
Prof. Dr. Şadi EREN
Bediüzzaman ve Nesh
Fıkhın önemli konularından biri nesh meselesidir. Nesh, dinde yer alan şer’î bir hükmün, sonra gelen şer’î bir hükümle kaldırılmasıdır. Anayasa ve yasaların zaman zaman değişikliklere maruz kaldığı bilinen bir gerçektir. Bunu görmek için Cumhuriyet dönemi hukuk tarihimize bakmak yeterli olur. Benzeri bir şekilde ilahi hükümlerin muamelat kısmında günün şartlarına göre bazı değişiklikler olmuştur.
Bediüzzaman, neshin hikmetini beyan sadedinde şöyle der:
“Kur’ân usûl ve akaidde muaddil ve mükemmildir,[1] bütün önceki kitapların güzelliklerini ve eski şeriatlerin usûllerini içine almıştır. Ancak, zamanın ve mekânın değişmesinin tesiriyle değişen füruatta müessistir, (yeni hükümler getirmiştir). Nasıl ki dört mevsimde ilaçlar ve elbiseler, insanın ömür tabakalarında talim ve terbiye tarzı değişir, onun gibi hikmet ve maslahat, nev-i beşerin ömür mertebelerinde fer’i hükümlerin değişmesini iktiza eder. Bir zamanda maslahat olan, insan nev’inin çocukluk devrinde deva olan nice fer’i hüküm vardır ki, başka zamanda maslahat olmaz, insanlığın gençlik devrinde deva sayılmaz. Bu sır içindir ki, Kur’ân bazı fer’i hükümleri neshetti, yani bu füruatın vakitlerinin bittiğini, başkalarının vaktinin geldiğini beyan etti.”[2]
Nesihle ilgili bir Kur'an âyeti şöyle bildirir:
“Herhangi bir âyeti nesheder veya onu unutturursak (ya da ertelersek), daha hayırlısını veya mislini getiririz.”[3]
Getirilen yeni âyet insanlara fayda ve sevapta ya daha hayırlı olur veya sevapta misli olur. Mevsimlere göre gıda ve elbisenin değişmesi misali, farklı devir ve yerlere göre de dinin füruata dair bazı hükümleri değişebilir.
Bu meselede şu esaslara dikkat çekmek isteriz:
- Nesh, hem eski şeriatlerde, hem de İslam'da caiz ve vakidir.
- Kur'an-ı Kerim, kendisinden önceki kitapları neshetmiştir. Yani -tabir caizse- Allah değişen toplum durumlarına göre mesajını güncellemiştir. Mesela Yahudilere Cumartesi çalışma yasağı vardır, ama bu hüküm Hristiyanlıkta ve İslam’da bulunmamaktadır.
-Nesh, akaid meselelerinde değil, muamelatta geçerlidir. Mesela tevhid ve haşir gibi konularda nesh olmaz, Yahudilere getirilen Cumartesi yasağı gibi muamelatta olur.
-Kur'anın kendi içindeki hükümlerde nesih olup olmadığı hayli tartışmalı bir konudur. Mesela Mekke döneminde savaşa izin verilmezken Medine döneminde izin verilmiş, hatta emredilmiştir. Buna “nesh” diyenler olduğu gibi, “tahsis” diyenler de olmuştur.
Nesihle ilgili değerlendirilen bir başka âyet ise şöyledir:
“Allah dilediğini siler, dilediğini de sabit bırakır.”[4]
Yani Allah, neshini uygun gördüğü hükmü siler, hikmetinin iktiza ettiğini sabit bırakır.
Devirlere ve toplumlara göre şeriatler değişebilir. Toplumların her biri farklı özelliklerde olduğundan onlara yönelik muamelat hükümlerinin farklılık arzetmesi son derece normal bir durumdur.
Bu gibi değişiklikler “nesh” kavramı ile ifade edilirken, önceki hükmü kaldırana "nâsih", hükmü kaldırılana da "mensûh" denilir. Meselâ Hz. Peygamber (asm), önce kabir ziyaretini yasaklamışken daha sonra "Size kabir ziyaretini yasaklamıştım, şimdi artık onları ziyaret ediniz" hadisi ile buna izin vermiştir.[5]
Bunun hikmeti şudur: Önceleri kabir ziyaretine izin verilse, sahabiler müşrik kabirlerini ziyaret etmiş olacaklardı. Zamanla Müslümanlardan da vefat edenler olunca yasak kaldırıldı, kabir ziyaretine izin verildi.
Bediüzzaman, eserlerinde doğrudan nesh başlığı altında bir konu ele almamış, ama yeri geldiğinde bu kavramı kullanmıştır. Mesela İslam şeriatının neshedilmeyen bir şeriat olduğunu beyan sadedinde Hz. Peygamberden (asm) bahsederken şöyle der:
“Hem o delil-i sadık ve musaddak, madem umum enbiyanın fevkinde binler mu’cizat ve neshedilmeyen bir şeriat ve umum cinn ü inse şamil bir davet sahibi olduğundan, elbette umum enbiyanın reisidir.”[6]
Yani peygamberliğinin nice delilleri olan Hz. Peygamber, Allah’ın varlığının sadık bir delilidir. O, bütün peygamberlerin fevkinde binler mucizelerin sahibidir. Onun getirdiği şeriat, -kendisinden sonra bir başka şeriat gelmeyeceği cihetle- neshedilmeyen bir şeriattır. Onun daveti bütün cinleri ve insanları içine alır. Bütün bu sebeplerle O, umum peygamberlerin reisidir.
Bediüzzaman, Tevrat, İncil ve Zebur gibi semavi kitaplarda Hz. Peygambere işaretler olduğunu misallerle anlatırken şöyle der:
“Evet, madem o kitaplar semavîdirler ve madem o kitap sahipleri enbiyadırlar; elbette ve herhalde onların dinlerini nesheden ve kâinatın şeklini değiştiren ve yerin yarısını getirdiği bir nur ile ışıklandıran bir zattan bahsetmeleri, zarurî ve kat’îdir.”[7]
Burada, Hz. Peygamberin önceki şeriatları neshetmesi nazara verilmektedir.
Bediüzzaman, 20. yüzyılın başlarında Doğudaki aşiretler arasında seyahat ederken, şeyhlerin kendi aralarındaki inat, gıybet ve taraftarlığı kaldırıp birbirlerine muhabbet etmeleri gerektiğini söyler. Muhatapları kendisine şöyle bir soru yöneltirler: “Nasıl birbiriyle ittihat ve ittifak edecekler? Hâlbuki bazıları bazılarını münkirdir. Onların düsturlarındandır ki: Münkir ile muhabbet, belki ünsiyet dahi haramdır. İnkâr meselesi mühimdir?”
Bediüzzaman, bu suale cevap olarak önce şu âyet ve hadisi nazara verir:
“Mü’minler ancak kardeştirler.”[8]
“Sizden biriniz kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olamaz.”[9]
Sonra da şöyle der:
“Acaba şu sıdk ve kizb mabeyninde mütereddit olan inkâr meselesi, nasıl oldu şu iki esas-ı azîm ve metine nâsih olabildi? İnkâr meselesi doğru olsun; Allah’ın kelâmı değil ki, mensuh olmasın. İşte zaman onu nesheder. Zararı faidesine galebesi, fetva verir. Mensuh ile amel caiz değildir.”[10]
Kur'an böyle derken ve Hz. Peygamber böyle buyururken onların “Münkir ile muhabbet, belki ünsiyet dahi haramdır” demelerinin ne anlamı olur? Onların bu sözü, dinin bu konudaki bu büyük ve sağlam esasını nasıl neshedebilir? Faraza bu şeyhlerin birbirlerini inkârda haklı gerekçeleri de olsa, bu düsturları mensuhtur, zaman böyle bir uygulamanın yanlış olduğunu ortaya koymuştur. Çünkü zararı faydasından daha çoktur. Böyle mensuh bir esasla amel etmek ise caiz değildir.
Yine aynı seyahatte “Neden eskiden beri devam eden nice âdetimizi tahkir ediyorsun?” sualine yine nesh kavramı kullanarak cevap verir:
“Şu zaman, bazı ihtiyarlanmış âdâtın mevtine ve neshine hükmediyor. Mazarratlarının menfaatlarına olan tereccuhu, i’damına fetva veriyor.”[11]
Her zamanın bir hükmü vardır. Zamanın akışı içinde gece gündüz ve mevsimlerin değişmesi misali, ihtiyarlamış olan bir kısım âdetlerin de ölmesi ve yürürlükten kaldırılması gayet normaldir. Bu âdetlerin kaldırılmasının, mecazi ifadeyle idam edilmelerinin gerekçesi ise, zararlarının faydalarına üstün gelmesidir.
Nesih konusunda Hz. İsa’nın hayatında net uygulamalar vardır. Şöyle ki:
Hz. İsa’nın bir lakabı “mesih”tir. Mesih’in bir anlamı, “izale eden, ortadan kaldıran” demektir.[12] Nitekim O, Hz. Musa’nın şeriatında yer alan Cumartesi yasağı gibi bazı hükümleri kaldırmış, yerine yeni hükümler getirmiştir. Kendisi -Kur'an'da anlatıldığı üzere- şöyle demektedir:
“…ve size (geçmişte) haram kılınan bazı şeyleri helâl kılmak için geldim.”[13]
Nitekim Hz. İsa İncil’de şöyle der:
“‘Göze göz, dişe diş’ dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin.”[14]
“Göze göz, dişe diş” hükmü, Yahudilere yönelik ilahi bir hüküm iken[15] Hz. İsa bunun yerine üstteki hükmü getirmiştir.
Bediüzzaman’ın, Hz. İsa’ya Mesih denilmesini izah ederken şarap gibi bazı müştehiyatı helal kılmasını nazara vermesi de nesih çerçevesinde değerlendirilecek bir durumdur. İlgili kısımda şöyle demektedir:
“…Nasıl ki emr-i İlahî ile İsa Aleyhisselâm, şeriat-ı Museviyede bir kısım ağır tekâlifi kaldırıp şarab gibi bazı müştehiyatı helâl etmiş…”[16]
Burada akla ister istemez şöyle bir soru gelmektedir: Şarabın aklı izale eden bir özelliği olduğu ortada iken, bir peygamber bunu nasıl helal kılabilir?
Bunu biraz araştırdığımızda karşımıza çıkan tablo şöyledir:
İncil’de alkol alma hususunda hayli yerler vardır.[17] Ancak o, içinde alkol olan herhangi bir içecek içmesini yasaklamaz. Hatta bir yerde “Neşeyle şarabını iç” denilmektedir.[18]
Bununla beraber, sarhoş olacak şekilde içmek İncil’e göre de caiz değildir. Mesela İncil’de şöyle geçer:
“Şarapla sarhoş olmayın, bu sizi sefahate götürür. Bunun yerine Ruh'la dolun: Birbirinize mezmurlar, ilahiler, ruhsal ezgiler söyleyin; yürekten Rab'be ezgiler, mezmurlar okuyun. Durmadan, her şey için Rabbimiz İsa Mesih'in adıyla Baba Tanrı'ya şükredin.”[19]
Keza İncil, sarhoşluğu ve etkilerini kınar.[20] Muhataplarına bedenlerini hiçbir şeyin “tutsağı” etmemelerini bildirir.[21]
Öyle anlaşılıyor ki, mevcut İncillere göre şarap yasaklanmamış, ama sarhoş olmak yasaklanmıştır. Kanaatimizce, o günün şarabıyla bugünün alkollü içkilerini tamamen aynı kategoride görmemek gerekir. Çünkü şarap, pek çok çeşitleri bulunan alkollü içkiler grubundan sadece bir tanesidir.
[1] Kur’ân’ın muaddil ve mükemmil olması, önceki semavî kitaplarda yer alan temel esasları tadil etmesi ve tamamlamasıdır.
[2] Nursi, İşaratu’l- İ’caz, s. 59
[3] Bakara, 106
[4] Ra’d, 39
[5] Müslim, Cenâiz, 106; Nesâî, Cenâiz, 100
[6] Nursi, Mektubat, s. 192
[7] Nursi, Mektubat, s. 162
[8] Hucurat, 10
[9] Tirmizî, Sıfatü’l- kıyâme, 59
[10] Nursi, Asar-ı Bediiye, s. 363
[11] Nursi, Asar-ı Bediiye, s. 355-356
[12] Râğıb İsfehani, “M-S-H" md. Müfredât fî Ğarîbi’l- Kur’an, Kahraman Yay. İst. 1986.s. 470
[13] Âl-i İmran, 50
[14] İncil, Matta, 5: 38-39
[15] Bkz. Tevrat, Çıkış: 21. Onlar hakkında bu hükmün verildiği Kur'anda Maide Sûresi 45. âyette teyid edilmektedir.
[16] Nursi, Şualar, s. 593
[17] Mesela bkz. İncil, Levililer 10:9; Çölde Sayım 6:3; Yasa’nın Tekrarı 29:6; Hâkimler 13:4, 7, 14; Süleyman’ın Özdeyişleri 20:1; 31:4; Yeşaya 5:11, 22; 24:9; 28:7; 29:9; 56:12
[18] İncil, Vaiz 9:7
[19] İncil, Efesliler 5:18-20
[20] İncil, Süleyman’ın Özdeyişleri 23:29-35
[21] İncil, 1 Korintliler 6:12; 2 Petrus 2:19
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.