Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU

Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU

Bir 28 Şubat mağdurunun yaşadıkları-2

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

28 Şubat tarihli yazımızda görev yaptığım İHL'de yaşadıklarıma bir giriş yapmıştım.

Bu yazı 28 Şubat sürecinde milli bir gazetemizde yayınlanmıştı.

İHL'de saydığım ve sayamadığım; pekçok yanlış ve sakat gidişe dur denmedi, denebilirdi.

Önce; kol kanadı kırıldı sonra kapanma derecesine geldi bu okullar.

Tüm bu zorlu ve çileli süreçte; aynı çevreler; direnme ve sivil itaatsizlik gösteremeyip; kendini kurtarmaya baktılar.

Bu insanlar genelde; Sözler'e tefsir diyemeyen; okunmaz ve anlaşılmazlar adına Üstadı kötüleyen hatta köy hocası seviyesinde gören nasipsizlerdi.

Mesela hiç unutmuyorum; birgün okulun kapısından girince baktım bir dolmuş, içinde başörtülü kız öğrenciler.

Dolmuşun kapısında sağa sola bakınan rahmetlik Münip hoca (Özer).

Selam verdim durumu sordum; hukuki bir direnç adına kız öğrenciler başörtüsü için notere dilekçe vermeliymiş.

Ama notere kendisiyle gidecek ikinci bir öğretmen bulamamış.

Hemen atladık gittik notere, dilekçeleri tasdik ettirdik.

Halbuki bu sırada öğrenci sayısı; iki İHL'de 6 bine yakın, öğretmen sayısı 200'ün üzerindeydi!

Bir ocak günü hiç unutmam; Cumhuriyet Meydanı, direk ve duvarlar bildirilerle donatılmıştı!

Bunlar Doğu Perinçek'in gençleriydi.

Öncü güçler olarak sivil kışlalarından sahaya çıkartılmışlardı.

"Devrim kanunları uygulansın gericiler yargılansın!" diyorlardı afişlerde.

Derken 18 maddelik 28 Şubat devrim bildirisi geldi ardından.

Ayıkmazlık böyle bir şey olmalı ki; hala birçokları inat ve kan uykusuna devam ediyordu.

"Dini-siyasi de olsa iktidardaki partinin, okulların kapatılması olacak şey miydi?

Kimin gücü yeterdi buna? Bu okulları halk yaptırmıştı devlet ne karışırdı?"

Bugün de geçerli olduğu üzere; dindar gazeteci ve aydınlar bile; yakın tarihi Sözler penceresinden okumamışlardı.

Yakın tarihi analiz edemiyor, son yüzyıllık imani/İslami mücadele tarihini bilmiyorlardı.

31 Mart'ın içyüzü ve köklerinin yaşadığını ve derinlerdeki gücünü fehmedemiyorlardı.

Aynı ezber bugün de sürüyor;
"Ulu Hakan'ı masonlar ve hainler yıktı; Elmalı fetva verdi, Said Nursi, Akif fikren muhalefet etti, İTP devirdi ve Osmanlı yıkıldı."

Bilmiyordu ki; Osmanlı merhum Abdulhamid ve fedailerinin sırtına binmiş, virane ahşap bina gibiydi ergeç göçecekti.

Bir şans; bu yükün milletin sırtına verilmesiydi; onu da göze alıp topluma yükleyemiyorlardı.

Tek adam iradesi her yere dal budak salmış; çıkarcılar bu dallara yapışmış ökse otu gibi suyunu emiyordu!

Bu arada yeni hükümet okula; ilahiyatçı/bozkurt müdür ve yardımcılarını atamıştı.

Müdür ve takımı okulu kapattırmayacağına dair sağlam ve bol keseden sözler veriyordu.

Bu arada kökü bizden iki destek buldular; biri "hizmet hareketi/f.gülenciler diğeri ise; Kur'an kursu tarikatı/cemaatiydi."

Mesela; o günlerde bu iki yapı, müdür ve öğretmenleri yurtlarına çağırıp çay, yemek veriyor, ardından açık/gizli müzakere ve kulisler yapıyorlardı.

Biz de gözümüzle görüp kulağımızla duyduk bunları.

Çarklar işlerken öğrencilerle yaptığımız istişare sonucu; idareden izinsiz; öğrenci ve velilerden imza topladık.

Elbet bu idarenin gözünden kaçmadı amma engel de olamadı.

Bu durum ne yasadışı ne de yönetmeliğe aykırıydı. Sadece meşru ve hukuki bir sivil itaatsizlikti!

Okulumuzun yaşamasını savunuyorduk.
Çünkü pompalanan hava okulların tamamen kapatılacağı yönündeydi.

İşin acıklı yönü bu işi; bazı öğrencilerle tek bir öğretmen üstlenmişti.

Umulan ve destek istenen hocalar bunu göze alamamıştı.

İnanılmaz gibi mi!?

4 bine yakın imzayı daha etkili olur diye, başbakan yardımcısı Tansu Çiller'e taahhütlü olarak postaladık.

İkinci olarak; öğretmen odası ve sınıflarda; tepkimizi açıkça ve yüksek sesle ortaya koymaya devam ettik.

Bu durumda okul idaresine göre 2. büyük suçumuzu işliyorduk ve bunun farkındaydık.

Ama okul kapatıılnca ya da öldükten sonra mı düşüncemizi açıklayacaktık..!

Üçüncü bir suçumuz ise Latif Salihoğlu'nun; "başörtüsü şerefimizdir" başlıklı yazısını fotokopi ile çoğaltıp; tüm sınıflarda ve velilere dağıtmaktı.

Bu yazıda kin, hakaret, düşmanlık yoktu; sade izah ve savunmadan ibaretti.

huseyincesitcioglu.jpg4. büyük günahımız (!) ise; Allah'ın izin ve nusretiyle hem Anadolu hem lise İHL kütüphanelerine; tüm Risale-i Nur külliyatını, Üstad ve Sözler'i tanıtan yazar kitaplarını kazandırmamız oldu.

Hekimoğlu İsmail, Vehbi Vakkasoğlu gibi.

Yukardaki hizmetler 28 Şubat arifesinde; rahmetli okul müdürü Şakir Egeli döneminde ve onun müsamahasıyla oldu, mekanı cenneti ala olsun.

5. ve son büyük cürmümüz ise; derslerde ve yatılı okul pansiyonunda nöbetçi olduğumuz gecelerde; soru ve istek üzerine; Nur dersleri yapıp, istiyene küçük risaleler hediye etmekti.

Yeni eğitim öğretim yılına (1997/ 98) başladığımızda; Refah/Yol hükümeti yıkılmış yerine; Anasol-Mhp hükümeti kurulmuştu.

Felaketler sanki patlayan baraj gibi memleketin üzerine taşıyordu.

Ülkücü/ilahiyatçı kökenli müdür ve idarenin yumuşaklığı gitmiş, yerine sivil subay tavırlı kibirli adamlar gelmişti.

Biraz sonra emekli ülkücü hocalar da ihtiyaç var gerekçesiyle dışardan derslere girmiye başladı.

Yeni öğretim yılında herkesin şaşırtan şey, "ülkücü/fethullaçı" müdür yardımcısı hanım öğretmenin başını açmış olarak göreve devam etmesi olmuştu.

Ardından yeni açılmalar sökün etti.

Bu geri dönüşümü yapanların hemen hepsi; yukardaki yapının insanlarıydı.

Ders çıkışı ve öğretmen odasında tekrar tesettüre giriyor, başörtülerini takıyorlardı.

Müdürün odasında açıyorlardı.

Kurt gövdenin içine girmiş, ikircikli ve sinir bozucu bir vaziyet oluşmuştu.

Sıddıklık ve sadakat asası ortadan ikiye parçalanmıştı.

İşin en çirkini ise; namazlı ve mücahid öğretmenlerin meşru bir direnç göstermedikleri halde; bu mazlum hanımları; çekiştirip dedikodu yapmalarıydı.

Bu kargaşa içinde; hikmet, maslahat etiketli propaganda makinaları üretime başladı.

"İslam'da faydacılık ve hizmet diye bir şey vardı.

Yani gücü ve çoğunluğu ele geçirinceye kadar; takiyye ve mudara neden olmasındı.

Hem devletle uğraşılmazdı ki?"

Ayrıca okulumuza; tanımadığmız yabancı insanlar, ilahiyatçı il milli eğitim müdürü ve müfettişler sıkça gelmeye başlamıştı.

Telaşlı, panikli, açık-gizli toplantılar yapılıyor, özellikle derslerine keyfemayaşa/kafalarına göre girip çıkan milli güvenlikçi istihbarat subayları; artık derslerine çok disiplinle girip çıkmaya başlamışlardı.

Milli güvenlikçiler derste baş açıklığa özellikle dikkat ediyor, açmayanları dersten çıkarıp öğrencileri ağlatıyorlardı.

Kız öğrenciler gözyaşartıcı bir direnç sergiliyor, dersten hakaretle atılma, sınıfta kalma, ailesi ve birçok öğretmenin "direnme, kendine yazık etme" tavsiyelerine rağmen; pardüsü ve başörtülerini giymeye devam ediyorlardı.

Bu arada veliler de okula gelip; sözlü ve manevi destek veriyor, sivil itaatsizlik örnekleri sergiliyorlardı.

Milli güvenlikçi öğretmenlerin istihbarat topladığı, sınıflara gizli mikrofon yerleştirildiği ve aykırılara buna göre işlem yapılıp cezalandırılacağı; düdüklü gibi fokurdatılıyordu.
 
Subayların koltuklarında büyük ajandalar vardı.

Hatta tuvalette baktım böyle bir ajanda unutulmuş, tam bakacaktım ki; milli güvenlikçi hızla geri döndü ve ajandasını aldı.

Herkesin dilinde müdürün özel istihbarat takımları kurduğu konuşuluyordu.

Birçok öğrenci ve öğretmeni muhbir olarak vazifelendirdiği, uğursuz biçimde yayılıyordu.

Bunların ağırlıklı olarak panik ve dehşet vermek için yapıldığını tahmin edebiliyordum.

Müthiş bir psikolojik savaş yürütülüyordu.

Bu savaşın kötü etkileri her geçen gün artıyor; namaz kılanlar azalıp, açılanlar çoğalıyor, direnme gücümüz zayıflıyordu.

Özellikle; eski komünist yenice kemalist öğretmenler, birden saldırgan ve aktifleşmişlerdi.

Oysa 28 Şubat öncesi; uyumlu, sempatik, hoşgörülü görünüyorlardı.

Özelllikle öğrencilerce fazla sevilenler daha da faaldi.

Özellikle açılan kızlarla yakından ilgileniyor; aleni şekilde arkadaş gibi davranıyorlardı.

Bu manzarayı 12 Eylül öncesinde de yaşamıştım.

İdealojik saiklerle; kız-erkek ve muallim-öğrenci ilişkileri çok yoğun yaşanıyordu.

Yani öğrenci devşirme, adam kazanma çabasının önde olduğu açıkça görülüyordu.

Bu beyin yıkama, gönül çelme opersayonları sonucu; birçok öğrenci eski fikrini değiştirip karşı safa geçebiliyordu.

Nurcular kadar başkaları da davası için, elinden gelen hiçbir şeyden geri durmuyordu..

Açılan kızlar eşofmanlı olarak; öğretmen ve bazı erkek öğrencilerle basket ve voleybol maçı yaparken; kışkırtıcı tezahüratlar ortalığı çınlatıyordu.

Sanki sürüye kurtlar girmiş, muttakiler cephesinde tam bir bozgun havası hakimdi.

Bazı öğrenciler velilerce; okuldan alınıp başka liselere kaydediliyordu.

İHL'nin bitirilmesi için; arkada Kur'an kursu destekli; ülkücü/fetullahçı dayanışması artarak sürüyordu.

Ortak savunmaları basitti: Devlet istiyordu. Devlete karşı çıkmak olmazdı.

Bu arada 28 Şubat'ın meşrulaştıran fetvaları sökün etmeye başladı.

Hocaefendi (!) büyük tv'lere çıkıp caiz fetvaları vermeye başlamıştı.
 
Devletçi, milliyetçi ve dinci milliyetçiler, sivil/militaristlerle içiçe iş tutuyordu.

Derken herkesin belini kıran, ye'si bomba gibi patlatan tarihi fetva ülkeyi sarstı:

"BAŞÖRTÜSÜ TEFFERRUAT, İLİM ÖĞRENMEK FARZDI VE DAHA ÖNEMLİYDİ!"

Bu iblisçe fetva sonucu, "hizmet okulları" ve tüm okullarda fetullahçı öğrenci ve öğretmenler şak diye başlarını açtılar.

Bu şeytani fetva çok kötü sonuçlar doğurdu; bizim okulda 30 civarında öğremen tesettürü terketti, bir çoğu bunalıma girdi, mesleği bıraktı, namazı niyazı da terketti.

"Ondan büyük hoca var mıydı ki ülkede?

Niye yanlış yapsın ki? Diğerleri kim oluyor ki?

Hizmetleri, cirimleri neydi ki?

F.Gülen İslam'a ters bir şey söyleyebilir miydi?"

Hemencecik; "başörtüsü teferruattır" fetvasını izah ve şerh eden yüzlerce ilahiyatçı prof sahnelere çıktı; "hocaefendi (!) öyle dememişti, usül açısında feri demişti, sözleri çarpıtılıyordu..."

Namı yeryüzünü tutan hocaefendi (!)

28 Şubat'tan hemen sonra yazın, USA'ya uçmuştu.

"Eee devlet onu çok sıkıştırıyordu. Belki öldürecekti ve hicret farz olmuştu!.."

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum