Şeyyad Hamza ‘Yusuf ile Züleyha’ (2)

Yeni bir epizot başlıyor. Mekân şimdi Mısır’dır. Şeyyad, “Mısırda bir bezirgân vardı meğer” der başlar. Bir gece uyurken rüya görür, onu tabir ettirene sorar:

-Kendimi Ken’an elinde gördüm, Ad kuyusunda kendi özümü gördüm, görüyorum güneş gökten yere iner, her tarafa ışık ve inci düşer, yayılır. O güneş geriye yakamdan çıkar, ben inci toplarım gözüm şöyle bakar.

İki altın verir rüyayı tabir ettirir, yordurur. Orada kimi ayık gördümse üstüne açıkça gün inerdi. İnci yağardı. Sen derince, o arada da Allah isteğini verirdi. Bir köle alasın, onun büyüklüğü ve şöhretine imrenirsin. Onu satmaya kalksan kimse onu alamaz. Mısır’ın malı onun olsa. Bunu düşün bu sana ulu, büyük bir devlettir. Şimdi o tarafa git işin iyidir. Onlar Kenan’a doğru gittiler, kimin ne ettiğini görmek için. Söz fazladır, Bezirgân kuyuya vardı. Kuyunun civarında bir saat oturdular, buyurdu yemek getirdiler. Kullarına ‘Burada durun rüyamın tabirini bulun’ dedi. Efendi de kuyuyu çevrede aradı. Yukardan bir ses:

-Sabret, elli yol sonra gel iste. İstediğin bu süre sonra eline gelir.

-Geldi’ dediler.

Bunu Efendi işitince yola girdi. Elli yıl geçer, o kuyuya yine gelir, o bölgeye yerleşirler, konarlar. Bunların içinde kullar ve köleler bulunur. Kullarından ikisi kuyuya yürürler, birinin adı Beşir, diğerin adı Mamil’dir. Beşir kuyuya urgan indirir, Mamil de kovaya su doldurur. Cebrail kuyuya geldi. Yusuf’a dedi ki:

-İzin verildi. Bu urgana yapış ve kuyudan çık ve Allah’ı tesbih et, an.

Yusuf kuyudan çıktıktan sonra aynaya baktı, yüzünü görünce şaşırdı, çok güzel gördü.

-Beni ne kadar güzel yaratmış. Allah, Benim güzelliği gören malını yitirir, dedi. Bu söz Yusuf’un başına bela oldu. Benim dediği, övündüğü için, bu söz ona ibret olarak yeter. Kuyuda ona Cebrail geldi, dedi:

-Şimdi Yusuf kıymetini bil.

Yusuf o anda urgana yapıştı, onun kuyudan yukarı çekip çıkarttılar. Mamil Yusuf’un yüzünü görünce Beşir’e doğru döner ve bağırır. Mamil dedi:

-Ya Beşir, bu bir oğlandur, yüzü Bedir ayı kadar parlak.

Beyin kulları dediler birbirlerine:

-Efendimizin rüyası çıktı.

Kuyudan çıkan sanki aydır, yüzünü gören kişi bayılır. Yusuf’u müjdelediler, geldi gördü aklı gitti. Aklı başına geldi. Bakın neler yaptı? Yusuf’un elini tutup gitti. Yusuf’u otağa götürdüler. Yusuf ‘un kardaşları dağa çıkmıştı. Bir kafilenin kuyunun etrafına konduğunu gördüler. Yürüyerek oraya vardılar. Söylediler:

-Bir kulumuz vardı bizim, size gelmiş olmasın, gözlemeyin onu bize veriniz. Yoksa size bela eyleriz.

Gizledikleri Yusuf’u çıkardılar. Yusuf’u görünce onu korkuttular. Yusuf korkusundan titredi. Söylediler:

-Efendim bu çocuğu satarız, şöyle ucuzca yabana atarız. Var mı ayıplı bir kul almak isteyen? Alıcı;

-Kulun ayıbı var mı? Ayıbını söyleyin. Fiyatını size verelim. Yalancı ve kaçak olduğunu söylediler:

-Bunu altına, akçaya değil, pula satarız.

Alıcı; altını, akçesi olmadığını ama kumaşının olduğunu söyler. Onlar;

-Kumaşı biz ne yapalım? Dediler.

Alacak kişi; on dokuz sikkesinin olduğunu söyledi.

-Bu kadarla onu alabilir miyim? Bunlar;

-Onca paraya sattık. Bunu bizden kabul et. Asıl şöhretli olan kendisi Musa’nın babasının oğludur. O ki firavunun hazinedarıdır.

Böyle diyerek mektuba yazdılar, herkes onun kardeşliğinden kurtuldular. Mektubu eline verdiler.

-Şimdi artık kendi memleketine gitsin, dediler.

Dede Yusuf’u satın aldı. Kulu kimin alıp gideceği belli oldu. Yusuf’u kaçmasın diye bağladı. Yusuf yüzünü göğe kaldırıp ağladı.

-Kâdir Allah kendimi sana ısmarladım, sana sığındım, dedi, ağladı.

Hiç kimse ağlamadı onun gibi. Karanlık gecede kafile göçtü gitti. Kimse Yusuf’un ne halde olduğunu sormadı. Deveye bindirdiler alıp gittiler. Yusuf, annesinin kabrine uğradı. Annesinin kabrini görür. O anda deveden indi. Bir zaman kabrin başında ağladı. Annesine gönlündeki sırrı açar. Yusuf’u devede yokladılar. Kaçmış o kul ki, feryad etti, onu aradılar, dört yana dağıldılar. O ise kabrinin üzerinde ağlıyor. Bir kara kul Habeş onu bulur;

-Ey çocuk kaçar mısın? Der.

Oğlanı alır götürür, yüzüne çokça vurur. Öyle döver ki, sanki öldürür sanasın. Getirir deveye bindirir.  Yusuf öyle ah eder, inler ki, gökyüzünü kara bulutlar kapladı ve gök gürledi, kar yağdı, yağmur yağdı, korkutucu bir hal oldu. Her taraf sel suyu ile doldu. Kervanın efendisi feryad etti.

-İçinizde bir suçlu var. O suçlu kimse tevbe etsin. Başımızdan bu bela kalksın, dedi. O kara Habeşi dedi ki Efendi’ye,

-O dün aldığın kulu dövdüm, bu yüzden oldu bu iş. Efendi,

-Sen git ona sor, görüş onunla. O Allah’tan tekrar eski halimize dönmesini istesin. Sel sona ersin yolumuzu bulalım.” O Habeşi vardı Yusuf’un elini öptü:  “Benim suçum ne? Dedi,  Habeşi ona yalvardı ve özür diledi. Yusuf da onun suçunu affetti. O dakikada bulut gitti. Güneş açıldı. Güneşin ışığı ve sıcağı âleme saçıldı.

Efendi, Yusuf’a güzel elbiseler giydirdi, onu gören herkes ona saygı duydu. Efendi kullarına dedi ki,

-Efendiniz budur artık bundan sonra, ona itaat edin.

Hepsi onun emirlerine uydular, ne buyurdu ise onu yaptılar. Oradan ayrıldılar Efendi yola geldi, bir şehre geldi ki, oradaki kavim Beynan şehrinde oturuyordu. Şehrin içindekilerin hepsi puta tapan kâfir.  Onlar Yusuf’un yüzünü gördüler,

-Seni kim yarattı? Diye sordular. Yusuf dedi,

-Benim Allah’ım var.  Dünyada ne varsa O onları yaratmıştır. Kadirdir gücü yeter, ne dilerse yaratır. Dev, peri, cin ve insan hepsini O yaratır. Gelin bu putlara tapmayı bırakın, Allah’a kulluk edin. Gece gündüz samimi, O bir olan Allah’ı bir olarak bilin ve ona inanın, riyasız, samimi kulluk yapın.

Hepsi iman getirdiler ve temizlendiler. Beğendiler ve kabul ettiler Yusuf peygamberi. Ona yakın bir şehir daha vardı, onların tamamı da kâfir idiler. Yusuf’un yüzünü gördüler, ona benzer bir put yaptılar. O şehrin kavminin adı Benlüs idi. O kavim bağırdılar, insanları topladılar ve yaptıkları Yusuf ‘a benzer puta tapmaya başladılar, ilah diye. Ondan sonra bir başka şehre vardı. Kudus’tü, orasının beyi de puta tapıyordu. Onu gece gündüz tanrı diye öperlerdi. Rüyasında Yusuf peygamberi gördü. Ona “çabuk gel” der. O hükümdar uykudan uyanır, ata biner Yusuf’a karşı gider. O Yusuf’un yüzünü görünce, aklı gider, unutur, kendinden geçer. Aklı başına gelince,

-Bu kafilenin beyi kimdir? diye sorar. Dediler,

-Evet kafilenin başı budur. Aklı çok, kendisi kabul görmüş bir kişidir.

İki kat oldu onun yanına gitti, elinden tuttu, şehrine götürdü. Yusuf’u aldı Kudus’e götürdü, şimdi bak ne kerametler gösterir.

Yeni epizot Yusuf’un yaptıkları.

Orada konakladılar, her kim onu gördü ise şaşırdı. Melik dedi,

-Söyle sözünü puta tapanlara söyleyeyim. Yusuf dedi,

-Ey melik beni işit, o put nedir ki, sen ona taparsın? Dedi ki,

-Bir dur varalım o putun yanına, görelim put bize söylesin. Halimizden bize anlatsın söylesin. Yusuf dedi,

-Eğer varırsak putlara, göreceksin ben onlara neler yaparım.

Yusuf puthaneden içeri girdi. Putların hepsi yüz üstü düştüler, “Tanrı birdir” dediler. Yusuf Resul, “Allah birdir. Ne varsa onun kuludur” diyerek hepsi yere düştüler, sığındım Yaradan’a” dedi. Melik balta alıp kalan putları kırdı, ufattı. Melik kuşağını çözdü ve Yusuf’a giydirdi. İman getirdi Allah’a inandı, Allah’a riyasız kul oldu.

Yusuf oradan dahi göçtü, Aris şehrine geldi. Bakalım neler yapacak?

Yeni bir epizot.

Şehir halkı ona geldiler. Yusuf, “Benden daha büyük yaratmadı Allah. Beni güçlü, güzel yaratmıştır. O Ferd Allah. Her kim görürse beni aklı gider, canını terk eder.” dedi. Yusuf kendini beğenince, herkes onu beğenmediler, yüzüne bakmadılar. Aris şehrinin ahalisi onunla ilgilenmediler, Yusuf’un canı yandı. Yusuf bu işe baktı, gönlü üzüldü, endişe içine düştü. Yukarıdan ses geldi ona, “Halini bil, atından in, Çalab’a, Allah’a secde kıl” dendi. Attan indi başının secdeye koydu. Tevbe etti. Çok gözyaşı akıttı. Dedi: “Kadir Çalab, Allah sana döndüm. Tevbe ettim. Suçumu bağışla.” Başını secdeden kaldırdı ağladı. Onu görenler hayran oldu, bağırdılar.

Oradan başka yere göçtü, Mısır’a geldi.  Mısır ahalisi duydular ve ona karşı geldiler, yüzünü görenler hayran oldular ve akıllarını başına alamaz oldular. Efendi, Yusuf’u bir saraya koydu. Kadın erkek geldi. Her taraf doldu. Ona dediler: “Yüzünü bize göster. Bir kere görmeğe altın verelim.” Her kim bir altın verirse onu görür, altını olmayan da göremediğinden diğerlerini kıskanır hased eder. Onu gören kişi deli olur, ah eder, bakar, hayran olur. Kimi düşer ağlamaktan bayılır, aklı gider. Başkasını göremez, canı gider. Sonraki gün gelir iki altın verir, ta ki Yusuf’un yüzünü ikinci kez görmek için. Üçüncü gün üç altın alır ve Yusuf’u görürdü. Dördüncü gün beş veren adam ona, “Ben yine de ucuza gördüm” derdi. On güne kadar böyle devam eder. On birinci gün gör ki, insanlar neler yapar.

Yusuf Nil nehri yakınına gelir. İster ki, ona gire yıkana. Diler ki, kendini yıkaya. Bir balık gelir Yusuf’a perde olur. Yusuf’a perde olur. Yusuf yıkanır. Bir rivayette Yusuf ona biner, onu kim görürse dile geldi. Balık konuştu ve dedi: “Yusuf Nebi bana inan, nice zamandır ben sana âşıktım. Allah’tan dilerdim seni göreyim. Seni görmek lütfu, ikramı bana Allah’tandır. Seni görmeyi bana nasip etti. Allah’tan bana bir şey dile, söz vermişim Allah’a. Hiç çocuğum, ailem yok. Bana aile dile. Allah cömerttir, sözünü kabul eder. Dua etti, duası kabul oldu. Allah balığa iki oğul verdi. O balıklardan biri Yunus Peygamberi yuttu. Biri de Süleyman Peygamberin yüzüğünü yuttu. Bunlara Allah’tan ödül bahşiş idi. Bunlar, kader levhasına böyle yazılmıştı. Yusuf tamamen yıkandıktan sonra çıktı gitti. Bakalım şimdi Bezirgânı ne yapar?

Ona çeşitli elbiseler giydirdi. Onu görenlerin hepsi kendilerini ayıpladılar. Şimdi bu sözü dinle; Mağrib ülkesinin kızının adı Zeliha idi. Onun adı Taymis’di. Yüz yiğitten daha zengin ve süslü idi. Kâinatın sahibi ona güzellik vermiş idi. O melik hükümdar haça tapardı. Ona hizmetten ömrünü hiçe verirdi. Kızı Zeliha rüyasında bir sima gördü, o suret Yusuf’un yüzü idi. Âşık oldu, bakar bakmaz o surete. Rengi kaçtı. Benzi sarardı. Gece gündüz ağladı. Âşık olan uyuyup yatabilir mi? Atası ona sordu,

-Ne oldu? Zeliha dedi,

-Rüyamda bir sima gördüm, ister öldür beni, istersen ateşe at. Bakınca o surete aşık oldum. Kendimi bilmez oldum baba. Babası dedi,

-Nerede olduğunu bil onun, seni ona vereyim.

Zeliha yolun başına geldi, yine o rüyasına geldi. Dedi: “Benim aç aklını gözünü. Başkasına bırakma kendini.” Uykusunda böyle görünce sevindi. Uyanır, onun nerede olduğunu düşünür. Ah eder. Onun aşkı ateşi artar. Çok olur ağlaması feryadı. Atası der:

-Deli oldu bağlayın elini kolunu. Sözünü şaşırdı kendini bilmez oldu. Zeliha dedi:

-Aklım başımda, deli olan sensin. Âşık olanın aklı mı olur?

Üçüncü yıl yine Yusuf’un suretini gördü.

-Sen nerdesin? diye sorar ona samimi. Suret der ki:

-Ben Mısır’ın aziziyim. İstersen Mısır’a gel beni gör. Zeliha uykudan uyandı, yüzü güldü kaygıları gitti.  Babasına dedi:

-İşim iyidir, tekrar gördüm onu bu gece. Beni giydir ve Mısır’a gidelim, onu isteyelim bana. Yoksa yerinde otur, inle, ağla. Sultanmış bildim anladım o. Bana, “Mısıra gel beni bulursun” dedi. O ülke bana uzak. Bu ilde  muzdaribim, hasretinden öleceğim. Bana yardım et, beni güçlü kıl. Bir mektup yaz. Mısır’a varsın bir kişi. Orada bu işi söylesin. Sıdkile selam eyle ve hoş tut.

Altı ay gece gündüz atlı gitti, sonunda Mısır’a vardı. Taymus bir mektup yazdı Mısır Azizi, Kutayfere, mektupta, “Bir kızım var, seni dilinden düşürmez. Senden başkasını beğenmez.  İstersen kızımı sana vereyim. Kişi gönder benden istesinler.” Kutayfer, Mısır Aziz’i mektubu okur.  Cevap verdi ve memnun oldu. Adamlarını gönderir onu istemeğe ve kızı alıp gelmeğe. Mektup geldi, okundu. Zeliha Mısır’a gitmeye yöneldi. Romancı araya yorum katar, “Gör nider” der. Zeliha, çabucak Mısır’a geldi, padişahın sarayında oturdu. Kutayfer Mısır Azizi geldi, yanına oturdu. Zeliha onu yaşmağının altından gördü. Sordu ki,

-Bu kimdir? Çevresindekiler dediler,

-Bu senin beyindir.

Beyi görünce ah eder, tahttan düşer. Çevredekiler hepsi başına üşüşürler. Aziz onu görünce geri döner, Zeliha uğunur, o ayakta durur.  Der ki,

-Bu benim beyim değil, uykuda üç kez rüyada gördüğüm. Dediler,

-Sabret ona varırsın, sabreden hayra erer sonrası.

Anlatıcı yine araya girer yorum yapar: “Size yine garip bir söz edeyim.” Kutayfer, Zeliha’yı ister, bulunduğu yere bir peri kızı gelirdi. Kutayfer onu yanına yatırırdı. Çok zaman geçmedi bu sözün üzerine, Efendisi Yusuf’u esir pazarına getirdi. Satıcılar, tellallar bağırdılar şehir geldi. “Aya benzeyen bu güzelliği kim alırdı? Güzel oğlan görmek isteyenler gelsinler. Bu peygamber soyluyu kim alacak? Şehirli tamamen oraya yığıldılar, Yusuf duruyor sureti aya benzer.  Şehir içinde zengin fakir kalmadı hepsi geldiler. Erkek kadın şehir içinde kim varsa, yüzünü gördü hayran oldu inlediler. Zeliha da köşkten bakar onu görür. Bağırdı, feryad etti, her tarafı morardı. Dedi:

-Üç defa rüyamda gördüğüm budur. Ne malım var ise verin. Satın alın, getirin onu bana,  “Sözü kısa kılalım” der yazar.

Haber verilir Mısır Aziz’ine. Aziz geldi. Yusuf’u görünce hayret etti, satın almak istedi. Bezirgân Efendi’ye söyledi,

-Bunun kıymeti nedir bana söyle? Döndü dedi:

-Tartalım terazide, ağırlığınca her nesneden kıymetini verelim.

Aziz bu söze razı oldu, bin altın koydular teraziye. Yusuf’u Efendi bir kefeye koydu. Yusuf alta indi altın yukarı çıktı. Yine der şair, “Sözü muhtasar kısa getireyim.” diye araya girer. Hazinede ne kadar mal varsa getirdiler. Aziz aciz oldu, söyledi:

-Hazinede daha malım kalmadı, bütün varım bu gerisini bağışla.” O da,

-Kutlu olsun onu sana bağışladım, sana verdim Yusuf’u.

Bezirgân onu sattı, özü üzüldü, canı yandı, dedi ki: “Bu sözü dinle şah, dünya malı ona bedel olarak yetmez.” Efendi dedi Yusuf’a:

-Bana bir sözün var mı söyle.” Efendi dedi:

-Adını söyle bileyim seni. Yusuf da dedi:

-Beni anla, bir şart ile söylerim bil, kimliğimi halka söyleme. Bezirgân yemin eder:

-Söylemem, kim olduğunu halka söylemem.

-Ben Yusuf, Yakup Nebi’nin oğluyum, Atalarım İshak, hem İbrahim’in soyundanım.

O şahıs bu sözü duyduktan sonra, ah kıldı, ağladı, özü etkilendi. Dedi:

-Niye sen bana önceden söylemedin, seni atalarına anana götürürdüm.  Seni satanlar, onlar senin neyindiler? Yusuf dedi:

-Gammazlık işim değil, gammaz olan kişiler işim değil. O kişi dedi:

-Peygamber imiş aslın senin. Doğrusun, sıddıksın, duan kabul olur. Dua et oğul versin Allah bana. İhtiyacım şudur dedim ben sana. Dua et duam kabul olur. Allah verir o kişiye kırk oğul.

Şimdi dinle o Aziz’in işini. Mallarının elinden gitmesi yüzünden kafası karışır, Yusuf’u aldığına pişman olur, hazinesi boş kaldığından rahatsız olur. Hazinedarına der:

-Git bak hazinede bir şey kalmış mı? Hazinedar sözü dutar. Gider, sorar ve bakar. Hazine mal ile dolmuştur, çabucak gelir Efendisine müjde verir,

-Hazine baştanbaşa mal ile dolmuş, der. Sultan der:

-Acaip, bu neden dolar? Yusuf der:

-Allah’ın kudreti var, kadirdir, kudret sahibidir, ne dilerse olur, kulları her ne isterse o bilir. Hazinedar der:

-Ben net olarak gördüm. Bir kuş indi gökten açıkça, insan dili ile konuştu, kıymetini gör Allah’a secde et. Sen o zaman aynaya baktığında, satış fiyatını öğdüğünde, şüphesiz on dokuz sikkeye satıldın, gördün bela, bu sefer kendi özünü aşağı gördün, kıymet verdi sana, şüphesiz sana Celil olan azametli olan Allah, hazine boşaldı ve sonra doldu, mucize olarak verdi sana Allah bunu.” Aziz bu sözü işittiğinde, söyledi ki:

-Bu nasıl garip bir kişidir? Hazine içi boşken dolar, kuş gökten iner, buna gelir, konuşur.”

Yusuf’u alır gider Zeliha’ya şimdi dinleyelim ne söyleyecek?

-Bu insanın kutlu, hayırlı bir yüzdür bize, onu yüksek tut, aziz tut oğul olsun bize. Uğurlu insandır, bunu anla, benden daha fazla bunu ağırla, ona hizmet et.

Gelir onu öper, ona üç yüz altmış elbise biçer, her elbiseye kıymetli taşlar takar. Öyle ki, bir taşı bin altının kıymetini aşar. Her gün bir elbise giymesini istedi. O elbiseyi dahi altından yaptı.

-Sen bize söyle, sana daha ne yapalım? Acaip karşıladı. Herkes onu ayıpladı. Döndü, Yusuf söyledi Zeliha’ya,

-Allah’a kul olan böyle elbise giymez, dedi. Zeliha,

-Senin gibi kul, bu elbiseleri giyerse garip değil, acip değil, dedi.

Zeliha onu öyle sevdi ki, nerde varsa Yusuf’u sordurdu, “Hani?” dedi, nesneleri unuttu. Ne görse Yusuf budur söylemeye başladı. Otursa, ayakta dursa, Yusuf’u söylendi, nerde olsa onu zikreder, anar. Bir gün Yusuf’un elini tutar,

-Gel sana göstereyim Putlar’ın evini, onlar senin yüzünü görsünler, seni görünce bakalım ne derler? Yusuf dedi:

-Varalım puthaneye, görelim bunlar size ne diyecek? Bunlar puthaneye geldiler, putların bulunduğu yere geldiler, Zeliha dedi:

-Ey put! Halimi gör, aşık oldum. Üzgünüm bana yardım et. Sana konuşurum, benim bildiğimi gör, işit. Layık mıdır bu kulu sevmek bana?

Allah’ın kudreti gör neyledi? Puta dil verdi, o an söyledi:

-O senin sevdiğin Peygamberdir, Nebidir, öyle takdir olunmuş, bununla öğün.

Bu sözü söyledi, düştü yere, yerde parçalandı. Bütün putlar ufandı, kırıldı. Zeliha dedi:

-Bunlara sen ne yaptın, hangi sebepten bunlar oldu? Yusuf dedi:

-Benim Tanrım onları parçaladı, dağıttı. Zeliha dedi:

-Senin Tanrın nerdedir? Yusuf dedi:

-Nerde dersen oradadır. Yusuf dedi:

-Allah her yerde hazırdır, ne isterse yapmağa gücü yeter, o açık ve gizli şeyleri bilir, o bütün insanlara rızkı ve davarı o verir. Zeliha dedi;

-Söyle şimdi Tanrı’ya, bütün bu sanemler yok olsun.

Yusuf dudağını depretti söyledi, Allah öyle yaptı. Bunu gören Züleyha, Yusuf’u daha sevdi ama Yusuf’un yüzünden kötü oldu. Gün geçtikçe eti, vücudu sarardı, aşk ateşi onu hasta yaptı. Aziz geldi, onu gördü, gitti bir tabib doktor getirdi. Hekim Zeliha’nın gönlünü dar gördü. Bildi ki, bunun gönlünde aşk var.  Tabib dedi:

-Bunun ağrısı şiddetli, içindeki niyetinin ne olduğu bilinmez. Zeliha dedi:

-Sen bu işi bildin içindedir dert, tedavi edilmez bağrımın başı.

Tabib gitti. Onun sütannesi, bakıcısı, dadısı geldi, Zeliha’nın derdinin ne olduğunu sormak için. Daye:

-Kızım bana doğru yüzünü dön. Niye böyle benzin sarı oldu? Zeliha dedi:

-O peygamber soylu olan varya, beni bu hale getirdi. Beni aşka düşürdü, aklımı giderdi. Keşke yüzünü görüp öleydim. Daye dedi:

-Aşk işi böyle olur. Âşıkın hayâsı gidince rüsva, rezil olur. Bu aşk derdi sağlıklı vücudu hasta kılar, âşık olmayan bunu bilmez. Âşık olan öğütten, nasihatten anlamaz, iki gözü kapanır görmez olur. Bunu bana baştan söyleseydin ya, sana çabuk çare bulurdum. Zeliha dedi:

-Hele bana bir çare bul, aşk ateşine düştüm biçare ben. Daye dedi:

-İşte Üstadlar, mimarlar gelsin, senin için bir saray yapsınlar. Kırk direkli bir saray olsun, direkler de mermerden olsun. İçine altından ağaçlar yapalar, budakları gümüşten olsun, ağacın yemişi altından olsun, gümüşten kuşlar kona o ağaca. Gümüş taşlardan yapalar yaprağını, toprağını misk ve anberden yapalar. O direklerin biri camdan olsun, biri de firuzeden, mavi renkli süs taşından, birini kırmızı akikten, birini zebercedden ki, rengi yeşil, direklerin arası altından üzüm asması, salkımları da inciden yapılmalı.  Altından yüce bir taht yapsınlar, bir uçtan bir uca gümüşten kuş yapsınlar, başı akik ve zebercedden olsun. Kuşun ayağını yakuttan yapsınlar, içini misk kokuları ile doldursunlar. Saraya kızıl atlas döşesinler. O tahtın üzerine otur, aya benzer şekilde, nakkaşa Yusuf’u suretini yazdır, senin suretini dahi arkadaş eyle. Ondan sonra saraya gelsin ve seni o sarayda yazılmış görsün, o suretlerin nakşedilmiş halini görsün, sabrını kaybetsin, özü âşık olsun.

Dayenin sözleri kabul gördü, Zeliha ona cevap vermedi. Daye böyle söyledi ve işine gitti. Zeliha o işin derdine düştü. Kutayfer, Azize dedi ki:

-Mimarlar bana bir saray yapsınlar, gayet büyük, şöyle vasfettiğim gibi, özünü, adını sarayın duvarına yazar, gözlerini sürmeler gözünü süzer.

Yusuf’u okudu o anda içeri girdi. Zeliha ayakta durdu, sarayı yaptı kapısına kadar, Yusuf’u görünce ağladı. Dedi:

-Kalemi kâğıdı yaratan yaratıcı, sen Allah’sın ben sana kemter aşağı bir kulum.  Bu kırık gönlümü sen tedavi et, sana sığındım, bana yardım et.

Yusuf girdi baktı saraya, iki resim gördü bir araya gelmiş, iki suret sanki birbirine sarılmış, öyle sarılmış ki sanki diri, canlılar. Yusuf döndü Zeliha’ya dedi:

-Çok emek vermişsin bu saraya, sen haşmetli yapmışsın bunu, illa burada Aziz yok mu, nerede? Zeliha dedi:

-Aziz varsın işine, ben sana âşık olmuşum, onu dost edinmem artık. Bırak Aziz’i sen bana gel, bana itaat et, benden kaçma.

Onu böyle över, karşısında ona secde eder, ne nakşını, ne nakkaşını, sadece Yusuf’un gözünü kaşını över. Yusuf bu sözü duyunca utanır, Zeliha hiç kendinden utanmaz. Zeliha der:

-Yusuf seni memleketimde rüyamda gördüm, uyandım. Seni bulamadım, deli oldum. O yıldan beri gece gündüz ağladım, zar ile. Daha sonraki yıl yine gördüm seni rüyamda, ögüt verdin, bana söyledin, “başkasına varma” dedin hoşca, “sen benimsin ben seninim” diye konuştun. Üçüncü sene seni yeniden gördüm. Bana, “Mısır’a gel bulursun“ dedin. Bin katır yükü hazine hazırlattım, altı ay yol yürüdüm, çok ağladım, seni geldim bulamadım, oldum deli. Hasretinden o kadar inledim ki, ölü oldum. Sanki elli yıldır senin ayrılığınla yanarım, şimdi seni buldum düştün elime. Daha ilgi duymuyorsun, özün yanmıyor, gel yanımda otur. Yusuf, döndü söyledi:

-Deli, daha dokuz veya on yaşındasın, aklını başına al ve sözün anla. Ben dahi doğmamıştım.

Yusuf’u o saraya yerleştirir, her kapıya hizmetçiler koyar, kilit vurur. İblis o sırada geldi ve durdu, çaresiz fitne karıştırır, Yusuf’a der:

-Kalmadı başka çare, kapılar bağlandı.

Yusuf nereye varabilir, bu saat Yusuf’un işi biter, çünkü Zeliha ile yalnız kaldı. Görünmez bir yerden bir hatif sesi geldi şeytana iki cihan laneti etti o şaşırmışa:

-Ey melun, lanetli, ortalığı karıştırma, onun günahsızlığı vardır.

Şeytan orada şaşırdı ağladı. Allah, Yusuf’u şerrinden sakladı. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.