Demokrasi ve meşruiyet

Bediüzzaman'ın demokrasiye olumlu yaklaşması öncelikle bir medeniyet tavrı olmasındandır.

‘Medenilere galebe çalmak ikna iledir’, laf anlamaz vahşiler gibi zorla bunu yapamazsınız.

Bu nedenle demokrasi medenilerle iletişim dili olarak gereklidir.

Demokratik yöntemler her zaman kavli leyyin (ikna edici dil, propaganda değil) ile iletişimi öngören dinin önemli bir gereci olarak kullanılabilir.

Buna karşın, demokrasinin kendi içindeki sorunları (propaganda gibi), dinin (demokrasinin) içine girmesiyle düzeltileceği de bir kaçınılmaz gerçektir.

nursi_secim_sandik.jpgBediüzzaman'ın meşrutiyet-i meşrua dediği bu yaklaşım demokrasinin dinin eliyle düzenlenmesini ifade ediyor. Bunun için, Batı medeniyetinin büyük bir argümanı olarak ortaya çıkardığı demokrasinin yeni medeniyet oluşumunda evrilerek içindeki olumsuzluklardan arındırılıp, dinin tar-u taze hakikatleriyle ‘gerçek’ anlamına kavuşabilmesidir.

Hâzır medeniyet anlayışı, hayatı bir cidal (müsabaka fikri başlangıçta doğru bir yaklaşımdır, ancak bunun neticeyi istemek için bir propagandaya dönüşmesi sorunludur) olarak gördüğünden demokrasi de bir mücadele biçimi olarak kurgulanmıştır.

Bireyler, gruplar, partiler, devletler halinde bir mücadele ve kazanma-kaybetme davası vardır. Kısaca, iktidar mücadelesi ve buradan kaynaklı bir sıralama söz konusudur.

İktidar, muhalefet ayrımıyla her yapı içinde sürekli bir diyalektiği taşıması gerekliliği öne çıkarılmıştır.

İslam’ın medeniyet anlayışında ise hayat bir (yarışma içinde) yardımlaşmadır, paylaşmadır.

‘Hak’kın varlığı esastır.

Hakkın büyüğü küçüğü olmaz, en küçük şey bazen en büyükten daha öndedir.

Üstünlük sadece takva iledir. Takva, her kişinin eşit kazanımına açık çok geniş bir yoldur. Herkesin kendine ait bir süreçtir, bir mücadele unsuru olması mümkün değildir. Müminler, hayırda, iyilikte (kendi kulvarlarında) birbirleriyle sadece yarışırlar. 

Bireyler, gruplar, devletler muvazenesinde hak ve adalet birlikte bulunmalıdır.

İslam, alemlere rahmet olduğu için her bir bireye, dünyanın her bir noktasına eşit uzaklıktadır.

İslam komşusunun beslenme hakkını savunmakla kalmaz, onu doyurmayı kendine bir zorunluluk olarak bulur.

Zenginliği bir hak olarak kabul eder. Fakirin ihtiyacını karşılamasının yollarını açmakla kalmaz. Ona sadaka ve zekat ile kendi zenginliği içinde bir hak olarak görmek zorundadır ve mesela, malının kırkta biri gibi bir mecburi oranı fakirlere hak olarak verir.

İslam kendiyle mücadele edenlerle mücadele eder, ancak aşırıya kaçmaz yani hayatı bütünüyle bir mücadeleye çevirmez.

Müslümanın bir toplulukla bitmeyen bir mücadelesi olamaz. Bir topluluğa düşmanlığı haksızlık yapmaya sebep olamaz.

İslam, ‘Barış’ kavramını bütünüyle evrensel bir koşula bağlar.

İslam hakkını yarışarak değil, barışarak almayı önceler. (Hudeybiye örneği)

Kazananın mağrur kaybedenin mağdur olduğu bir müsabakayı reddeder. İslam anlayışı kazananın tevazu, kaybedenin tevekkül içinde olmasını gerektirir.

Her medeniyet bir öncekinin birikimlerini kullanılır, evrilir; aslında her medeniyet bir öncekinin çocuğudur. Bu nedenle batı medeniyeti bir yeni İslam medeniyetini doğurmalıdır; bu da demokrasi ve özgürlük kavramlarının içinin yeniden doldurulmasını (gerçek ‘ileri demokrasi’) zorunlu kılmaktadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
11 Yorum