.
Bu okumayı Amerika düzlemine de taşıyabiliriz. Amerika 'imansız' mıdır? İslam'a göre elbette makbul bir imanları yoktur. Fakat bâtıllarında gayet mutaassıbdırlar. Trump'ın başkanlık törenlerini hatırlayalım. Cüneyt Özdemir'e bile 'dinî taraflarıyla' damak şaklattırmıştı. "Türkiye'de böyle birşey olsa neler neler denirdi?" dedirtmişti. Evet. Yani, ortada, Mine G.'nin hayal ettiği gibi "Bilim imansızlarındır!" durumu yok. "Birisi bilim yapıyorsa illa imansızdır!" diye bir kabule hiç mecbur değiliz. Bilim tarihi okuması yaparsanız da bunu görürsünüz. Aksine, Newton gibi kuyunun başını tutmuş pekçok isim, Batılı olmalarına rağmen, gayet dindardırlar. (O sebepten Newton'un kutsal kitaplardan mistik çıkarımlar yaptığı eserleri mümkün mertebe hasıraltı edilir.)
Gözümün nuru Bediüzzaman da bu hususta der ki:
"Ehl-i bid'a diyorlar ki: 'Bu taassub-u dinî bizi geri bıraktı. Bu asırda yaşamak, taassubu bırakmakla olur. Avrupa taassubu bıraktıktan sonra terakki etti.' Elcevap: Yanlışsınız ve aldanmışsınız! Veya aldatıyorsunuz. Çünkü Avrupa dinine mutaassıptır. Hattâ bir âdi Bulgara veya bir nefer-i İngilize veya bir serseri Fransıza, 'Sarık sar. Sarmazsan hapse atılacaksın' denilse, taassupları muktezasınca diyecek: 'Hapse değil, öldürseniz bile dinime ve milliyetime bu hakareti yapmayacağım.' Hem tarih şahittir ki, ehl-i İslâm ne vakit dinine tam temessük etmişse, o zamana nisbeten terakki etmiş; ne vakit salâbeti terk etmişse, tedennî etmiş. Hıristiyanlık ise bilâkistir. Bu da mühim bir fark-ı esasîden neş'et etmiş." Başka bir yerde şunu da ekliyor efendim: "Mutaassıplara hücum eden Avrupa'nın kâselisleri, herbiri, yüz mutaassıp kadar meslek-i sakîminde mutaassıptır. Bunlardan birisi Shakespeare medhinde ettiği ifratı, şayet bir hoca o ifratı Şeyh Geylânî medhinde etseydi, tekfir olunacaktı. Heyhat! Bunların neresinde millete muhabbet ve millet için hamiyet?"
Yani Mine G. de aslında sandığı gibi büsbütün 'imansız' değil. İmanlı. İmanlı ama dini değişik. Kafası karışık. O kemalizm dinine iman ediyor. Dünyayı da kemalizm itikadıyla ölçüyor-biçiyor. O yüzden, namazlı-abdestli Selçuk Bayraktar abimizin yaptığı İHA'yı-SİHA'yı değil, namazsız-abdestsiz herhangi birinin yaptığı heykeli beğeniyor. Onu 'sanat' sayıyor. Onu 'bilim' görüyor. CHP bu nedenle, Türkiye'de hâkim çizgiyi temsil ettiği yıllar boyunca, 'nal çivisi bile üretememekle' nâm salmıştı. Ve yine bu hikmetle, görece dindarların siyasette belirleyici olduğu son yirmi yılda, savunma sanayiimiz sıçrama yaptı. Türkiye özelinde konuşursak: "İmanlıların tekniği imansızların heykelini dövdü." Tabii ne Mine G.'nin ne de Behzat Ç.'nin bunu kabullenmesi mümkün değil. Onlar, 23 yıldır her seçime "Kesin fark atıp kazanacağız!" havasıyla girip, sonraki dört yılda da halklarından yakınıp duruyorlar.
Yazıyı bitirmeden şu konuya da değinelim muhterem kârîlerim: Müslümanların son birkaç yüzyılda, önceki yüzyıllara kıyasla, Batı karşısında askerî, siyasî veya teknik alanda geriden gelmesi sadece 'iman' ile ilgili bir mesele değildir. Konuyu buraya darlamak kemalistlerin sığlığıdır-hamlığıdır. Batı'nın yaşadığı yükselişte, kıyametin de dahil olduğu hikmet-i ilahîden tutun, sömürgecilik faaliyetlerine kadar, herşeyin bir payı vardır. Yani, Batı, 'insanlığın anasını ağlatarak' kendi yükselişini sağlamıştır. Üstelik anası ağlayan sadece insanlık da değildir. Yerküremizin dengesi/sağlığı tehdit altındadır. Hem biyolojik, hem kimyasal, hem de fiziksel şekillerde... Artık şunu cesaretle sormak gerekir: Bu teknik-siyasi yükseliş acaba dünyaya hayır mı getirmiştir? Yoksa sonunu mu yaklaştırmaktadır? Oppenheimer filmini izleyenler bu soruya elbette finaldeki endişeyle bir cevap verirler. İzlemeyenler de küresel, çevresel veya iklimsel felaketlerin insanlığı götürdüğü yeri sorgulayarak illa doğru yanıta erişeceklerdir.
Şundan da emin olalım: Müslümanlar insaniyet olarak asla Batı'dan geriye düşmediler. Onların ettiği kötülüğü dünyaya etmediler. Onların döktüğü kanı dünyaya dökmediler. (Sadece 2. Dünya Savaşı'nda dökülen kan dünya tarihinde tüm savaşlarda dökülen kanların toplamından fazladır.) Müslümanlar ahlakta Batı'yı her zaman döver. O yüzden gözümün nuru Bediüzzaman yine bir yerde şöyle söyler: "Eğer istersen hayâlinle Nurşin karyesindeki Seydânın meclisine git bak: Orada fukara kıyafetinde melikler, padişahlar ve insan elbisesinde melâikeleri bir sohbet-i kudsiyede göreceksin. Sonra Paris'e git ve en büyük localarına gir, göreceksin ki, akrepler insan libası giymişler ve ifritler adam suretini almışlar..." Teknik-siyasi gerilememizi geri kalan alanlara da teşmil ediyorsak, eyvah, bu bizim hatamızdır. Kemalistlerse mezkûr sanrıyı itikad gibi belleyip Türkiye'ye dayatırlar.
Kelamın sonunu da Bediüzzaman'la bağlayalım:
"Ey arkadaş! Bir zaman bir sâil dedi: 'Madem el-hakku ya'lû haktır. Neden kâfir Müslime, kuvvet hakka galiptir?' Dedim: Dört noktaya bak; bu müşkül de hallolur. Birinci nokta şudur: Her hakkın her vesilesi hak olması lâzım değildir. Öyle de, her bâtılın her vesilesi bâtıl olması yine lâzım değildir. Neticesi şu çıkar: Hak olan bir vesile, bâtıl vesileye galiptir. Dolayısıyla, bir hak bir bâtıla mağlûptur. Muvakkaten, bilvasıta olmuştur. Yoksa bizzat, hem daima değildir. Lâkin âkıbetü'l-âkıbe, her dem yine hakkındır. Kuvvetin bir hakkı var, bir sırr-ı hilkati var. İkinci nokta şudur: Her Müslimin her vasfı Müslim olmak vâcip iken, haricen her dem vaki, sabit değildir. Öyle de, her kâfirin her vasfı kâfir olmak, küfründen neş'et etmek yine lâzım değildir. Her fâsıkın her vasfı fâsık olmak, fıskından neş'et etmek, öyle de, her dem sabit değildir. Demek bir kâfirin Müslim olan bir vasfı, Müslimdeki lâmeşru vasfına galip olur. Bilvasıta, o kâfir dahi ona galiptir. Hem dünyada, hayatın hakkı şamil ve âmmdır. O rahmet-i âmmenin bir cilve-i mânidar, onun bir sırr-ı hikmeti var; küfür mâni değildir..."
Üçüncüyü-dördüncüyü artık internetten aratıp bulursunuz muhterem kârîlerim. Bir yazı için epeyce iktibas yaptık çünkü. Bıktırmayalım. Cenab-ı Hüda'ya duamız o ki: Müslümanlara ittihatlarını, uhuvvetlerini ve izzetlerini tekrardan iade eylesin. Âmin.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.