‘Bediüzzaman’ı kıskanmak…’

Geçtiğimiz günlerde görevim icabı bir şirketi dolaşmaya gitmiştim. Onlarca çalışanı olan dev bir kuruluştu. Yanılmıyorsam iki yüzden fazla çalışanı vardı. Orada bulunduğum süre boyunca birkaç ilginç tespit gözüme ilişti.  Onları kısa kısa paylaşıp daha sonra sözü Bediüzzaman’a ve Nur talebelerine getireceğim. Bizim Bediüzzaman’ı kıskanmamız mümkün mü? sorusuna cevap vereceğim.

Onlarca çalışanı olan şirkette bulunduğum süre içinde gördüm ki, herkes bir menfaat için çalışıyor. Kimi makamı, kimi statüyü, kimi parayı, kimi şöhreti amaç edinmiş ve bu amaca ulaşmak için çabalayıp duruyor.
Bu tur ortamlarda genellikle herkes alenen ifade etmese de kendinden bir üst makamda bulunan kişiyi kıskanıyor, onun yerine geçmek, onun gibi olmak istiyor. Ve bu isteği yönünde de çalışıp didiniyor.

Genellikle kimse kimsenin işini bedavaya görmüyor. Bir çıkarı varsa yapıyor, yoksa “bu iş beni aşar” veya “bu iş elimden gelmiyor, gücümü aşıyor” mealinde geçici bahanelerle işi geçiştiriyor. Ayrıca, birinin aksattığı bir işe bir başkası el de atmıyor; aksayıp gidiyor ve iş çığırından çıkabiliyor. İnceldiği yerden kopabiliyor.

Orada dolaşırken, çalışanlar arasındaki bu tür iletişimler aklıma ‘bizim şirketi’ getirdi. Bizim şirket dediğim, manevi şirketimiz. Bediüzzaman Hazretleri’nin kurduğu şirket-i maneviye.
Bu şirket ile o şirketi bir kıyaslamaya gittim zihin dünyamda.
Bizim şirkette menfaat yok, çıkar yok, bencillik yok.
Birinin yapamadığı bir işe bir diğeri hemen el atıyor; işler hiç aksamıyor.
Birinin diğerlerine üstatlık dava etmesi veya ağabeylik taslaması, cemaat içi bir makam-mevki için çabalaması veya bir cemaatsel şöhret peşinde koşması da söz konusu değil.
Hiç kimse bir statü amaçlayıp çalışmıyor; herkes fisebilillah iş görüyor.

Tabii görev icabı gittiğim o kuruluşta çalışanlar da kendilerince haklıydı; o şekilde görmüşlerdi yöneticilerinden. Onu rol model alıyorlardı.

Bizim şirkette çalışanlar da yöneticileri olan Bediüzzaman’dan bu şekilde görmüşler; ihlas ile, uhuvvet ile, fedakarlık ile iş yapmayı, birbirlerine muhabbet beslemeyi öğrenmişler. Bizim şirkettekiler de yöneticileri olan Bediüzzaman’ı rol model edinmiş çalışıyorlar.
Dolayısıyla bizim şirkette birinin diğerini kıskanması “keşke onun yerinde ben olsaydım” türünden iç düşünüşlere girmesi söz konusu olmamıştır hiç. Üstüne üstelik diğer şirketlerde herkes şirket yönetiminin elinde olmasını, o şirkette yönetici olmasını arzular veya yöneticisini kıskanır iken; bizim şirket-i manevimizde öyle bir durum söz konusu bile değil.

Hiç kimse bu şirketin kurucusu olan Bediüzzaman Said Nursi’yi kıskanıp onun yerinde olayım bu şirketi ben yöneteyim bu şirkette benim sözüm geçsin ipler benim elimde olsun diye bir gayret içerisine girmemiştir hiçbir zaman. Herkes büyük bir fedakârlık ile çalışır. Bu fedakârlığı ihlâs ve uhuvvet temelleri üzerine inşa etmiştir tüm şirket mensupları. Zaten diğer şirketlerin yüzler çalışanı karşın bizim şirketin milyonlar çalışanı olmasının da sebeb-i hikmeti budur; ihlâstır, uhuvvettir. Bizim şirketin diyorum çünkü kurcusu Bediüzzaman’dır; ama herkes bu şirketin ortağıdır, sahibidir.

Bir önceki yazım olan ‘Nur Talebelerini doğru anlamak’ başlıklı yazımı yazmak üzere yaptığım bir araştırmada bazı forumlarda ilginç cümlelerle karşı karşıya kaldığıma değinmiştim. Onlardan biri de, birinin hayretler içerisinde “Ya şu nur talebeleri nasıl oluyor da Bediüzzaman’a o denli bağlı olarak çalışıyorlar. Hiç kıskanmıyorlar mı onu? Keşke onun yerinde ben olsaydım keşke herkes benim kitaplarımı okusaydı diye hiç mi düşünmüyorlar acaba merak ediyorum?” diyordu.
Bu soru hangi niyetle sorulduğu çok da önemli değildi benim için; önemli olan orada geçen “Bediüzzaman’ı kıskanmak” ifadesiydi.

Katılır mısınız bilmem ama, bence, Nur Talebeleri’nin Bediüzzaman’ı kıskanmak gibi bir durumu söz konusu olamaz. Bence hiçbirimiz Bediüzzaman olamayız belki ama hepimiz birer Said olabiliriz. Bundandır ki “Bir Said, binler Said olacaktır” diyor Bediüzzaman.  Çünkü, Risaleler’i yazan ruhun adıdır Bediüzzaman. Said ise, Nur’a müştak, nura talebe olan Risaleler’i okuyan ruhun adıdır. Bediüzzaman Risale yazarı; Said ise Risale okuyucusudur. Zübeyir Gündüzalp’e, Mustafa Sungur’a, Bayram Yüksel’e onları da okumaya teşvik için “Bugün Said iki yüz sayfa okudu” diyen talebenin adıdır Said Nursi. Ama bu talebeye çağın eşsiz güzelliği sıfatını kazandıran Risale yazma cesaretinin, derinliğinin adıdır Bediüzzaman.  Dolayısıyla, hepimiz birer Bediüzzaman olup Risale yazamayabiliriz ama hepimiz birer Said olup Risale okuyabiliriz, okumalıyız da.
Hepimiz birer Said olabiliriz!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum