Denizli Hapishanesi Hatırası: Meyve Risalesi ve Hafız Ali

Zindan kimine mahpushane, kimine terbiyehanedir. Kimine tek başına bir idamhane, kimine Hz. Yusuf’u saraya götüren bir Medrese-i Yusufiye’dir.

Mahpushanenin karanlığı bulaşıcıdır. İnsandan insana zemherideki rüzgar gibi dolaşıp durur. Boşluk insanlarda ve insanlar arasında karanlık oluşturur.  Herkes dünyaya talip olunca öfke korkuya, haz cezaya galip gelir. Zira gençlik damarı akıldan ziyade his ve hevesi dinler. Dünya bir üzüm tanesi yedirir, onu yiyeni önce sarhoş eder, ardından zindanlara atar. Zindan insanın içinde, insan zindanın içinde kalır.

Mümin için hapishane “mütemadiyen çıkanlar ve girenler için  muvakkat bir misafirhanedir.” Dünya ise “acele hareket eden kafilelerin  yollarında bir gecelik konmak ve göçmek için bir handır.”

Zindan bir Medrese-i Yusufi’ye ve Medrese-i Nuriye’dir.

Çağımızda bir iman inkılabı gerçekleştiren Bediüzzaman ve talebeleri için zindan bir Medrese-i Yusufi’ye ve Medrese-i Nuriye’dir.

Hapishaneler cazibedar bir fitne içinde olan ve henüz aklını kaybetmemiş gençleri terbiye etmek için açılmış bir Dersane-i Nuriye’dir. “Hapishaneye güneş doğmaz” diye türkülerin söylendiği bir dönemde Denizli hapishanesine güneş insan Bediüzzaman ve talebeleri doğar. Mahpusları ölümün nurlu, ebedi hayatın huzurlu yüzü ile terbiye ederler.

Zindanlar içre meleklerden, feleklerden, dualardan tazarrulardan niyazlardan, Risalelerden, Kur’an’dan bir dünya kurarlar. “Dünya müminin zindanır” hadisinin ahirete bakan nurani yüzünü gösterirler. Hayatları zindana dönen mahpusların yüzlerini cennete çevirirler. Zindan koridorlarında cennet saraylarında gezdirirler.

Medrese-i Yusufîyeler Bediüzzaman’a Rahle Olur.  Zindanda mum ışığında Risaleler telif edilir. Kibrit kutularına yazılan Risaleler elden ele dolaşarak dünyanın dört bir yanına yayılır. Burada Bediüzzaman’ın en büyük yardımcısı Hâfız Ali’dir.

Gül Fabrikası Sahibi Hafız Ali

Risale-i Nur’da Barla sıddıklarının en mümtaz şahsiyetlerinden birisi olarak takdim ve takdir edilen Hafız Ali (Ergün), 1898 yılında  İslâmköy’de dünyaya gelir. 1929 yılında Bediüzzaman ile tanıştıktan sonra hayatını Risâle-i Nur’a vakfeder. Onun önderliğinde yazmak, okumak ve okutmak suretiyle yapılan Nur hizmeti ile Bediüzaman’ın ifadesi ile İslamköy “Nur Fabrikası” haline gelir. Fabrikanın sahibi Hafız Ali olur.

Hafız Ali birçok talebe ve hafız yetiştirir. 14 yıl boyunca evinden çıkmaksızın Risaleleri yazar. Nur’un hemen ekser parçalarını anlayarak okur. Üstadının en gizli ve en ince esrarına vakıf olur. İhlası, samimiyeti, sadakati, feragatı ve kahramanlığı ile kısa sürede dikkatleri üzerine çeker.

14 yıl önce Barla’da Medrese-i Nuriye’de yolları buluşan Hafız Ali ile Bediüzzaman 1943 yılında Denizli Hapsinde tekrar buluşur.

Üstadı ile kurduğu ruh akrabalığı bir zaman sonra Bediüzzaman’ın canını canında taşıyacak noktaya gelir. Üstadı için kendini feda edecek dereceye varır.

O günlerde Üstadın şakirdi olmak demek hapsi, işkenceyi, sürgünü dahası ölümü göze almak demektir.

O günlerde Üstadın talebesi olmak kelleyi koltuğa almak, kefeni boyuna takmak demektir.

O güne kadar Üstadın şakirdi olduğu gerekçesiyle yüzlerce kişi tutuklanıp hapse atılmıştır. Bir gün sıra Hâfız Ali’ye de gelmiştir.

Denizli Hapsinin Gülü

Artık Hafız Ali hapistedir. Şeyhine ermiş mürit gibi, Leyla’sını bulmuş Mecnun gibi bir hal vardır onda.

Türlü sorgulardan, işkencelerden geçmektedir. Hakimin ‘Risâle-i Nur’da yazılı Hafız Ali sen değil misin?’ şeklinde tehditkar sözlerine, hamiyet-i İslâmiyeyi taşıyan âlî vicdanıyla adalet ve hakikatin tecelli etmesi için iftiharla ve kahramanca haykırır: Risâle-i Nur’da yazılı Hafız Ali benim…

Aydınlık bir yüzü vardır Hafız Ali’nin. Sanki güneş her an yüzünde yeniden doğmaktadır. Yüzünden zindanlara sayfa sayfa nur yağmaktadır.

Gözleri ruhunun ufkudur. Gözlerinde korkudan eser yoktur. Bir sükunet denizi dalgalanıp durur.  Bakışlarında kimselerin dalamayacağı bir derinlik vardır. Gözlerinde kimsenin varamayacağı bir zirve.

Sesi zikre ayarlanmıştır. Zikreder gibi konuşmaktadır.

Hayatını gönüllerdeki pası silmeye, gözlerdeki yaşı dindirmeye, sözlerdeki çürümeyi gidermeye adar.

Zindanın dalgaları içinde herkese saklı bir liman olur.

Denizli Mezarlığında Yatar Yıldızlar İçre

Rüyayı hakikate açılan pencere olarak görür. Zaten uyanıkken de rüyada gibi bir huşu ve gerçeklik hali yaşar. Denizli Hapsine gelmeden bir süre önce Isparta’da bir rüya görür. Rüyada bir adam karşına çıkar. “Al sana Denizli toprağı”, deyip eline bir avuç toprak verir. Uyanır. Anlar ki Denizli zindanına girecek ve orada vefat edecektir.

Rüya gerçek olur. Yıllar sonra Denizli zindanına girer.

Risale-i Nurları susturmak isteyenler Üstadı defalarca zehirlerler. Türlü komplolar kurarlar. Aynı hal Denizli hapsinde de devam etmektedir. Bunu fark eden Hafız Ali her vesile ile Üstadına olan sevgisini ve sadakatini arz eder; onun için kendini fedâ etmeye hazır olduğunu bildirir.

Bir gün hapishanede Nur Talebelerini yanına toplar. “Ben dua edeceğim, siz âmin deyin.” diyerek duaya başlar: “Ya Rab, bu millet ve vatan Risale-i Nur’a muhtaç. Eğer Üstad vefat ederse Kur’an davası yarım kalacak. O Nur kahramanının canını alma, benim canımı al ve benim ömrümü ona ver” diye diye ağlayarak dua eder.

Duası kabul olur. Zalimler bu defa Hafız Ali’yi zehirlemişlerdir. Zehrin etkisiyle ağır şekilde hastalanır.

Üstadın Teselli Mektubu

Durumdan haberdar olan Üstadı onu teselli etmek için bir mektup yazar: Aziz kardeşim Hâfız Ali, hastalığını merak etme. Cenâb-ı Hak şifa versin, âmin. Hapiste her bir saat ibadet on iki saat ibadet yerinde bulunmasından, çok kârlısın. İlâç istersen, bir kısım dermanlar bende var, sana göndereyim. Zaten ortalıkta bir hafif hastalık var. Ben mahkemeye gittiğim gün, herhalde hasta oluyorum. Belki sen bana yardım etmek için, eski zamanda birbirinin bedeline hasta olması ve ölmesi gibi harika fedakârlık gösteren zatlar gibi, benim bir parça rahatsızlığımı aldın.

Hastaneye kaldırılır. Yanındaki Nur Talebesine seslenir: Kardeşim ben çok ağır hastayım… Benim bu günlerde yüzde doksan dokuz berzah kapısını açma ihtimalim var. Ölümü severek karşılayalım… Ölümü gülerek karşılayalım… Nur talebeleri ölümden korkmaz… Ben çok memnunum… Üzüldüğüm bir nokta ise: Şimdiye kadar bunlar bizi serbestçe vazife yaptırmadılar. Vay geliyorlar, vay gidiyorlar, baskın var, yakalayacaklar gibi hep endişeli oldu bu hizmetler... Artık, Nurlar küfrün bel kemiğini kırmıştır… O perdeyi yırtacak; esas hizmetler şimdiden sonra olacaktır inşallah… Ben o hizmetlere erişemediğim için üzülüyorum…”

Kısa süre sonra Üstadının yerine hastanede şehiden vefat eder. Akabinde Denizli Kabristanına defnedilir.

İlk baharın on yedinci gününde binlerce nura ve güle bedel nurlu bir gül solar kainat bahçesinde.  45. yaşındaki şecere-i nuriye Hakk’a erer.

Üstadın Taziyesi

Vefatı Üstadını meyusane ağlatır. Acıya dayanamayınca dile gelir:

 “Ben Hâfız Ali'yi unutamıyorum. Onun acısı beni çok sarsıyor. O hapiste Meyve Risalesini kemâl-i aşkla yazarken ve okurken vefat etti.

Gizli düşmanlar beni zehirlediler. O benim bedelime hastahaneye gitti ve benim yerimde berzah âlemine seyahat eyledi, bizi meyusâne ağlattırdı. (...) Nur’un böyle bir mânevî kahramanının vefatı bizi sıkarken, (…) birden İlahi inayet imdada geldi. Mübarek kardeşlerimin hâlis duâlarıyla o merhum şehidin, kuvvetli emârelerle, kabrinde Nurlarla meşgul olması ve suâl meleklerine mahkemedeki gibi Nurlarla cevap vermesi (...) inâyet-i Rabbâniyenin imdadımıza yetiştiğini ispat etti.

O bir şehit. O benim yerime şehit oldu... Benim bedelime şehid olacağını hissetti. Kuvvet-i ihlâsının kerâmeti olarak bana gönderdiği mektubunda bunu haber veriyordu. Haber verdiği gibi şehid oldu.

Onu aynen hayattaki gibi Risâle-i Nur’la meşgul olarak en yüksek bir ilimde çalışan bir talebe-i ulûm vaziyetinde ve tam şehidler mertebesinde ve tarz-ı hayatlarında biliyorum

Ben hem kendimi, hem sizi tâziye ediyorum. Merhum Hâfız Ali’yi ve Denizli Mezaristanını tebrik ediyorum. Meyve Risâlesinin hakikatini ilmelyakîn ile bilen bu kahraman kardeşimiz, aynelyakîn ve hakkalyakîn makamına çıkmak için, kabre cesedini bırakıp melekler gibi yıldızlarda âlem-i ervahta seyahate gitti ve tam vazifesini yapıp terhisle istirahate çekildi.

Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, Risâle’nin  bütün yazılan ve okunan harfleri adedince defter-i a’mâline hasenat yazdırsın, âmin.

Ve onların sayısınca onun ruhuna rahmetler yağdırsın, âmin.

Ve kabrinde Kur’ân’ı, Risâle’yi ona şirin ve enis arkadaş eylesin, âmin.

Ve Nur fabrikasına onun yerine on kahramanı ihsan edip çalıştırsın, âmin, âmin, âmin...

YâRabbî! Onu kıyamete kadar Risâle kisvesinde hakaik-i imaniye ve esrâr-ı Kur’âniye ile kemâl-i ferah ve sevinçle meşgul eyle; âmin. İnşaallah.

Siz de benim gibi duâlarınızda onu yâd ediniz. Bin lisan onun lisanı yerine istimal edip, o kaybettiği bir hayat ve bir dil yerinde mânevî bin hayat kazandı diye rahmet-i İlâhîden ümitvarız.”

Üstad Hafız Ali’nin Mezarında

Üstadı hapisten çıktıktan sonra bir ikindi vakti Hafız Ali’nin mezarına gider. Hüzünden yüzü çökmüştür. Kur’an okur, dua eder. Mezar taşına dokunur. Hafız Ali’nin ruhuna dokunur. Hep kağıtlara Risaleler yazan Üstad bu sefer mezar taşına yazar: Mahkeme-i Kübray-ı Haşirde Nur talebelerinin bayraktarı şehit merhum Hafız Ali.

Elini semaa kaldırır. “Bu şehit bir yıldızdır” diye diye inler. Talebeleri başlarını kaldırırlar. Bakarlar ki güpegündüz gökte bir yıldız ışıl ışıl parlamaktadır.

Evet, Denizli hapsinin bir meyvesi olan Meyve Risalesi ilk önce işte şimdi şu mezarda yatan Hafız Ali’nin ruhunda telif edilir. Akabinde satır satır sayfalara dökülür. Hafız Ali de hapiste bu sayfaları kemal-i aşkla yazarken ve okurken vefat eder. Hapishaneyi Medrese-i Yusufiye’ye çeviren Hafız Ali bu sefer Meyve Risalesi ile kabri bir Medrese-i Nuriye’ye çevirir. Hapiste mahpuslara Nur dersleri veren Hafız Ali bu defa kabir de Münker ve Nekir meleklerine aynı dersleri verir.

Meyve Risalesinin Meyvesi: Hafız Ali

Evet, 45 yaşında nurani bir ağaç olarak Hafız Ali vefat etmiştir. Oysa Hafız Ali kainatlara değişilmeyecek nurani bir ağaçtır.

Hafız Ali gibi kainat da bir ağaçtır. Çekirdeği dünya, meyvesi insandır.

Ham meyve dalında durmak ister. Olgunlaşınca toprağa düşmek diler. Ham insan dünya ağacına asılmış meyvedir. Fıtratı gereği ya olmak ya ölmek ister. Bir zaman sonra hamdım, piştim, yandım, der. Ham iken has olur.  Has olunca, yani olgunlaşınca, yani kemale erince yaratıldığı toprağa bir çekirdek gibi düşmek, oradan ebedi aleme göçmek ister.

İnsan ezelden gelmekte ebede gitmektedir. İnsan çekirdektir. Çatlar,  ağaç olur; dal budak verir. Bir zaman sonra meyveye durur. O meyve içinde binlerce çekirdeği barındırır. Toprağa düşer. Geldiği yere döner. Çekirdek iken yüzlerce meyve, meyve iken binlerce çekirdek olur. Bir iken bin olur. Değil mi ki iman cennette tuba ağacı olarak meyve verecek ağacın çekirdeğini taşımaktadır.

Ağaç meyvesinden tanınır. Meyvesiz ağaç, sessiz neye benzer. Ne dili vardır söyler. Ne kulağı vardır dinler. Ne kalbi vardır hisseder. Ne aklı vardır akleder. 

Kainat bir ağaçtır. Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) o ağacın meyvesi ve çekirdeğidir.

Peygamberimiz bir ağaçtır. Kökleri enbiya, dalları evliyadır.

Peygamberimiz bir tohumdur; en güzel meyveleri Hz. Fatıma ve  Hz. Ali’dir.

Hz. Ali (r.a.) bir çekirdektir. Onun en güzel meyvelerinden biri Bediüzzaman’dır. Üveysilik makamı ile Bediüzzaman’a mana aleminde ders vermiştir. Meyve Risalesinin telifini haber vermiştir. Başta Meyve Risalesi olmak üzere birçok Risalenin yazılmasında çekirdek vazifesi görmüştür. Üstad da bu himmete Risalelerde 157  kez ismini yad ederek mukabele etmiştir.

Bediüzzaman bir çekirdektir. Risaleler onun biricik meyvesidir.

Denizli Mezarlığının Hafızı ve Hafızası:Hafız Ali

Bediüzzaman bir çekirdektir. Onun Risalelerini, en çok da Meyve Risalesini en güzel şekilde yazan Hafız Ali onun en zarif meyvesidir.

Meyve Risalesi Denizli Medrese-i Yusufiye’si namındaki Medrese-i Nuriye’de serpilen bir ağaçtır. Çekirdeği Hz. Ali, gövdesi Bediüzzaman, meyvesi Hafız Ali’dir.  Meyve Risalesi iki Ali (Hz. Ali ve Hafız Ali) arasında gidip gelmektedir.

Meyve Risalesi Rabbimizin Evvel, Ahir, Zahir ve Batın isimlerinin beşiğinde Hafiz ismi ile telif edilmiştir. Ezelden ebede, zahirden batına doğru seslenmektedir. Hafız ismi ile bu sesler hıfzedilmekte, o ali ruhlar kaydedilmektedir. Evveli ruhlar alemi, ahiri ahiret alemidir. Zahiri ceset, batını ruhtur.

Evet, Meyve Risalesinin evveli Hz. Ali, ahiri ahirete intikal eden Hafız Ali’dir. Zahiri Bediüzzaman,  batını Risalelerdir.

Bediüzzaman bir dal, Hafız Ali o dalda bir meyvedir. Dal kırılacak diye meyve kendini feda etmiştir.

Mezar Hafiz isminin tecelli ettiği yerdir. Mezar bir hafızadır. Orada ruh ve beden hıfzedilir.  Hafız Ali, Kur’an’ın ve onun tefsiri Meyve Risalesinin hafızasıdır. Öyle ki kabirde münker ve nekir meleklerine Meyve risalesinden devşirdiği iman hakikatleri ile nur dersleri verir ve hala vermeye devam etmektedir.

Denizli Mezarlığının hafızı ve hafızası Hafız Ali’dir. Nur Talebelerinin vefat sicilini tutmaktadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum