Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Şehir, petek, nar

Hepimiz bir şehirde yaşıyoruz ve başka şehirlere de uğradığımız oluyor. Malum her şehrin mimarisi, düzeni, planı farklıdır. Ben İstanbul'dan Trabzon'a geldiğimde, bir köye geldiğim zannederim bazen. Yeni büyük yapılarla, eski mimariyi temsil eden güzel eserlerin heybetli görünümleri bizi büyüler, onlardan ayrılmak bazen insana garip gelir. 

Her şehrin bizi çeken bir büyüsü olabilir fakat bütün bu çekiciliğine rağmen, yine de planına, binaların diziliş ve yükseliş katsayılarına itiraz eder; beğenmezlik yaparız. İşte tam kusursuz mimarî planlama da budur dediğimiz yerde bile, bize göre bir kusur mutlaka çıkar karşımıza. Epeyce noksanlar listesi hazırlar, intizamat nutukları atarız kendi kendimize. Şöyle olsaydı, bu kadar aralık olmasaydı, katlar yüksek olmuş cümleleri havada uçuşur. Bizim tekliflerimizi bir diğeri dinlese, o da bizimkini kusurlu bulur. Neden peki? Kul yapısıdır da ondan. Kusurla yoğrulmuş insan, ihatasız nazarıyla bütün heveslerin zevkini takip edemez ve o güzelliği ulaşamaz da ondan.

Fakat insan iradesinin zerrece müdahil olamadığı bir arı kovanına ya da hayvan da olsa bir canlının müdahil olamadığı  nara bakalım. Üstad eski eserlerinden olan "Nokta  Risalesi'nde" çarpıcı bir karşılaştırma ile bu hususu nazara veriyor. "Cüz'i bir ihtiyarın araya girmesiyle eser-i akıl bir insan şehri, intizamda semere-i vahiy bir arı kovanındaki cemaate yetişmez. Ve arıların meşher-i sanatı bir petek, hüceyrat şehri bir nar ve gülnardan intizamca geridir.'  

Aynı hakikati şiirle karışık bir nesir eseri olan "Hakikat Çekirdekleri' eserinde ise mealen, insan aklının ve zekasının bir eseri olan bir şehirdeki intizamın vahiy ile ilhama mazhar bir arı kovanından geri olduğunu; arıların meşher-i sanatları olan bir peteğin de sadece hücrelerin şehri olan nar ve nar çiçeğine intizamca yetişemediğini ifade ediyor. İntizamat yönüyle geriden ileriye sıralamayı "şehir, petek, nar" şeklinde yapıyor.

Bu durumu üstad, üç önemli tespite delil yapıyor. Bu tespitlerden birincisi, insan ın cüz'i iradesinin bir cebir (zorlama) altında olmayışıdır. Eğer öyle olsaydı, şehirler de intizamca arı kovanındaki petekten geri olmazdı. Araya giren insan iradesi, şehirleri iradenin olmadığı düzgün, sanatlı arı peteğinden intizamca geri bırakmıştır. Demek insanın noksan ve kusurlu olan kendisine ait iradesi, arıda hükmeden bir yönlendirmeyle, bir zorlamayla yani cebir ile hareket etseydi, şehirler de petek gibi tam intizamlı ve kusursuz olacaktı. İkinci olarak, icad değil ama "bahanelik" yönüyle de olsa peteğin tanziminde canlı ve ilhama mazhar donanımdaki bir arının 'vesileliği' var. Bu yönüyle "nar meyvesi ile nar çiçeği" ise bir ilhama mazhar olarak değil; doğrudan Kudret kaleminin mürekkebi olan zerrenin sevk ve tanzimiyle olmasıdır yapılıp yazılmasıdır. Böyle olunca, petekten daha kusursuz; bahanesiz ve haliyle intizamca daha ileridir. 

Üstad bütün bunlardan bir üçüncü olarak da "Demek kâinattaki cazibe-i umumiye hangi kalemden akmışsa, cüz-i layetecezzadaki (atomdaki) küçücük cazibeler o kalemin noktalarıdır." neticesini çıkarıyor. Bir atomu canlı hücresinden, hücreyi molekülden, molekülü içinde bulunduğu ağaçtan, ağacı dikildiği topraktan, toprağı serildiği yeryüzünden, yeryüzünü çekimle bağlı olduğu güneş sisteminden, Güneş sistemini ise bağlı olduğu kâinat düzeninden ayıramadığımıza göre, birinin sahibi ve bütününe aynı cazibeyi yerleştiren kim ise, hepsinin sahibi de odur elbette. Bu yönüyle her bir çiçek, meyve, canlı hâl lisanı ile "Ben kimin sikkesiyim, bu yer dahi onun masnuudur. Ben kimin hatemiyim bu mekân dahi onun mektubudur." demektedir. En küçüğünü en büyüğünden ayıramıyorsun. Üzerlerindeki sanat ve birbirisiz olamayış,  gösteriyor ki bütün bunların yaratanı, tanzim edip tasarruf edeni, sonsuz ilim kudret ve hikmet ile aynı Zâttır.

Bu sıralamayı Üstad, şehir, petek ve nar üzerinde yapıyor. Biz bunu genişletip benzer örnekleri tefekkür edebiliriz. Bu tefekkürü, Nahl Suresinin 66 .67. ve 68. ayetleri özelinde, nurların rehberliğinde hazır mevzu edilmişken arı ve narı da içine alacak şekilde yapalım isterseniz.

 Evet, "kâinatın unsurlarına numune olan ve eczasını kâinattan alan" bal arısı, Nahl Suresinin 68. Ayeti ile bildirilen "dağlardan kendine evler edin" vahyine de mazhar olmuş. "Fıtratça ve vazifece öyle bir bir mu'cize-i Kudrettir ki o küçücük bal makinesinin zerrecik başında onun ehemmiyetli vazifesinin programı yazmak" cümlesi ile başlayan şahane tarif, zemin yüzündeki hadsiz arılarındaki işleyişin vahdete(bir yaratıcıya) olan şahadeti ile bitmiş. Kâinatı bir sanat galerisini çevirerek bize muhteşem tablolar sunan ve sanat tarihi  derslerine konu olmaya seza "Yedinci Şua Risalesi'nde, hurma ve üzüm ağaçları için "helvalı şeker fabrikası ve ballı şurup makinesi" tabirlerini kullanan üstad, elimizden tutarak bize üzüm tanelerini saydırıyor ve nazarımızı, üzümün nazik ve yumuşak kalbinde yerleştirilen ceviz içli çekirdeğe ve zemin yüzündeki emsallerine ve fiilin failine çeviriyor. 

"Kendisi çamurlu ve bulanık suya kanaat eden nar ağacı, sâfi bir şarabı hazine-i rahmetten alıp meyvesine yedirir." cümlesiyle de bir fiili göz önünde canlandırarak insanı, bu fiilin arkasındaki kendini bildirmek ve sevdirmek isteyen bir zâta ulaştırıyor değil mi? 

Peki gözümüzün önünde kâinat fabrikasında bir karşılık vermeden ağaçlardan çolukla ve ucuzca aldığımız bir kavunu, bir narı kırk bin liramız da olsa yiyebilir miydik? Bize ait bir kâinat var mıydı? Ya da bize bedava gönderilen bu nimetler için bir iki tanzimden başka nasıl bir müdahale veya yardımımız var?  Işığı mı minareli mi havası mı bizden? Demek bir tek narın bedeli, bütün dünyaydı, kâinattı. Onlar ve emsalleri, bütün kâinatın sahibinin bize ikramıydı.

Yine Üstad, zerrenin sükunetindeki ve hareketindeki hikmeti, vazifeyi "bütün akılları hayrette bırakan hikmetli cemal-i sanatı ve faydalı hüsn-ü nakışı örneklendirmek için de nar ve mısırı" dikkatimize sunuyor. Basit, akılsız, şuursuz, serseri bir zerrenin çalışma programı diğerlerinden farklı bir nar meyvesinin "şeker makinesi" hükmündeki ağacında, yanlışsız ve bir üstad gibi çalışmasını, bütün zerrelerin "bir bilenin" emrinde memur olduğuna delil sayıyor. Nasıl delil olmasın ki "Sakin toprak sakin olan her bir zerresi, bütün çiçekleri nebatatın ve meyvedâr ağaçların tohumlarına medar ve menşe olabiliyor." Yine "Her bir nebat bir avuç toprakta kendine mahsus bir fabrika ve bütün levazımatına ve teşkilatına lazım bütün cihazatı" buluyor. 

Hepsinden önemlisi, bütün eşya ile alâkadar ve az bir zamanda az bir kıymetle husule gelmesi imkân harici olan nardaki "ziynet (süs), intizam, sanat, koku gibi lâtif (cisim ile alakası olmayan) şeylerden anlaşılıyor ki o nar tanesi öyle bir saniin (sanatkârın) masnûudur ki (sanatıdır ki) icadında külfet (zorluk) ve mübaşeret (maddeten temas) yoktur. 

Evet dostlar, Batı'nın felsefe diyerek, eşyanın hakikatinden uzak yolculuğu, bizde Kur'an rehberliğinde tefekküre dönünce;  kâinat kitaba, göz arıya, akıl da keşif yolculuğu yapan bir hazineye dönüyor böylece.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum