Sebahattin YAŞAR

Sebahattin YAŞAR

Bütün vazifeleri şahs-ı mânevîye bırakmak

Şahs-ı mânevî nedir? Şahs-ı mânevî; bir şahıs olmayıp, kendisine bir şahıs gibi muâmele edilen şirket, cemaat, cemiyet gibi ortaklıklar; belli bir kişi olmayıp bir cemaatten meydana gelen mânevî şahıstır.

Şahs-ı mânevî; İslâmiyetin ruhuna uygun ve Risâle-i Nur eserleriyle daha bir dünyamıza girmiş ve bu asrın ‘olmazsa olmaz’ları arasında değerlendirilen özel bir kavramdır. Güç, düşünce, inanç, ifade biçimi, yaşayış biçimi birliği gibi pek çok ‘birlik’leri bünyesinde barındıran şahs-ı mânevî, bu birliklerdeki aksaklıkları da kendi içinde tamir eden, ‘akıl akıldan üstündür’ anlayışıyla, bireysel zaafları aşabilen bir ‘birliğin’ adıdır.

Şahs-ı mânevî; geçmişi, hâli ve geleceği içine alan bir nurânî hattın da adıdır. Bu yönüyle zamanlar üstü bir çizgi meydana getirir. Yani geçmiş, hâl ve geleceğin birikimlerinin, duâlarının, hisselerinin birleştiği bir hayt-ı nurânîdir. Onun için, şahs-ı mânevî içerisindeki kişinin, kendi şahsı için düşündüklerinin daha ötesini şahs-ı mânevî için düşünmesi zarûrîdir. Yani kendin için istediklerini şahs-ı mânevî için de istemek durumundasın.

Kişi, dâhî de olsa, şahs-ı mânevî karşısında etkisizdir “Bu zaman, cemaat zamanıdır. Ferdî şahısların dehası ne kadar harika da olsalar, cemaatin, şahs-ı mânevîsinden gelen dehasına karşı mağlup düşebilir.” (E.L. s. 70)

Şahs-ı mânevî içerisinde dâhî şahsiyetler bulunabilir. Hatta şahsiyetlerdeki nitelik arttıkça; bu, cemaatin niteliğini de etkileyecektir. Bu duruma ‘keyfiyet’ meselesi denilmektedir. Nitekim artık bu keyfiyet bireyden ayrılmış şahs-ı mânevîye dönüşmüştür. Onun için şahs-ı mânevînin gücü, etkisi, yetkisi, gavsiyet ve kutbiyet gibi makamlardan daha üstün tutulmaktadır. Konu, Nur talebeleri açısından ele alındığında; “Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsi ve şahs-ı mânevîyi temsil eden has şakirtlerinin şahs-ı mânevîsi ferit makamına mazhar oldukları için…” (H.R. s. 318) şeklinde izah yapılmaktadır.

Ene'yi havuz içinde eritmek

Birey, şahs-ı mânevî içerisinde anlamlıdır. Birey, şahs-ı mânevî ile birey olmanın ötesinde bir değer kazanmaktadır. Bu gücü elde etmek aklın ve mantığın bir gereğidir. Hatta Kastamonu Lâhikası, s. 102’de, bu asırda yapılan bütün hücumlara karşı, ancak cemaatten çıkan bir şahs-ı mânevînin dayanabileceği ve hükmedebileceği dikkatlere sunulmaktadır. Burada ayrıca, bir buz parçası hükmündeki enaniyet ve şahsiyetin, büyük bir havuza sahip olmak için, o havuza atılması ve eritilmesi gereğine vurgu yapılmaktadır.

Zaman, cemaat zamanıdır

Cemaat, özellikle bu asrın ortaya çıkardığı bir zorunluluktur. Bu mânevî kavram -birey için- aynı zamanda, bir dayanak noktasıdır. Aidiyet duygusu ile birey, cemaatin maddî ve mânevî gücünü yanında hissedecektir. Şahs-ı mânevî-i dalâlete karşı, şahs-ı mânevî-i îmânî gerekmektedir. Zaten bu zamanda, ehl-i dalâlet de, şahs-ı mânevî tarzında hareket ettiğinden, buna karşı atılacak adımların da yine şahs-ı manevi tarzında olması gerekmektedir.

Üç elif ittihat etse veya etmese

Bireyler, omuz omuza verdiklerinde güç birliği meydana gelmektedir. Böylece bir birey bulunduğu konumda, bazen bir, bazen on, bazen de yüzler, binler değerinde olabilmektedir.

İhlas Risâlesinde, konunun iyi anlaşılması için, hem bir fabrikanın çarkları ve hem de insan bedenindeki organlar arasındaki muhteşem uyum örnek olarak verilmektedir: “Nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkid etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalp ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder.”, “Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârâne uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkid edip, sa’ye şevkini kırıp atalete uğratmaz. Belki bütün istidatlarıyla birbirinin hareketini umûmî maksada tevcih etmek için yardım ederler; hakiki bir tesanüt, bir ittifakla gaye-i hilkatlerine yürürler.” (Lem’alar, s: 222)

Ayrıca, muhtaç ve mecbur olunan bir noktaya dikkatler çekilerek, şahs-ı mânevî, üç elifin durumuyla izaha çalışılmıştır. “Üç elif ittihad etmezse üç kıymeti var. Sırr-ı adediyet ile ittihad etse, yüz on bir kıymet alır… Hakiki, samimi bir ittifakta her bir fert, sair kardeşlerinin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya her on hakiki müttehid adamın her biri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda mânevî kıymeti ve kuvvetleri vardır.”

Yoksa, elifler ittihat etmezse, onlar, yüzler, binler; ‘bir’ hükmünde kalacaktır. Bireyler de, bir hat üzerinde omuz omuza gelmezlerse, kıymeti ve kuvveti binden bire inecektir. Şahs-ı mânevî aynı zamanda, Cenâb-ı Hakkın kâinata koyduğu kanuna bir riayettir. Onun için ona uygun hareket eden kim olursa olsun, istenen sonuca ulaşabilecektir.

Bir bedenin azaları hükmünde olmak

Beden, nasıl ki bir bütün olarak düşünülüyorsa, şahs-ı manevi içerisindeki bütün bireyler de, bu manevi bedenin birer azaları hükmündedir. Onun için her bir birey, bu manevi bedende bir maksadı karşılıyordur. Her bir birey ayrı bir boşluğu dolduruyordur. Baş, ayaklara ne lüzum var; ayaklar kollara ne lüzum var diyemez. Çünkü biri olmadan diğeri de olamaz. Ama her uzuv, bu mânevî beden içerisinde anlamlı olduğunu bilmelidir.

Kardeşlerin meziyetleriyle iftihar etmek

Nasıl ki bedendeki her uzuv, farklı bir hikmetle yaratılmış ise, manevi bedendeki her bir birey de farklı kabiliyetlerle donatılmıştır. Birinin yaptığını diğeri yapamayacaktır. Onun için her bir uzuv, kendisinin dışındaki uzuvların varlığı ile iftihar etmek ve şükretmekle mükelleftir.

Şirket-i mâneviye ortaklığında ilginç bir nokta

Şahs-ı mânevînin içerisinde yapılan ibadetler ve sevaplar, ahirette bireyi müflis olmaktan kurtaracak yegâne kaynaktır. Çünkü, şahs-ı mânevî içerisindeki ibadetler sadece bireye ait olmayıp, bütün bir cemaatin hisseleriyle oluştuğundan, ahirette kul hakkı isteyecek alacaklılar, bu hisseye müdahale edemeyeceklerdir.

Nitekim bir spor müsabakasında, milleti adına elde edilen bir kupa sahibinin kupasını, alacaklıları borç karşılığında aldıklarında, mahkeme o kupanın sadece o sporcuya ait olarak değerlendirilemeyeceğine, o kupanın arkasında bir milletin bulunduğuna hükmetmesi sonucu, kupa tekrar sporcuya teslim edilmiştir.

O zaman, ahirette, kul hakları dağıtılırken, şahs-ı mânevî ile elde edilmiş olan kazanımlar, hisse sahibini müflis duruma düşürmeyecektir. Aynı zamanda bu bir müjdedir. Ayrıca her şahıs için o kazanılan bütünün aynısı, her hissedara ayniyle verilecektir.

Sürekli çalışan bir hissedarlık; hatta öldükten sonra bile

Dünyanın her bir köşesinde hissedarları bulunan bir şirkette bulunmak, haliyle büyük kazançları ihtivâ etmektedir. Yeryüzündeki Müslümanlar olarak böyle bir şirket-i mâneviyede olmak büyük bir mazhariyettir. Haliyle maddî ve manevi kazançları da bir o kadar büyük olacaktır.

Bırakın hayatı, öldükten sonra bile, haram cihetiyle ölmek ama sevap cihetiyle yaşamak söz konusu olmaktadır. Şirket varolduğu müddetçe, hissedarları vefat etseler bile, onların hanelerine olan kârlar devam edecektir.

Şahs-ı mânevîyi zedeleyen ihanettedir

Omuz omuza vermiş eliflerin arasındaki bir elif, bulunduğu konum itibariyle bazen binler basamağındadır. Onun için, böyle bir basamaktaki elif (kişi); "Ben bu ittihada katılmıyorum" dese, "Ben bu rakamların arasından çıkmak istiyorum" dese, o büyük şahs-ı mânevî büyük bir yara alacaktır.

Cemaat içerisindeki birey de, cemaatin dışında kendi kendine bir tavır içerisine girse, şahs-ı mânevînin dışında hareket etse, hem kendi kıymet ve kuvvetinden, hem de içinde bulunduğu şahs-ı mânevînin kıymet ve kuvvetinden eksiltmiş olacaktır.

Şahs-ı mânevînin varlığı, ancak istişare iledir

Şahs-ı mânevînin uzun ömürlü olması ve maddi ve manevi sağlıklı yaşaması, istişârî bir hareket tarzına bağlıdır. Bu da, Kur’ân’ın emri gereği ‘şûrâ’dır. Bu temel kaideye kim riayet ederse, onlar başarılı olacaktır.

Başlıkta geçen ifadesinde Bediüzzaman, (Şuâlar, s: 428) “Ben sizlere çok güveniyordum ki, bütün vazifelerimi şahs-ı mânevînize bırakmıştım” demektedir.

O zaman ne yapıp edip, şahs-ı mânevînin güçlenmesi için her uzuv kendisine düşen sorumluluğu yerine getirmelidir. Böyle olursa, şahs-ı mânevî bir beden gibi, sağlıklı işleyişini sürdürebilecektir.
 
Yeni Asya

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.