Şair Ekrem Kılıç Ağabey

Rahmetli Ekrem Kılıç ağabeyin vefatının üzerinden 3 yıl geçti. “Bâki kalan bu kubbede bir hoş sâda” bırakıp gidenlerden biri oldu. Benim için geride bıraktığı güzel şiirler kaldı. Allah rahmet eylesin Ekrem Kılıç, hayatıyla, davranış modeliyle tam bir beyefendi kişiliğe sahipti. Yaş farkımıza rağmen gösterdiği tevazu, akranlarından biriymişim gibi benimle yaptığı samimi konuşmaları hala iç dünyamda onu yansıtan çok manidar hatıralardan biridir.

Onu önceleri Elif Edebiyat dergisindeki şiirleriyle tanıyordum. Gıyabî bir aşinalıktı benimkisi. Elif’te yazıları, şiirleri çıkan bütün ağabey ve kardeşlerle de aynı minval üzere bir ünsiyetimiz oluşmuştu. Sonraları kıymetli kardeşimiz Sadık Yalsızuçanlar’ın teşebbüsüyle yayınlanan “Yeni Şiir Antolojisi” kitabında Ekrem abimin şiirlerine rast gelmem de bir dönüm noktasıydı. O yıllarda nerede, hangi görevde olduğunu bile oradan öğrendim. Uzaktık birbirimize ama şiirlerindeki iman, hizmet, edep argumanlarıyla aynı kaderin yolcusu olduğumuzu hissederdik. O kitapta Ekrem Kılıç ağabeyin şiiriyle yeniden karşılaştım.

“Yaz akşamı” şiirinde şöyle diyordu.

Ufuklar hep tutuşmuştur
Güneş gül gül açar akşam
Benim kalbim de bir kuştur
Kanatlanmış uçar akşam

Nasıl maviydi berraktı
Şu yanmış gök, biraz evvel
Güreş canlıydı, parlaktı
Uzaktan şimdi sallar el

Yazın bambaşkadır akşam
O yorgun gün veda eyler
Yanar her evde birkaç mum
Vefa borçtur eda eyler

Bu dizelerde Ahmet Haşim, Ziya Osman Sâbâ havası esiyordu. Kendi kıvamını bulacaktı sonraları diye düşünmüştüm. Aruz vezniyle şiir yazması, rubailere ve mesnevi tarzına ağırlık vermesi onu geleneksel şiir alanına çekti. Sonraları izini kaybettim. Yıllar yıllar sonra bir taziyede karşılaştık. İltifatları o kadar hasbî ve kalbî idi ki, gayrıda erimenin ender misalini gördüm o sohbette. Teşvikleri ve takdirleri de mübalağasızdı.

Şiirlerinde yaşadığı ortamların, çilelerin, yoklukların ve neleri dert ettiğinin izleri görülüyordu. Yüzüne sinmiş çilekeş hatlar gibiydi satırları. Masumane, nazikane, kibarâne uslübü ve kelimeleriyle edepli edebiyatçılar kervanındaydı hep.

Sonraları Risale Haber’de yayınlanan “Mandal Gazeli” şiirime çok takdir ve senalarla bir taştir de yazdı. Onu şevke getirecek bir edebiyat ortamı olsaydı inanıyordum ki Ekrem Kılıç ağabey yeniden bir diriliş, doğruluş yaşayacak ve şiirde daha başarılı söylemlere ulaşacaktı. Ama ortam müsait hale gelemedi hepimizde olduğu gibi. Şiir yazma şevki ve gayreti de küllendi. Şiirinde geçtiği gibi canlı ve parlak iken batmaya, sararmaya yüz tutan akşam güneşi gibi. Hepimiz hayatın hayhuyu içinde gittikçe kül bağlayan kor ateşlere döndük. Nice şair arkadaşlar kaybolup gitti bu arada. Tevaif-i Mülûk gibi olduk. Türk şiirinin son yıllardaki arayış ve fetret dönemi gibi.

Bir hatıra olarak aşağıda Mandal Gazeli ve Ekrem Kılıç ağabeyimin yazdığı Taştir’ine yazdığım Taştiri alıntı yapıyorum.

Tahta Çamaşır Mandalına Gazel

Halık yarattı seni bir ağaçta dal oldun
Kader kesip biçtirdi gün geldi mandal oldun.

Nice kirli çamaşır yıkanıp sana geldi
Dinleyip sırlarını dertlerle hemhal oldun.

Elif kaddin daldayken zikrederdin hu diye
Lamelife dönünce bir Lâ çekip lâl oldun.

Nota gibi çamaşır iplerinde dizildin
Bûselik makamından uşşaklara yol oldun.

Varlık sırrım ne deyü, derin derin düşündün
Tefekküre dalmaktan derviş ü abdal oldun.

Belindeki yay sana, yardır yaydan ayrılma
Sen yay ile tevhide mazhar u mahal oldun.

Tuttukça yorgun düştün çamaşırlar elinden
Bir ömür böyle geçti zamanla hantal oldun.

Kadri kıymetten düştün naylon mandal çıkınca
Gâiplere karıştın sanki bir masal oldun.

Sen ecele benzersin, hayat çamaşır ipi
Koptu kopacak her an gerçeğe meâl oldun.

Ten gömleğin çıkarıp tutmaklığına verdim
Söz sahnında Seferâ ruha perr ü bâl oldun.

Taştir’e taştir

Mandal Gazelimize Taştir yapan Ekrem Kılıç Üstadımızın teveccühüne bir cemile olarak…

(Halık yarattı seni, bir ağaçta dal oldun)
Sefer aldı kalemi gazelde misal oldun
Ekrem Kılıç üstada taştirde emsal oldun
Rüzgarlarla kırılıp, ateşlerde yanmadın
(Kader kesip biçtirdi, gün geldi mandal oldun.)

(Nice kirli çamaşır yıkanıp sana geldi)
Renkten renge boyandın, kâh siyah kâh al oldun
Rengarenk dertler ile mahzûn u melâl oldun
“Dili yok, kimselere söylemez!” bildiler de
(Dinleyip sırlarını dertlerle hemhal oldun)

(Elif kaddin daldayken zikrederdin “Hu” diye
Aşıklarla sallandın, Mecnuna visal oldun
Cemalullahı bulup celâl’de cemal oldun
Zamane kırdı seni, bağrını yardı ,yazık!
(Lam elife dönünce bir “Lâ!” çekip lâl oldun)

(Nota gibi çamaşır iplerine dizildin)
Hamparsum’dan bu yana acaip bir hal oldun
Elde saz, nefeste ney, dudakta kaval oldun
Zurnada peşrev olmaz, ne çıkarsa bahtına
(Buselik makamında Uşşak’lara yol oldun)

(Varlık sırrım ne, deyü derin derin düşündün
İlm-i Hikmeti buldun, tarihlere mal oldun
Varlık-Yokluk önünde cevapsız suâl oldun
Kimsin,necisin,nerden, nereye gidiyorsun ?
(Tefekküre dalmaktan derviş ü abdâl oldun)

(Belindeki yay sana, yardır yaydan ayrılma)
Ağyar eline geçsen, bil ki kîl ü kâl oldun
İhtilafa aldanıp gayre pâyimâl oldun
Ma’nâ-yı harfî gibi gösterirsin aslını
(Sen yay ile Tevhid’e mahzur u mahal oldun)

(Tuttukça yorgun düştün çamaşırlar elinden)
Üryanların yüzündün dertlenip hilâl oldun
Şikemperverlik ettin, ehl-i  bî kemâl oldun
Ruh zaafa uğradı, beden kilo alırken
(Bir ömür böyle geçti, zamanla hantal oldun)

(Kadr ü kıymetten düştün naylon mandal çıkınca)
Uyamayınca çağa, merkeplere nal oldun
Tren görünce kaçan bir Rüstem-i  Zâl oldun
Utancından saklanıp îtikâfa çekildin
(Gaiplere karıştın sanki bir masal oldun)

(Sen ecele benzersin hayat çamaşır ipi)
Darağacında ilmek, urgan-ı hammal oldun
Katleyleyip ma’nâyı boynumda vebâl oldun
“Lenfisâm” bir ma’naya tefsir olacak yerde
(Koptu kopacak her an, gerçeğe meâl oldun)

(Ten gömleğin çıkarıp tutmaklığına verdim)
Tabutumun örtüsü, settare-i sâl oldun
Âşikare söylenen hakikate şâl oldun
Ekrem, ilhamın ile gazeli taştir etti
(Söz sahnında Seferâ, ruha perr ü bâl oldun)

Ekrem ağabeyin yokluğunu yine kendi şiirinden alıntıyla yansıtmak isterim son cümlede.

Ayrılık

Bülbülleri susmuştu bağın dün
Kânun şakıyıp durdu bütün gün
Bilmem ki neden şarkılar üzgün

Her nağmede hüznün sesi çağlar
Ney hıçkırır, inler, keman ağlar

Savruldu esen rüzgara saçlar
Feryadlara ses verdi yamaçlar
Mağmûn göğe bakmada ağaçlar

Bir ayrılığın nâlesidir bu
Mahzun buna hala hava yer, su.

Evet Ekrem Kılıç ağabey şarkıların niye üzgün olduğunu aslında biliyordu. “Gözyaşı Medeniyeti”nin bir evladı olduğunun farkındaydı ve bunu ömrünce yaşadı. “Acıyı bal eyleyip” gidenlerdendi. Nur içinde yatsın. Ruhu şâd olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum