Prof. Dr. Musa Kazım YILMAZ

Prof. Dr. Musa Kazım YILMAZ

İsrafın İktisadî Hayata Verdiği Zarar

Daha önceki yazılarımızda da ifade ettiğimiz gibi, iktisat, “orta yolu tutmak, itidal ile hareket etmek, tutumlu olmak, gereğinden az veya çok harcamaktan kaçınmak” anlamlarına gelmektedir. İktisadın karşıtı israftır. İsraf “aşırı gitmek, gereğinden fazla yemek, içmek ve harcamaktır.” İktisatlı ve tutumlu olmak dinimiz tarafından önemle tavsiye edilirken israf yasaklanmış, müsriflerin de Allah’ın sevgisinden mahrum oldukları vurgulanmıştır.[1]

Eski zamanlardan beri, toplumsal hayatın gerekliliğinden bahsedilirken inanın “medeni-i bi’t-tab” (tabiatı itibariyle medeni) olduğu ifade edilmiştir. Bu yüzden insanlar tek tek bireysel hayatlarını devam ettirebilmek için bir topluma, yani toplumsal organizasyona katılmak mecburiyetindedirler. Kuşkusuz bu katılım, fertleri topluma karşı sorumlu hale getirir. Başka bir deyimle, toplumun sağlıklı bir şekilde varlığını sürdürebilmesi için fertlerin, topluma karşı sorumlulukları vardır. Toplum hayatının sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi için de, toplumsal denge ve barışın bir şekilde sağlanması ve fertler arasında duygusal gerilime yol açabilecek etkenlerin giderilmesi şarttır.

İnsanın “medeni-i bi’t-tab” oluşu, yani yaratılışı itibariyle toplumsal hayat içinde yaşamaya muhtaç olması, ekonomik ilişkiler bakımından da büyük bir öneme sahiptir. Bediüzzaman insanın toplumsal hayattaki rolüne ve sorumluluğuna işaret ederek özetle şöyle der:

İnsanın fıtratı medenîdir. Kendi cinsinden olan insanları düşünmek zorundadır. İnsanın şahsî hayatı, ancak toplum hayatıyla devam edebilir. Yediği bir lokma ekmeğin kaç elden çıktığını, giydiği bir elbisenin kaç kişinin emeğiyle meydana geldiğini düşünmek mecburiyetindedir. İnsanın, hayvan gibi bir posta kanaat edememesi ve diğer insanlarla alakadar olması sebebiyle, onlara bir fiyat vermeye mecbur olduğundan, insan yaratılışı itibariyle sosyal bir varlıktır.”[2]

Bu ifadeler, insanın toplum içinde ekonomik bakımdan bazı temel kurallara tabi olması gerektiğini göstermektedir. İnsan böyle bir sorumluluktan kaçtığı takdirde hem şahsî hayatını hem toplumsal hayatı zehirler.

Denilebilir ki, toplumlarda ekonomik hayatın düzenini bozan iki önemli unsur vardır. Bunlardan birincisi, maddi imkânların ihtiyaçlara göre doğru kullanılmamasından doğan israfın bir türlü önlenememesidir. İkincisi de, her zaman beraberinde potansiyel bir gerilim taşıyan sınıflar arasındaki ekonomik dengenin muhafaza edilememesidir. Bediüzzaman, iktisadî hayatı altüst eden bu temel unsurlara referans olarak Kur’an’ın önemle üzerinde durduğu üç esastan söz etmektedir. Bunlar israfın önlenmesi, zekâtın toplumda yaygın hale getirilmesi ve Faizin yasaklanmasıdır. Biz bu yazımızda israf üzerinde duracağız.

Kuşkusuz israf, iktisat ilminin ıslah ve tedavi etmek istediği toplumsal hastalıkların başında gelir. Fertlerin, maddi imkânlarını ihtiyaçlarına uygun bir şekilde kullanmamaları israfın en belirgin özelliğini ortaya koymaktadır.[3] Kur’an “Müsrifîn” diye nitelendirdiği israfçıların, bu işi severek yaptıklarını ifade eder ve onları şiddetle kınar.[4] Çünkü müsrifler, toplumun önemli bir kesimini maddî sıkıntılardan kurtaracak kadar büyük imkânları boş yere harcayan ve tüketen kişilerdir. Üstelik israfçılık mesleği, büyük bir değere dönüşebilecek bu kadar kıymetli varlıkları heba eden müsriflere çok cazip geliyor. Bu yüzden müsrifler israftan zevk alıyor ve vazgeçmek istemiyorlar.

İslâmiyet yeme, içme, giyim, kuşam ve eşya kullanımı gibi hususlarda israftan [aşırılıktan] kaçınmayı, iktisatla yaşamayı ve orta yolu tutmayı emretmiştir. Savurganlığı da, savurganlığın zıddı olan cimriliği de yasaklamıştır. Bir ayet-i Kerimede: (وَاقْصِدْ فِي مَشْيِكَ وَاغْضُضْ مِن صَوْتِكَ) “Hayat yürüyüşünde ölçülü ol ve sesini yükseltme (bağıra bağıra konuşma)"[5] buyrulmuştur. Bir diğer ayette, (وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً إِلَىٰ عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ) “Sen ne ellerini boynuna bağlayıp cimrilik yap, ne de onları büsbütün açıp saçarak tutumsuz ol[6] denilmiştir. Her iki ayet de, orta yol olan dengenin toplumda ne kadar önemli bir kıstas olduğunu göstermektedir.

Bediüzzaman israfın olumsuzluğunu ve topluma verdiği zararı üç açıdan ele alır:

a) Yaratılış Açısından: Kâinatı bir saraya benzeten Bediüzzaman’a göre bu sarayda sürekli çalkalanan bir şehir, bir memleket, hatta bir âlem vardır. Hâlbuki bu sarayda, bu şehirde, bu memlekette ve bu âlemde hayret verici bir denge, bir ölçü ve bir güzellik hükmediyor. Bu durum açıkça gösteriyor ki, kâinatta egemen olan bu çalkantılar, bu girdiler ve çıktılar, bütün kâinatı gören bir zatın ölçüsüyle tartılmakta ve idare edilmektedir. Aksi takdirde denizler kokacak, hava zararlı gazlarla zehirlenecek ve yeryüzü bir mezbeleye hatta bir bataklığa dönecekti.[7]

Bediüzzaman’a göre yaratılış kanunlarına dikkatle bakan herkes kâinatta iktisadın ve israfsızlığın egemen olduğunu görür. Şöyle der: “Allah’ın “Hakîm” ismi, iktisat ve israfsızlık üzerine hareket ediyor; hatta iktisadı emrediyor. Sâni-i Zülcelâl’in, ism-i Hakîmin muktezasıyla, her şeyde en hafif sureti, en kısa yolu, en kolay tarzı, en faydalı şekli ehemmiyetle takip etmesi gösteriyor ki israf, abesiyet ve faydasızlık fıtratta yoktur. İsraf, ism-i Hakîmin zıddı olduğu gibi, iktisat da ism-i Hâkimin lâzımıdır ve düstur-u esasıdır.”[8]

Görülüyor ki, kâinatta israf ve lüzumsuzluk yoktur. Her şeyin yaratılmasında, tedbir ve idaresinde iktisat ve denge gözetilmiştir. Bu itibarla “Hakîm” ismi gereği olarak her şeye değeri nispetinde yer verilmesi ve her şeyin yerli yerinde yaratılmış olması iktisadın insan hayatı için ne kadar gerekli olduğunu, israfın da ne kadar zararlı olduğunu açıkça göstermektedir.

b) İnsanın Benliği Açısından: İsrafın insan benliğinde kötü alışkanlıklara sebep olması açısından düşünüldüğünde, ne kadar kötü bir haslet olduğu açıkça görülür. Kur'ân-ı Kerim'de (إِنَّ الْمُبَذِّرِينَ كَانُوا إِخْوَانَ الشَّيَاطِينِ) "Amaçsızca saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir"[9] buyrularak israf ve savurganlığın, günah sektörünü doğuran en büyük amil olduğu gerçeği vurgulanmıştır. Günah sektörüne en büyük giriş kapılarından birisi sayılan israf, insanı şeytanın tuzağına düşürür. Şeytanın tuzağına düşenler sonunda zarar edecekleri için müsrifliğin sonu hüsrandır. Çünkü müsriflik kişinin sadece malını değil, onur ve haysiyetini, kısacası tüm benliğini şeytana kaptırmakta, böylece onu kişiliksiz hale getirmektedir. Benliği şeytan tarafından bu denli rehin alınan bir insanın çalışma azmi de kalmaz.

İktisatlı olmak ve tutumlu hareket etmek ise bir onur, bir şeref ve bir haysiyettir. Zira tutumlu olanlar kimseye muhtaç olmazlar, rahat ve huzur içinde, onurlarıyla yaşarlar. (لاَ يَعُولُ مَن إِقْتَصَدَ) "İktisat eden maişetçe fakirlik belasını çekmez"[10] hadis-i şerifi, tutumluluğun toplum ve aile hayatındaki yerine ve kişinin izzet-i nefsinin korunmasına büyük önem atfediyor.

Bediüzzaman bu konuda şöyle der: “İsraf kanaatsizliği intaç eder. Kanaatsizlik ise çalışmanın şevkini kırar, insanı tembelliğe atar; hayatından şikâyet kapısını açar. Mütemadiyen şekva ettirir. Hem ihlâsı kırar, riya kapısını açar, hem izzetini kırar, dilencilik yolunu gösterir.”[11]

Diğer taraftan aşırı savurganlık ve amaçsız harcama, nimetin kadrini bilmemek anlamına da geldiği için israf bir nankörlük ve bir şükürsüzlük olarak değerlendirilmiştir. İktisat ise manevi bir şükür ve nimete karşı bir hürmet olarak kabul edilmiştir. Gerçekten de israf nimeti hafife almak anlamına gelirken, iktisat, nimete karşı bir saygıdır. Bediüzzaman bu konuda özetle şöyle der:

Hâlık-ı Rahîm, insaoğluna verdiği nimetlerin karşılığında şükür istiyor. Oysa israf şükre zıttır ve nimeti hafife almaktır. İktisat ise, nimete saygı göstermektir. Evet, iktisat hem manevi bir şükür, hem rahmet-i İlâhiyeye karşı bir hürmet, hem katî bir surette berekete sebeptir. Diğer taraftan hem bedene perhiz gibi bir medar-ı sıhhat, hem manevî dilencilik zilletinden kurtaracak bir sebeb-i izzet, hem nimet içindeki lezzeti hissetmesine ve zahiren lezzetsiz görünen nimetlerdeki lezzeti tatmasına kuvvetli bir sebeptir. İsraf ise, mezkûr hikmetlere muhalif olduğundan, vahim neticeleri vardır.”[12]

Görüldüğü gibi israfın, insan kişiliğini etkileyici bu olumsuz sonuçlarını önlemek için insanın, onurunu zedelemeden, çalışma azmini yitirmeden ve tembelliğe sapmadan, kanaat ve rıza ile hareket etmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bediüzzaman israfı önlemede en güçlü müeyyidenin yine iman olduğuna işaret etmekle beraber her şeyin kader ile takdir edildiğini, rahat etmek isteyen insanın kısmetine razı olması gerektiğini”[13] dile getirmiştir.

c) Günümüz İktisat Teorileri Açısından: İsrafın olumsuz sonuçları günümüz iktisadî hayatında daha çok etkili olmaktadır. Eski zamanların tarıma dayalı ekonomilerinde, refah da sefalet de bugünkü kadar belirgin değildi. Günümüz bilgi toplumuna geçiş yapan sanayi toplumunda ise, refah seviyesi çok yüksek olan kesimlerin yanında sefalet içinde hayatlarını sürdüren kesimler de bulunmaktadır. Sömürgecilerin, ham madde temini konusunda sınır tanımaz hırsları, aşırı sanayileşme ve silahlanma yarışı dünya üzerinde hayatî öneme sahip tarım alanlarının zarar görmesine yol açmıştır. Bunun sonucunda aşırı tüketim ve israf üzerine kurulu bulunan bugünkü Batı dünyasının ekonomileri büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalmışlardır. Küreselleşen dünyadaki bu sıkıntılar bütün dünya ekonomilerini de etkilemektedir.

Her ne kadar Batılı toplumlar ekonomik refah seviyelerini bu güne kadar sürdürmüşlerse de, artık yeryüzünde insanlara sunulan nimetlerin sınırlı olduğunu nihayet onlar da anladılar. Refahın temininde hayatî öneme sahip olan su ve gıda gibi kaynakların bugüne kadar hep amaçsızca israf edildiğini, bundan sonra insanlığın israf gibi bir lükse sahip olamayacağını büyük ekonomi patronları da kabul ediyorlar.

Kur’an-ı Kerim’de yer alan (وَكُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَا تُسْرِفُوا ۚإِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ) “Yiyiniz, içiniz, ancak israf etmeyiniz. Çünkü Allah müsrifleri sevmez[14] ve (وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَىٰ) “İnsan başkasının değil, sadece kendi çabasının karşılığını görecektir[15] ayetleri, insanın dünya hayatındaki mutluluğunun, harcama yaparken iktisatlı davranmaya ve disiplinli bir çalışma hayatına bağlı olduğunu açıkça ifade etmektedir.[16]

Bediüzzaman, bir uygarlığın asıl amacının insanların istirahati ve dünya hayatının mutluluğu olduğunu, semavi kanunlara muhalif hareket eden Batı uygarlığının ise bu iki önemli sonucu gerçekleştiremediğini, dolayısıyla Avrupa medeniyetinin sergilediği çirkinliklerin güzelliklerine galip geldiğini ifade etmektedir. Ona göre Batı uygarlığı, iktisat ve kanaat yerine israf ve sefahati, çalışmak ve hizmet etmek yerine de tembellik ve istirahat meylini insanlığa aşılamakla, insanların büyük kesimini hem fakir hem de tembel yapmıştır.

[1] Enam, 6/131.

[2] Said Nursi, Hutbe-i Şamiye, s. 52.

[3] Safa Mürsel, Bediüzzaman ve Devlet Felsefesi, s.537.

[4] Yunus, 10/13.

[5] Lokman, 31/19.

[6] İsra, 17/29.

[7] Lem’alar, 288.

[8] Lem’alar, 291.

[9] İsra, 17/27.

[10] Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 447.

[11] Lem’alar, 135.

[12] Lemalar, a.y.

[13] Mesnevi-i Nuriye, s. 110.

[14] Araf, 7/31.

[15] Necm, 53/39.

[16] Hutbe-i Şamiye, s. 156.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum