
Nizamettin MELİKOĞLU
Ortadoğu’da Batı’nın Siyasal Statükosunun Çöküşü
Bilindiği gibi Ortadoğu coğrafyası 1. Dünya savaşından sonra, kemalistler ve ulusalcılar tarafından altın buzağı gibi kutsanan Lozan, Syces-Picot ve Balfour deklarasyonuyla şekillendirilmişti. Hilafet çatısı altında yaşayan milletler biribirlerinden fıtri olmayan bir şekilde ‘ulus devletçikler’ şeklinde taksim edilerek bunların idareleri de dikta rejimlere teslim edilmişti.
Özellikle 2. Dünya savaşından sonra Almanya’dan kaçmak zorunda kalan Yahudilerin, Filistin topraklarına İngilizlerin yardımıyla gönderilerek orada 1948’de devletleşmeleri sağlanmış ve daha sonra bölgeyi neredeyse kontrol edip bölgenin dengelerini elinde tutacak bir rol kendilerine verilmiştir.
İran’da 1979’da Humeyni’nin velayet-i fakih nazariyesiyle/fetvasıyla İngiliz ve Amerikalılarla çalışan İran şahı devrilmiş, yerine Humeyni gelerek islami bir cumhuriyet ikame etmişti. Çünkü Şia’ya göre İmam Mehdiyi muntazar çıkmayana kadar islami bir devlet kurulamazdı. Humeyni, bu itikada Velayet-i fakih nazariyesiyle bir neşter vurup Şiilerin devletleşmelerinin önünü açmıştır. Velayet-i Fakih nazariyesinin özetinde imam gelmese de fakih biri imama vekalet edebilirdi.
İran’da her ne kadar rejim islami cumhuriyet olarak tanımlanmışsa da birçok arızalarla beraber günümüze kadar gelmeyi başarmıştır. İran İslam devrimi İran’ın dışındaki islami hassasiyeti olan insanlar üzerinde büyük bir etki bırakmıştır. Ancak İran’ın temel bileşenlerinden olan başta Kürtler, Belluciler, Azeriler olmak üzere diğer milletlerin kendi dillerinde eğitim yapmalarının engellenmesi, Ortadoğu’da İran’ın dış politikasının sistematik bir şekilde Şii hilalinin oluşturulmasına hizmet etmesi, yani Şiiliğin dış siyasette devlet politikasının bir aparatı olması, müdakkik müslümanların daima bu rejime karşı mesafeli yaklaşmalarına sebep olmuştur. Suriye’de, Irak’ta, Lübnan’da, Yemen’de, Amman’da, kendi mezhebi doktrinlerini hakim kılmaya çalışırlarken, bunun, örneğin Arap baharında Suriye’de çok acı sonuçları olmuştur. İran tarafından Suriye’ye yerleştirilen Hizbullah milisleri Hafız Esad’ın rejimini destekleyen paramiliter güçler olarak çatışmışlardır. Irak’ta Haşd-i şa’b-i milisleri Kürtlerin ve Türkmenlerin üzerinde bir karabasan gibi çöküp onlara nefes aldırmamıştır. Husiler aracılığıyla Yemen karışmış, hatta Suud’un güneyindeki Şii nüfus bahane edilerek İran tarafından oraya dahi müdahalede bulunulmuştur.
Yani bir yandan İran kendi dini ve kültürel köklerine arızalı olsa da dönmeyi başarırken, öte yandan Bediüzzaman hazretlerinin tabiriyle ‘Şiayı siyaset’ paradigmasını değiştiremediği için Sünni dünyanın kendilerine hep korku ve endişe ile bakmalarını beraberinde getirmiştir.
Tabi başını Suud’un çektiği Selefi/Vehhabi damar da radikal selefi akımlara destek verip kendi maslahatlarına göre bölgeyi dizayn etmeye çalışırlarken sonuçta çoğu tahribat olmuştur. Dolayısıyla Ortadoğu İran ve Suud gibi devletlerin mezhebi doktrinlerini siyasetin aracı yapmaya çalışırlarken, bu maalesef İslam dünyasında sonuçları ağır olan vekalet savaşlarının ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
İran’ın petrol, gaz ve doğal kaynak zengini bir ülke olup kendi savunma sanayisini en azından kendisini savunacak kadar güçlü olup, daha da ötesi Uranyum zenginleştirme tesislerine sahip olması, batılı devletlerin İran üzerinde yıllardır ekonomik ambargo uygulamasına neden olmuştur. İsrail’in İran’a 13 Haziran’da İran’ın nükleer kapasitesini bahane ederek saldırması, başta ABD olmak üzere batılı devletlerin de desteğini alarak Irak’ta olduğu gibi çok rahat bir sonuç alacağını tahmin etmiş, ancak Çin ve Rusya’nın İran’ın lehine İsrail’in aleyhine çok ciddi olmasa da dengeyi değiştirmeleri, ABD başkanı Trump’ın ‘Ben kimsenin askeri değilim/olmam.’ paradigmasının bu savaşta da çok bariz bir şekilde okunması, İsrail’in İran hakkında tatminkar bir sonuca gitmesinin önünde engel olmuştur.
Dolayısıyla Batı’nın İslam dünyasına dikmiş olduğu gömleğin artık dar geldiğini, 1. Dünya savaşındaki uluslararası dengelerin çoktan değiştiğini, Bediüzzaman hazretlerinin tabiriyle artık Asya ülkelerinin de dünyada belirleyici bir konuma geldiklerini, bu son İran-israil savaşında da görebiliyoruz. Yani dünya Ortadoğu’da ‘Siyasal İslamın iflası’nı değil, 1. Dünya savaşından sonra kurulup tek tarafın maslahatını gözeten hegemonyanın iflas ettiğini, bu statükonun artık kendisini klasik bir şekilde sürdüremediğini okudu.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.