Nevruz ne kadar yeni?

Nevruz yeni gün, yeni bahar, yeni yıl demektir. Dünya genelinde ve tarih boyunca Hint, Sümer, Babil, Frig, Mısır, Ugarit, Fenike, Çin, Yunan –Roma, Pers-Kürt, Türk, Japon, Aztek-Kızılderili ve Anglo-Sakson kültürlerinde, İbrani dininde birkaç tane olduğu gibi Hıristiyanlık ve İslam’a da pagan dönemden geçen bahar bayramları mevcuttur. Hıristiyanlıktaki bahar bayramları genişlediği Yunan- Roma kültür coğrafyasının mitolojileri üzerinden şekillendiği gibi İslam’ın ikinci aşamada yayıldığı coğrafyada zengin bir mitoloji barındıran Perslilerden de birçok aktarımla beraber Nevruz bayramı da İslam toplumuna geçmiştir.

Bu yazıda bahar bayramlarının kökenine ve her milletin bu bayramları nasıl kutlandığına değinmeyeceğim. İslam coğrafyasında bu bayramın yerinin ne olduğunu ve bir Müslüman olarak özellikle Nevruzun bizim için ne değeri olabileceğini anlamaya ve anlatmaya çalışacağım.

Mustafa Safa’nın Hicret Öncesinde Medine’de (Yesrip’te) Sosyal ve Dini Hayat makalesinde belirttiği gibi “Cahiliye devrinde, Yesriblilerin iki bayramından bahsedilmektedir. Yesribliler bu günlerde oyunlar oynar, şenlikler yaparlardı. Hz. Peygamber (asm) Yesrib’e hicret ettiği zaman, Yesriblilerin bu bayramlarını görünce: “Bu iki gün nedir?” diye sormuş, onlar da: “Biz cahiliye devrindeyken bu iki günde şenlik yapardık” diye cevap vermişlerdi. Hz. Peygamber de; “Allahü Teala, sizin bu iki bayramınızı onlardan daha hayırlı iki bayram ile değiştirdi: Fıtır Bayramı ve Kurban Bayramı” buyurmuştur. (Ebu Davud, I, 675; Nesai, III, 179)

Bazı kaynaklarda cahiliye döneminde Yesriblilerin kutladıkları bu iki bayram gününün Nevruz ve Mihrican günleri olduğu kaydedilmektedir. (Subki, 1394, 305) Ayrıca Asım Köksal’ın Peygamberler Tarihi kitabında da bu iki bayramın Zerdüştlük kaynaklı olduğu belirtilmektedir.

Günümüzde nasıl Batı kültürünün baskın olmasından dolayı dünya genelinde Christmas ya da yeni yıl kutlamaları yapılıyor aynı şekilde İslam’ın çıktığı zamanda da yeryüzünde temelde Roma ve Pers olmak üzere iki hâkim kültür bulunmaktaydı. Hicaz Yemen’in kontrolünde bulunurken Yemen İran coğrafyasında egemen olan Sasanilerin idaresi altındaydı. İslam’ın ortaya çıktığı bölge dolayısıyla Perslilerin etki alanındaydı. Bundan dolayı ki İslam Peygamberi (asm) İran Kisrasına dine davet mektubu yolladığında mektubun başındaki “Allah Rasulü Muhammed’den, Farsların büyüğü Kisraya” ibaresini görünce “benim bir bendem nasıl kendi ismini benim ismimin önüne yazar” deyip Peygamberin bulunması için Yemen Valisine talimat vermesi bölgeler arasındaki hâkimiyet ilişkisini göstermektedir. Dolayısıyla İslam öncesi Medine’de Zerdüştlük kaynaklı iki bayramın kutlanması gayet anlaşılabilir.

İslam yayıldığı toplumların örf ve adetlerini kaldırmış mıdır meselesini dünü ve bugünü anlamamız açısından çok önemli buluyorum. Hz. İbrahim’den kalan hac, kurban gibi ibadetlerin ve Araplarda haram ay anlayışının İslam’a doğrudan girdiği görülmektedir.

Yine Araplardan sonra Müslüman olan Perslilerden de edebiyat ve idareden olduğu gibi birçok alandan tecrübe aktarımı yapılmıştır. Selçuklularla beraber Türk kültüründen bazı unsurlar ve Osmanlılarla birlikte de özellikle Bizans’ın mimari birikimi İslam kültürü potasında erimiştir. Sonradan dine giren şeyleri reddeden İslam sosyal hayat ve insanlık için faydalı olması şartıyla kazanımları bünyesinde saklayıp zenginleştirmiştir.

Bediüzzaman’ın tarifiyle bidat-ı hasene sonradan girme de olsa hayırlı olduğu kabul edilmiştir. Örneğin, kubbe, minare bidat da olsalar sonrasında birer İslam sembolü olabilmişlerdir. İslam’ın çıkışından sonra gelen unsurlara bu analitik ve hikemli yaklaşımla bakıldığı gibi İslam öncesi kültürler için de bu süzgeç kullanılmıştır.

Öte yandan şöyle bir durum da karşımıza çıkmaktadır. Peygamberimizin yukarıdaki hadisi ışığında İslam bir durumun yerine bir şey koyduğunda ve yeni dinin sahih bir şekilde oturması için eskisine mesafe koyulmuştur. Sahabelerden birinin eski kutsal kitaplardan İslam ile örtüşen kısımları derlemesine rağmen işin Peygamber tarafından makbul görülmemesi ve putperestlikten yeni çıkmış toplum için bugün hayatımızın neredeyse her kısmında bulunan resme tamamen mesafeli durulması zamanın ruhunu anlama açısından önemlidir.

Aynı şekilde İslam dininin iki büyük ibadetini kapsayan Ramazan ve Kurban bayramının Müslümanların bireysel ve sosyal yaşamı için çok değerli olmasından Peygamberimizin eskiden devam eden adetlerin onların yerine geçmesine ve değerlerini düşürmesine izin vermemesi gayet doğal olduğu gibi dini bayramların hem dünyayı hem ahireti kuşatmasından Peygamber (asm) onlar için daha hayırlıdır hükmünü yakıştırmıştır.

Bu meseleyi Müslümanca anlama açısından Hz. Ali’nin yaklaşımı da bize ipuçları vermektedir: "Bir keresinde halk Nevruz için Ali bin Ebu Talib (r.a)'e bir hediye getirdi.  Ali sordu "bu nedir?" Onlar cevap verdi: "Müminlerin Emiri, bu gün Nevruz günüdür." Ali şöyle söyledi: "O zaman her günü Nevruz yapalım." (Es-Sünen el- Kübra 9/532 el-Beyhakî)

Bu kıssadan anlaşılacağı üzere ve bugünkü özel günlere bir cevap taşıması bakımından Hz. Ali hediyeleşmenin sadece özel günlerde olmaması ve sünnet olanın her gün ve her zaman olması gerektiğini vurgulamaktadır.

Hz. Cafer-i Sadık’a ithaf edilen Nevruzda birçok olay olduğu durumu ve İmam’ın özellikle baharla yeniden diriliş hakikatini vurguladığını görürüz. Nevruz kutlamaları Abbasiler ve Selçuklular ve Osmanlılarda da sultanların nevruziye diye açtıkları sofralar ve ikramlarla kutlanmaktaydı. Maliki imamlarının kesinlikle cevaz vermediği Nevruza İranlılarla ortak örf-adet coğrafyasını paylaşan Ebu Suud Efendi’nin bugünde yeni elbiselerin giyilmesinin, yiyip içilmesine ve gezintiye çıkılmasının bir sakıncasının olmadığına dair bir fetvası bulunmaktadır.

Ayrıca klasik edebiyatımızı da besleyen renkli bir unsur olmuştur Nevruz. Hz. Cafer-i Sadık’ın bakışına benzer bir yaklaşımla Nevruzu “mahlûkatın bayramı” olarak tarif eden Bediüzzaman onu bir tefekkür zemini ve ahiret inancına bir numune olarak bize anlatır.

İslam dünyasında bugün Avrasya boyunca kutlanan Nevruz Orta Asya’da şenliklerle kutlanırken İran’da Nevruz hem asli bayram hem yeni yıl hem tatil-seyahat-ziyaret dönemidir. Türkiye’de ise Ergenekon efsanesi ile ilişkilendirilip milli bir boyut kazandırılmaya çalışılsa da Türkler zaten bu coğrafyanın evlatları olarak bu bahar bayramını çok eskiden beri kutlamaktaydılar. Kürtler ise Nevruzun kendi mitolojilerine dayanan bir rivayeti olduğundan sosyal hayatta kısmen yaşatsalar da bugün daha çok siyasi bir malzeme ve ulusal kimliği oluşturma aracı olarak kullanmaktadırlar.

Nevruz tarih boyunca dünya genelinde kutlanan bir bahar bayramı olması açısından göz ardı edemeyeceğimiz bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. İslam’ın ilk yıllarında tamamen mesafe koyulan ve sonrasında örfe dönüşen Nevruzu her şekilde kutlamak bugün bizim için ne kadar doğrudur? Bu soruyu sormam dahi Nevruzun onların neredeyse her şeyi olmuş İranlı dostlarımın tepkisini çekeceğimi biliyorum ama dünya ve ahret düzenini vaad eden İslam benim daha önceliğim olduğu için onu anlamaya çalışmak benim için daha tutarlı olacaktır. Tarihte dini bayramların önüne geçmeden helal dairesinde gerçekleştirilen ve İmamların tavsiyeleri üzere baharın gelişini tefekkür vesilesi ve ahiret delili olarak görme fırsatının karşımıza çıkması bizi ibadete bile taşır.

Oysa İran’da gördüğüm ve etkisi üç hafta süren Nevruz heyecanını bir iki gün gündemde bulunan Ramazan ve Kurban bayramında göremedim ve bir arkadaşımın “Ramazan ve Kurban Bayramı Arabın bayramı, Nevruz benim milli bayramım” sözünü işitme talihsizliğine de uğradım.

Maalesef Türkler ve Kürtlerde de dinin yerine koyulmuş ulus kavramını oluşturmak için İslam öncesinden gelen Nevruz kimliği siyasi ve çatışmacı bir alet olarak kullanılmaktadır. Yine bir Orta Asya ülkesinin birinde normalde hiç görmediğim şekilde Nevruz gününde bazı gençlerin Mart kedileri gibi parkları ve yolları doldurmalarını ibretle seyrettim.  İslam’ın helal dairesi çizgileri gözetilmemesi durumunda Hıristiyanlık dünyasındaki dine dayandığı söylenen ama birçok günahın da zemini görülen Christmas günlerine Nevruzun benzemesi kaçınılmaz görünmektedir.

Zaten bizim korkmamız gereken de uhreviyi unutup bütün emellerimizi, işlerimizi sadece dünya değerleri üzerinden yapıyor olmamızdır.

(AD)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum