Nizamettin MELİKOĞLU

Nizamettin MELİKOĞLU

Günümüzde kilise hâlâ kurtarılabilir mi?

Başlıktaki cümle Prof. Hans Küng’ün 2011’de Almanca yayımlanmış bir kitabının adı. Kitabın orjinal adı ‘İst die Kirsche noch zu retten?’dir. Kitabı yayımlandıktan bir yıl sonra okumuştum.

Hans Küng bu kitabında, Hristiyanlık dünyasının özellikle Katolik dünyasının temel problemlerine neşter vurarak bu problemlerin çözümleri üzerine odaklanmaktadır. Muvahhid bir İsevi olan Küng’ün, aynı zamanda ‘Der İslam’ adında İslam tarih ve felsefesini özetleyen 800 sayfalık bir kitabı bulunmaktadır.

Kitabın içeriğiyle alakalı bazı tespitlerimizi aktarmadan önce, Hans Küng’ü özet olarak tanımaya çalışalım.

1928’de İsviçre’de dünyaya gelen Hans Küng, 6 Nisan 2021’de Tübingen’de vefat etmiştir.

Papa’nın tartışılamayacağı ilkesini/masumiyetini (Unfehlbarkeit) eleştirdiği için, 1979’da Vatikan’a bağlı kiliselerde ders verme yetkisi elinden alınmıştır. Bundan sonra Tübingen üniversitesinde normal bir profesör gibi ders vermeye devam etmiştir. Küng’ün Katolik kilisesinde yetkilerinin elinden alınmasına sebep olan durum sadece Papa’nın eleştirisi değil, aynı zamanda Hz. İsa’ya atfedilen ilahlık statüsünü reddetmesiydi.

Gott existiert? (Allah var mıdır?) adı altında yayımlanan kitabında, hem Allah’a iman konusunda yaptığı kapsamlı değerlendirme ve geliştirdiği perspektifler, hem de Papa’nın sorgulanamazlık durumunu eleştirince, 2. Johannes Paul’un talimatıyla, Vatikan’ın itikadi meselelerini korumakla görevli dini müzakereler merkezi tarafından, ders verme yetkisi elinden alınmıştır. Aslında daha önceleri engizisyon mahkemelerinin icra edildiği bu müessesede, Hans Küng muvahhid olduğundan veya dindar bir isevi olduğundan[1] Vatikan’daki yetkileri elinden alınarak bir nevi afaroz edilmiştir.

Küng, bu kitabıyla Ortaçağdan beri kilise şahsında yıpranan Allah inancıyla beraber şer’i meselelerin, rasyonalizm karşısında tekrardan nasıl ihya edilebileceğini, doğmatik bir pozisyondan rasyonalizmle barışık bir düzleme nasıl çekilebileceğinin muhakemesini yapmıştır. Küng, pozitif bilimlerin gelişmesiyle, kilisenin iman esaslarına karşı bir refleks olarak gelişen ateizmin doğru bir durak olmadığını savunurken, rasyonalistçiliğin yani kiliseye karşı çıkarken ortaya çıkan boşluğu rasyonalistçilik veya materyalistçilikle doldurmanın, bilime bir nevi dini bir hüviyet kazandırıp ona adeta tapmanın da doğru bir durak olmadığını savunmuştur.

Küng, bu kitabında akıl ve kalb/iman arasında bir sentezleme olması gerektiğini savunarak, dinsizlik ve ateizmin ideologları olan Ludwig Feuerbach, Karl Marx ve Sigmung Freud’u eleştirerek bunların Nihilizm’in sözcüleri olduklarını ifade etmiştir.

Küng ‘İst die Kirsche noch zu retten?’ kitabında ise Katolikliğin şahsında bütün kiliselerin ciddi sorunlarının olduğunu, bu sorunlarla yüzleşmeden veya bu sorunları çözmeden, kilisenin yani Hristiyanlığın daha da gerileyeceğini söyleyerek, aslında Bediüzzaman hazretlerinin ‘Nasraniyet ya intıfa veya istifa ile terk-i silâh edecektir. Zira birkaç defa yırtıldı, Protestanlığa geldi. Protestanlık da yırtıldı, tevhide yaklaştı; tekrar yırtılmaya hazırlanıyor. Ya intifa bulup sönecek, veyahut doğrudan doğruya hakikî Hıristiyanlığın esasına câmi olan hakaik-i İslâmiyeyi karşısında görecektir. Beşer dinsiz olamaz. İşte bu sırr-ı azîme Hazret-i Peygamber (a.s.m.) işaret etmiştir ki, "Hazret-i İsâ gelecek, ümmetimden olacak, ayn-ı şeriatımla amel edecektir."[2] tespitlerini tasdik etmiştir.

Kitabın başında, büyük bir itikadi camia olan Katolik kilisesinin ciddi manada hasta olduğunu, bu hastalığın 2. yüzyıldan beri bütün direnişlere rağmen kurulup günümüze kadar kendisini ayakta tutmayı başaran Roma hükümdarlık sisteminden kaynaklandığını belirtir. Bu sistemin, güç ve hakikatı kendi bünyesinde tekelleştirdiğini ifade etmiştir. Bu sistem 11. Yüzyıldaki Doğu ve Batı kiliseleri arasındaki ilk bölünmenin, 16. yüzyılda Katolik ve Protestan kiliseleri arasındaki bölünmenin, 18. ve 19. yüzyıllarda da Romacı katoliklik ile aydınlanmacı modern dünya arasındaki bölünmenin baş sorumlusu olduğunu belirtir.

Küng, (kitabını kaleme alındığı tarihte) Papa olan Joseph Ratzinger ile beraber 2. Vatikan konsilinin resmi danışmanlığını yaptıkları esnada (1962-1965), bu romalı sistemi Batı cenahında düzeltmeye gayret ettiklerini, ancak romacı idarecilerin gösterdikleri dirençten dolayı çok cüzi bir alanda bunu başarabildiklerini söyler.[3]

Kitabın sonuç kısmında Küng, Katolik kilisesinin hastalıklarını dört maddede özetleyip bu hastalıkların reçetelerini de beraberinde zikretmiştir:

  1. Kilise Ortaçağ, reformlar dönemi hatta aydınlanma dönemindeki durumundan kurtulmadıkça, gerilemekten kendisini kurtaramayacaktır. Bunun çaresi Hristiyanlığın kaynağı ve ilerideki görevleri üzerinde yoğunlaşmasıdır.
  2. Kadınların kilisede resmi vazife alamamaları kiliseyi geride bırakan bir durumdur. (Tabi bu durum biraz da Katolik kilisesinin kadına bakış açısıyla da bağlantılıdır. Örneğin Katoliklerde bir kadının boşanma hakkı yoktur.)
  3. Dar ideolojik mezhebi taassub içerisinde olup, diğer mezhepleri reddeden bir kilisenin yaşama şansı yoktur. Ancak teorik ve pratik sahada ekümenik davranan bir kilise kendisini kurtarabilir.
  4. Avrupa merkezci, sadece Hristiyanların faydasını gözeten ve Roma imparatorluğunun emperyalizmini temsil eden bir kilisenin yaşama şansı yoktur. Ancak alemşümul olup toleranslı davranan, daha büyük hakikatlere saygılı olup buna bağlı olarak diğer dinlerden birşeyler öğrenmeye çalışan, ulusal, bölgesel ve yerel kiliselere de onlara uygun otonomi sağlayarak, yaşama şansına sahip olur ki bu durum hem Hristiyanların hem de Hristiyan olmayan dünyanın yanında kilisenin saygınlığını artıracaktır. Küng, son cümleyi ‘Ben kilisenin bu hastalıklı durumdan kurtulacağı konusunda ümitvarım.’[4] diyerek, ye’sin başına kılıcını indirerek insanlığın dinsiz yaşayamayacağını başka bir şekilde ifade etmiştir.

Küng’ün dile getirdiği sorunlar bunlardan ibaret değil kuşkusuz. Kiliselerdeki cinsel istismar skandalı da Küng’e göre öyle bir hal almış ki neredeyse kiliseye ait her büyük bir organizasyon bünyesinde, böyle bir trajedinin sebeplerini araştırmak üzere yoğun bir araştırmanın yapılması gerekmektedir. Romacı Papalık kurumunun, bu konunun sistematik bir şekilde kapatılıp örtülmesinde kendi sorumluluklarını itiraf etmedikleri gibi, böylesi büyük bir sorunun altında yatan tarihi ve Papalık sistemine ait sorunları bulma konusunda gayret göstermediklerini dile getirmiştir.[5]

Papa 14. Leo’nun 28. Kasım’da İznik’te katıldığı ilk İznik konsilinin 1700. yılını anma toplantısında, Küng’ün dile getirdiği bu ciddi sorunlardan hiçbiri dile getirilmemiştir. Sadece Hristiyanlık dünyası arasında ekümenik birliğin veya Hristiyan ümmetinin vahdeti konusuna vurgu yapılmıştır. Temennimiz, Hristiyanlık üzerinde tarih içerisinde oluşmuş/oluşturulmuş bu yanlış tortuların düzeltilip, Hz. İsa efendimizin (a.s.) gerçek şahsiyetinin ortaya çıkarılması ve Hristiyanlığın sömürgeciliğe değil, dünya barışına, sulh-u umumiye İslam dünyasıyla elele vererek hakiki manada katkıda bulunup ateist ve nihilist akıma karşı mücadele etmesidir.

[1] Nasara’lı İsa, İsrailoğullarının soyundan gelip Tevhid dinini temsil eder. O kendisini asla Gott/İlah olarak adlandırmadı. Tam tersine İncil’de ‚Neden beni iyi diye tanıtıyorsun? Allah‘tan başka kimse iyi olamaz.‘ der. Yine aynı İncil’de ‚Ey İsrail dinle, en büyük emir, Allah’ın bir/ehad oluşudur.‘ der. Yeni Ahit‘te İsa peygamberin kendisini Allah’ın yanında ikinci bir şahıs olarak anladığına/tanıttığına ve dünyanın yaratılışı esnasında O‘nunla birlikte olduğuna dair hiçbir eser yoktur. İsa peygamberin vefatından sonra, doğu dinlerindeki inanışa göre insanlar; ‚O fani dünyada değil, Allah tarafından yine Allah’ın katına yükseltildi.‘ dedikleri için, bu ifade daha sonra inanan insanlar tarafından ‚Oğul‘ veya ‚Allah’ın oğlu‘ lakabı şeklinde kullanılmaya başlanmıştır. Nasaralılar daha önce nasıl ki Allah için mecazi manada ‚Baba‘ ifadesini kullanmışlarsa, Eski Ahitte daha önce hiç olmayan tabiri caizse hesapta olmayan bir İsrail kralı olarak değil, beklenen Mesih olarak ta bilindiği için, artık ‚Oğul‘ şeklinde anılmıştır. Bu, Nasaralıların neden İsa peygambere ‚oğul‘ dediklerinin mantığıdır. (Küng, burada adeta Hz. İsa hakkında başta mecazi olarak kullanılan bir ifadenin, daha sonra nasıl hakikate inkılab ettiğini izah ediyor. N. Melikoğlu) Küng, Hans, Der İslam, s. 590-591.

[2] Nursi, Said, Eski Said Eserleri, Tuluat, s. 353.

[3] Küng, Hans, İst die Kirsche noch zu Retten, s. 13-14.

[4] Küng, Hans, İst die Kirsche noch zu Retten, s. 256.

[5] Küng, Hans, İst die Kirsche noch zu Retten, s. 15.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
8 Yorum