Tülay KARATEKİN

Tülay KARATEKİN

Deprem yazıları-1/ 25 saniye…

Sıradan bir günün, sıradan dakikaları içindeki sıradan saniyeleri yaşadığımızı zannediyorduk ki…

Kulakları hayrete düşüren bir ses, ayakları yerden kesen şiddetli bir sarsıntı… Sonrası can-hıraş çığlıklar… Toz, toprak…

Akşam inen soğukla titreyerek kapısını açtığınız, sıcacık havası yüzünüze vururken sevindiğiniz, burnunuzda yemek kokuları ve kulaklarınızda sevinç nidaları ile sokulduğunuz evinizden kaçar adım uzaklaşırsınız.

Çünkü ayakta kalmaya direnen evinizin döşemeleri ve duvarları çatırdamaya başlamıştır. Üzerine yaşanmışlık kokusu sinen duvarlar çatırdıyor, sendeliyor, derken parça parça kopuyor.

molla_kasim_koyu1.jpgEviniz sizin için dünya üzerinde en sıcak, en güvenilir sığınakken, sadece yirmi beş saniyede bahçe duvarına bile yaklaşamadığınız bir harabeye dönüveriyor. Çok değil sadece yirmi beş saniye… Bir, iki, üç, dört… Ömrünüzden ömür alıp gidiyor vesselam.

Gecelerce incelediğiniz, hangi köşesinde hangi anlamsız şekillerin olduğunu neredeyse adınız kadar iyi bildiğiniz tavan yerdedir artık. “Her şey alt üst oldu” deyimi en çok buraya yakıştı bu kez sanıyorum. İlk defa bu denli içten kurduğumu hatırlıyorum bu cümleyi.

Evlerinden dışarı kendisini sağlam atabilen, toza bulanmış komşularımızla mahşer sahnesinin eşiğinde küçük bir prova yaptık. Gözlerdeki buhranı size nasıl anlatmalı!

molla_kasim_koyu2.jpgSarsıntı durduğunda herkes evine yöneldi. Tabi kaldığı yerden devam edebilmek içindi bu çaba. Tam elini bardağa uzatırken, yeşil bir elmayı ısıracakken, sobaya odun atarken, ya da sofraya yemek tabağını bırakırken… Ne kadar da zordu artık kaldığımız yerden devam edebilmek…

Biz evcilik mi oynuyorduk? Haylaz bir çocuk uğradı yurdumuza; etrafına taş dizerek sınırlarını çizdiğimiz evimizi bozdu, tabakları çanakları bir kenara fırlattı, avuç avuç toprak yığdı evimize ve bizi ardında gözü yaşlı bırakarak uzaklaştı.

Depremden iki gün sonra, sadece salonu çatlak duvarlarıyla ayakta duran evimize girdiğimde, içimdeki sancıyı size nasıl anlatmalı… Koltuklarımızın üzerine toprak yığınları oturmuş, annemin özenerek koruduğu güzelim halıların renkleri tozdan görünmez olmuştu. Eve bomba düşmüş gibiydi. Duvardaki tablolar yamulmuş, fakat içindeki resimler soğukkanlı olmayı başarmış gibiydiler. Onlara bakınca birkaç dakika dahi olsa yuvamda olduğum hissine kapıldım. Dedem yine tatlı tatlı gülümsüyordu bana işte… Kaplumbağa terbiyecisi yine aynı vakarlığıyla duruyordu derin çatlaklı duvarda…

molla_kasim_koyu3.jpgDepremin şiddeti camları ardına kadar açmış, rüzgâr geçen bayram özenerek yıkayıp astığımız beyaz tülleri umarsızca savuruyordu. Pencere mermerinde annemin sardunyaları, hanımelileri, menekşeleri korkudan solmuştu. Yeşil yaprakları saksıların kenarlarına yapışmış esen rüzgârda kimsesiz kalmışlardı. Pencereden dalan rüzgâr sehpaların üzerindeki tozu toprağı savurup, gırtlağınıza doldurdukça, hatıraların gözlerinizden akmasını önlemek ne mümkün…

Televizyon kumandası koltuğun üzerinde tozdan görünmez bir halde, kendisine her gün uzanan elleri bekler gibiydi. Hayatımda eşyaları hiç bu denli hüzünlü görmemiştim ben. Masaya, mindere, koltuğa dokunsan ağlayacaklardı. Sanki değsen, “bitti artık devam edelim kaldığımız yerden”  diye fısıldayacaklardı. Eşyaların da ruhları olduğunu işte o gün fark ettim.

molla_kasim_koyu4.jpgHer şey derinden yaşanıyordu, her eşyanın kendine göre bir hüznü vardı o muhakkak; ama beni en çok yaralayan ve ömrüm boyunca gözümün önünden gitmeyecek bir sahne vardı ki, saatlerce başına oturup seyretmekten kendimi alamadım. Öyle ki depremden sonraki birkaç gün sırf onları tekrar tekrar görmek için defalarca enkaza girip çıktım.

Bir sofra… Öğle yemeği sofrası… Toza bulanmış bardaklar, tabaklar, tuzluklar, kaşıklar, tabakta turp dilimleri, turplar kurumaya yüz tutmuş içine toprak ve küçük çakıllar doluşmuş, tabaklarda kurumuş, içi toprak dolmuş, yarım kalmış yemekler, bölünmüş ekmekler… Su dolu, dibine çökmüş çamurla duran cam bardaklar… O kadar kimsesizdiler ki. Rüzgâr sofraya vurdukça üşüdüm, ama üşüyen bedenim değildi ruhumdu bu sefer.

molla_kasim_koyu5.jpgÇünkü onlar her zerresiyle bizimdi. Bayram sofralarında birlikteydik, doğum günlerinde, hastalıkta bir kepçe sıcak çorba ile… Her daim neşeli olan bu nesneleri bu denli boynu bükük, ortada, toz toprak içinde görmekti canımı yakan.

Kapıdan çıktım. Alışkanlık, elim kapatmak için arkaya dönüp kapıyı aradı. Nafile bir çabaydı bu, çünkü artık ne kapayacak bir kapımız; ne de sofrasında oturacağımız bir evimiz vardı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum