Zeki KAMİLZÂDE
Enver Aysever'in şifası da Bediüzzaman’da var
Muhterem kârîlerim, Anadolu'da, 'cerbeze sahibi insanlar' hakkında kullanılan bir ifade vardır: "Eşeği boyayıp at diye satar!" denilir. Çok isabetlidir. Hem hakikattir. Ve de yerden göğe haklıdır. Evet. Cerbeze, gözümün nuru Bediüzzaman tarafından da, şöyle tarif edilmiştir: "Kuvve-i akliyenin tefrit mertebesi gabâvettir ki, hiçbir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi cerbezedir ki, hakkı bâtıl, bâtılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekâya malik olur. Vasat mertebesi ise hikmettir ki, hakkı hak bilir, imtisal eder; bâtılı bâtıl bilir, içtinap eder."
Kanaatimce, Enver Aysever de, en az diğer bazı meslektaşları kadar cerbezeye mâliktir. Ki kendisi, tutuklanmasına da neden olan açıklamasında, 'solculuk' hakkında şöyle beyanda bulunmuştur:
"Sağcı olduğunuz zaman ahlaksız olursunuz ya da ahlakınız ahlaksızlık olur. Cumhuriyet'in ahlakını bozan, Menderes'ten bu tarafa gelen, bütün sağcılardır. Sağcılık suçtur. O yüzden gelin, sağcılarla mücadeleye siz de katılın. Sağcılığın herhangi bir kriteri yoktur. Vicdanı yoktur. Din tacirliği yapar. Milliyetçilik tacirliği yapar. Bir vicdanlı insan gördüğünüz zaman, binde bir bile olsa o solcudur biliyor musunuz? O solcudur. Vicdanı olan insan solcudur. Hayvana kıyamaz, ağaca kıyamaz, insanlara kıyamaz, dünyaya kıyamaz. Hayata oradan bakar. Solcu olmak insan olmanın birinci koşuludur. Bunu hiç unutmayın. İster dindar olalım, ister milliyetçi olalım, kendinizi milliyetçi zannedin... hayır! Solcu olduğunuz zaman ancak paraya-pula itimat etmezsiniz."
Tabiî 'balık hafızalılar için' Enver Aysever'in bu sözlerinin bir gideri var. Yani 'yutulabilir lokmalar' içeriyor. Ancak gerek dünya gerek Türkiye özelinde biraz tarih bilincine sahipseniz, hadi bakalım, kafanıza deli sorular doluşuveriyor. Zira tecrübe sahasında solculuğun icraatları hiç de yukarıdaki gibi değil. Hatta bizzat İdris Küçükömer gibi solcular için de Türkiye solculuğu pek matah birşey değildi. Zira sağcılıkta kusur addedilen her ne varsa fazlasıyla solculukta da bulunuyor. Fakat ben burada, İdris Küçükömer yerine, İdris Küçükömer'in Anısına kitabında eski TİP'çilerden Hüseyin Ergün'ün söylediklerini paylaşmak istiyorum:
"Türkiye, çok partili düzene, fukara-geri bir ülke olarak girdi. Türk solu ve entelijansiyası, 1950 seçimlerinden kısa bir süre sonra, iktidardaki partiyi gericilik ve sağcılıkla suçlamaya başladı. Ülkedeki sosyo-ekonomik gelişmeleri de adam zengin etme, rüşvet, kayırmacılık, her mahallede bir milyoner kazanma kavramları ile karşıladı, lanetledi. Durum sonraki yıllarda da değişmedi. Keban yapılırken 'Ne yapacaksınız bu kadar elektrik enerjisini? Toprağa mı vereceksiniz?' dendi. Televizyona karşı çıkıldı. Boğaziçi Köprüsü yerine Zap Suyu'na köprü önerildi. Ereğli Demir Çelik'in yapılması yoksulluklar bağlamında ele alındı. Ortak Pazar'a girişe şiddetle direnildi.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bunlar solun ekonomik gelişme, yani ilerleme karşısındaki tavırları... Özgürlükler bahsine gelince. Türkiye solunun burada da ilkeli bir tutum sergilediği söylenemez. Yassıada duruşmaları karşısındaki tutum, 12 Mart'taki yaklaşımlar vb. pek yüz ağartıcı değil. Ayrıca, sol kendi başına anlamlı bir şekilde iktidar olmadığı için, ne kadar özgürlükçü olduğunu da sınayamadık. Yalnız şu kadarını söyleyebilirim: Solun, en azından bir kesiminin, kesinlikle özgürlükçü olmadığı ve kendisi için hak gördüğünü başkası için pek de hak saymadığını biliyorum.
Eşitlik ve dayanışma, bir başka deyişle, sosyal adalet konusunda da solun kerim devlet anlayışının pek ötesine gittiği söylenemez. Böyle bakınca zaman zaman solun sağa, sağın sola geçtiğini söyleyebiliriz. Burada sağın yeri pek değişmiyor da solun yeri değiştiği için işler karışıyor. Kısacası sol derin bir bunalım içinde. Bu bunalımı aşmak içinse, konumunu tartışması ve ilerleme, özgürlük, eşitlik ve dayanışma bayrağını ele geçirmesi gerekiyor. Bu da bu tür sözleri yineleyerek olmaz."
Evet. Fazilet sözden ibaret değildir. Fazilet pratik ister. Hem eylemin söylemi yalanlamaması gerekir. Halbuki, bizzat 'Tek Parti Dönemi'nden itibaren, solculuğun bu ülkeye mirası 'yıkım' olmuştur. Gerçi kendisi kendisini hiç böyle birşeyle mesul tutmamıştır. Ancak yakın tarih, şükürler olsun ki, 1984'deki gibi 'Gerçek Bakanlığı' tarafından yenilip yutulamamış, baştan yazılamamış, resmi tarihin yalan anlatısına alternatif olarak bir 'millî hafıza' kendisini koruyabilmiştir. O hafızaya göreyse solculuk hiç Enver Aysever'in anlattığı gibi değildir. Şeyh Said Hâdisesi, Dersim Hâdisesi, Menemen Hâdisesi ve daha niceleri... İstiklal Mahkemelerinin eylediği zulümleri burada yazmaya kalksak ciltlerle kitap sahibi oluruz. Yine de yaşanan acıları yeterince tarif etmiş olmayız.
Sağ iktidarlar sütten çıkmış ak kaşık mıdır peki? Elbette değildir. Ancak onların sol iktidarlardan bir önemli farkları vardır. O da, Bediüzzaman Hazretlerinin 1. Meclis'te, yani Türkiye'yi kuran mecliste, yani İstiklal Harbini veren mecliste, beyan buyurduğu birşeye hassasiyet göstermeleridir: "Enbiyanın ekseri Şarkta ve hükemanın ağlebi Garpta gelmesi kader-i ezelînin bir remzidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değil. Şarkı intibaha getirdiniz; fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa, sa'yiniz ya hebâen gider, veya muvakkat, sathî kalır."
Evet. Sağ partiler, en azından, Bediüzzaman'ın "Fıtratına muvafık bir cereyan veriniz!" sözünü dinlemiş gibi, başta 'ezan yasağı' olmak üzere, Cumhuriyetin başında yanlış iliklenmiş birçok düğmeyi tekrar doğru şekilde iliklemeye çalışmışlardır. Tamam. Onlar da kusursuz değillerdir. Zaten, Enver Aysever belki bilmez ama, sünnilerin itikad dünyasında 'peygamberlerden başkası günahsız olamaz.' Yani 'masum imam' gibi hatalar, sünnilerde değil, başkalarında vardır. Ki, bugün de, Cumhuriyeti kuran kadronun yaptığı hataları 'masum imamlarmış gibi' savunan yine onlardır. Erdoğan'ın otoriterliğini çokça tartışma konusu yapan solcular, acaba, Mustafa Kemal'in otoriterliğini tartışmaya açabilirler mi? Bu konuda samimi olabilirler mi? Halbuki Erdoğan, değil zorla şapka giydirmek, mini eteklilerin eteğini çıkarmalarını bile dayatmaz. Üstelik, İstiklal Mahkemeleri marifetiyle, bir kişiyi astığı bile yoktur. Hiçbir bölgeye toplu harekat düzenleyip kadınıyla-çocuğuyla kendi halkına katliam uygulamış da değildir.
Solculuğa dair bu tarz ezberler kavramların Batı'dan gelen tanımları üzerine kuruluyor. Fransız devrimi sırasında Fransız Ulusal Meclisindeki oturma düzenine atıfla anlatılıyor. Yok 'rejim taraftarları' kralın sağında oturuyormuş da... 'Devrim taraftarları' da, aksine, sol yanındaymış falan. O yüzden de şunlara 'sağcı' bunlara da 'solcu' denmiş. Haydi bunu Fransız devrimi adına kabul edelim. İyi de, Türkiye'de kralın sağına-soluna oturanlarla, Fransa'da sağına-soluna oturanlar bir değil ki!
Tek Partinin Yükselişi kitabında Ahmet Demirel'in yaptığı şu alıntıya kulak verelim:
"Meclisin içtima salonu çok mütevazı bir haydeydi. Salona sağ ve soldan iki kapıdan girilirdi. (...) Toplantı salonu şu surette taksim edilmişti: Riyaset kürsüsünün sağ tarafındaki sıralarda muhalifler, sol tarafında muvafıklar ve bu her iki tarafın tam ortasında mutediller otururlardı ki, bazen sağ ve sol birbirine girdiği zaman, ortadaki mutedillerin aracılıkları pek faydalı oluyordu."
Bizzat Kılıç Ali'nin anlatımıyla 1. Meclis'teki sağ-sol vaziyeti böyleydi yani. O zamanlar solcular 'iktidar muhalifleri' değil, bilakis, 'iktidar yanlılarıydı' ve muhatapları sağcılar muhalifleri oluşturuyorlardı. (Lazistan mebusu şehid Ali Şükrü Bey'e selam olsun.) Her ne kadar 2. Meclis ketenperesiyle büyük bir kısmı kazınacak olsa da Cumhuriyet kurulurken vaziyet böyle idi. Solcular tastamam direksiyonu ellerine aldıktan sonra gelinen vaziyeti ise, yine aynı kitaptan, CHP'nin 1943 yılında yayınladığı 'Yirmi Yıl İçinde Cumhuriyet' broşüründen okuyalım:
"(...) Kanaatimizce Partimiz yalnız memleketimize yeni fikirler getirmedi, diğer memleketlerin rejimleriyle iyi mukayeseler yapılırsa, dünya için de yeni bir millet idaresi ve amme hukuku görüşü ortaya koydu. Bunları şöyle hülasa etmek mümkündür:
1. Parti, kendi altı umdesini, esas teşkilat kanununun maddeleri içine konulmasını temin ederek amme hukuku bakımından çok dikkate değer bir yol açtı. (Ahmet Demirel'in notu: Bir partinin ilkelerinin, anayasaya konularak devletin ilkeleri haline getirilmesinin demokrasiyle ne derece bağdaşabileceği elbette tartışmalıdır.)
2. Sınıf menfaatlerine dayanan partiler olmaksızın ve bunlar arasında mücadeleye lüzum kalmaksızın demokrasinin temel fikri olan 'hürriyet'in korunabileceğini, Partimiz, yarattığı rejimle âleme göstermiştir. (Ahmet Demirel'in notu: Buradan tek parti yönetiminin 1943 yılında da hâlâ kalıcı bir yönetim tarzı olarak görülmekte olduğu anlaşılıyor.)
3. Tek parti ile idare olunduğu halde emperyalistliği ve münhasıran harp için hazırlanmayı gütmeyen bir rejim kurmanın, bir siyaset gütmenin mümkün olduğunu dünyanın gözü önüne koymuştur. (Ahmet Demirel'in notu: Burada faşist rejimler eleştiriliyor. Eleştirinin sadece emperyalist bir siyasetle sınırlı kalması dikkat çekici...)"
Ahmet Demirel, broşürü incelediği bölümde, metnin bazı kısımlarında 'çoğulculuğun bir suç gibi gösterildiğini' dahi belirtiyor.
Hülasa: Enver Aysever kusura bakmasın ama, işte, "Kral çıplak!" Üstelik bu çıplaklık sadece teorik birşey değil. Tecrübe edilmiş bir çıplaklık. Solcular ne zaman iktidara gelseler bu milletin burnundan getirdiler. Çünkü Türkiye'de solculuk, Bediüzzaman'ın irtidat mevzuunda tam isabetle yakaladığı gibi, muharref bir hristiyanlığa/rejime karşı hürmetsizlikle değil, bizzat muazzez İslam'a cephe açarak kendini ortaya koydu. Tarif etti. Şekillendirdi. O tavır da, serapa fazilet olan İslamiyetten mahrum kalarak, 'her konuda en yanlış yerlerde durmasıyla' sonuçlandı.
"İşte, ey nefsim! Birinci saray, bir Müslümandır. Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm, onun kalbinde o büyük elektrik lâmbasıdır. Eğer onu unutsa, el'iyâzü billâh, kalbinden onu çıkarsa, hiçbir peygamberi daha kabul edemez. Belki hiçbir kemâlâtın yeri ruhunda kalamaz. Hattâ Rabbini de tanımaz. Mahiyetindeki bütün menziller ve lâtifeler karanlığa düşer. Ve kalbinde müthiş bir tahribat ve vahşet oluyor. (...) Halbuki, ecnebiler o ikinci saraya benzerler ki, Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın nurunu kalblerinden çıkarsalar da, kendilerince bazı nurlar kalabilir—veya kalabilir zannederler."
Solculuk 'reddiyesini yaptığı şeye göre' değişiyor. Bediüzzaman Hazretlerinin, seçimle iktidara gelen ilk partiye, yani CHP'ye kıyasla sağcı Demokrat Parti'ye, Aysever'in 'ahlaksızlıkla' itham ettiği merhum Menderes ve arkadaşlarına "Ey dindar ve dine hürmetkâr Demokratlar!" demesi boşuna değil. Çünkü Türkiye'de sağcılık-solculuk arasındaki fayhattı din üzerine kurulmuştur. Bir insan, velev ki dindar olmasın, ama dine hürmeti varsa, o sağcıdır. (Sırrı Süreyya Önder'in sağcılar arasında sevilmesi biraz bundandır.) Yine bir insan, velev ki adı 'hoca'ya çıksın, ama eylemde dine hürmetsizliği olsun, o solcudur. (Yaşar Nuri Öztürk'ün sağcılar arasında sevilmemesi biraz bundandır.) "Solculuk fazilettir, sağcılık denaettir!" Bu Türkiye'de hiç görülmemiş bir becayiştir. Aksine, sağcılar, her ne kadar mükemmeli ifade edemeseler de, ehvenü'ş-şerreyn olmayı becerirler. Bu yüzden de dindarlar tarafından desteklenirler.
Durum tıpkı, Arend'den Gazze'ye Ehvenişer Siyaseti'nde Eyal Weizman'ın aktardığı, ex-komünist Brauman'ın dediği gibi: "Fransa'daki en sert Maocu grup olan GP üyesi bir Maocu'yum ve 1970'lerin tamamı boyunca Paris sokaklarında Kızıl Kmerler'i desteklemek ve savunmak için yürüyüşler düzenliyorduk. Fakat, attıkları ilk adımın şehirleri boşaltmak olduğunu gördüğüm an, benim için kırılma anıydı. 1970'lerin sonuna geldiğimizde tam bir anti-komünist olmuştum. (...) Komünizm pratik olmamasının yanısıra tehlikeliydi. Bulutların yağmur getirmesi gibi komünizm de kıtlığa sebep oluyordu." Anadolu irfanı da hep şu hakikati tekrarlar zaten: "Solcular başa gelirse kıtlık olur." Sırf belediyelerin başına gelmekle ettikleri buna yeterli bir delil değil mi?
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.