
Prof. Dr. Şadi EREN
Mefhum-u Muhalif
Mefhum-u muhalif, bir sözün ters anlamıdır. Mesela "Allah çalışanı sever" dediğimizde "çalışmayanı ise sevmez" manasına bir işaret vardır. İslam âlimleri Kur'anın yorumunda yer yer mefhum-u muhalif kullanmışlardır. Ama bunu hemen her yerde ve her zaman kullanmak isabetli görülmemiştir. Mesela cehennem ehlinin durumunu anlatan şu âyete bakalım:
“Orada devirler boyu kalacaklardır.”[1]
Âyet metnindeki “ahkab” ifadesi “hukub” kelimesinin çoğuludur. Bu kelime seksen veya yetmiş bin sene gibi devirleri ifade eder. Bu manadan hareketle, kâfirlerin gün gelip cehennemden çıkacakları söylenemez. Çünkü bu devirler ardı ardına devam edebilir, bir dönem bittiğinde başka biri onu takip eder. Başka âyetlerde kâfirlerin cehennemde daimî kalacakları nazara verildiğinden, “orada devirler boyu kalacaklar” ifadesinin mefhum-u muhalifi olarak “devirler bittiğinde azap da bitecek” denilemez.[2]
Firavun ve kavminin helakini anlatan âyetin devamında şöyle bildirilir:
“Gök ve yer onların ardından ağlamadı.”[3]
Bediüzzaman, âyetin yorumunda hem sarih (açık) manayı, hem de mefhum-u muhalifi kullanarak şöyle der:
Şu âyet, mefhum-u muvafık ile şöyle ferman ediyor: "Ehl-i dalaletin ölmesiyle, semavat ve zemin, onların üstünde ağlamıyorlar."
Ve mefhum-u muhalif ile delalet ediyor ki: "Ehl-i imanın dünyadan gitmesiyle, semavat ve zemin, onların üstünde ağlıyor."
Yani: Ehl-i dalalet, madem semavat ve arzın vazifelerini inkâr ediyor. Manalarını bilmiyor. Onların kıymetlerini ıskat ediyor. Sâni'lerini tanımıyor. Onlara karşı bir hakaret, bir adavet ettiğinden elbette semavat ve zemin, onlara ağlamak değil, belki onlara nefrin eder, onların gebermesiyle memnun olurlar.
Ve mefhum-u muhalif ile der: "Semavat ve arz, ehl-i imanın ölmesiyle ağlarlar." Zira ehl-i iman ise (çünkü) semavat ve arzın vazifelerini bilir. Hakikî hakikatlerini tasdik ediyor. Ve onların ifade ettikleri manaları iman ile anlıyor. "Ne kadar güzel yapılmışlar, ne kadar güzel hizmet ediyorlar." diyor. Ve onlara lâyık kıymeti veriyor ve ihtiram ediyor. Cenab-ı Hak hesabına onlara ve onlar âyine oldukları esmaya muhabbet ediyor. İşte bu sır içindir ki, semavat ve zemin, ağlar gibi ehl-i imanın zevaline mahzun oluyorlar.[4]
Kur'anın en kısa sûrelerinden biri Asr Sûresidir. Bu sûrede insanın zararda olduğu ifade edilir. Zararda olmayanların ise “iman eden, salih amel işleyen, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler” olduğu anlatılır.[5] Bediüzzaman, bu sûreyle ilgili bir yorumunda meselenin mefhum-u muhalifine de dikkat çekerek şöyle der:
… O hasaretlerden bâhusus manevî hasaretlerden kurtulmanın çare-i yegânesi, iman ve a’mal-i sâliha olduğu gibi ve mefhum-u muhalifiyle, o hasaretin de sebeb-i yegânesi küfr ü küfran, şükürsüzlük yani imansızlık, fısk u sefahet olduğunu gösterdi."[6]
İman ve salih amel zararda olmayı engellediğine göre, bunların zıddı olan küfür ve küfran, fısk ve sefahet zararda olmanın sebepleridir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.