Bediüzzaman: İşte anlatmayı, anlamayı kolaylaştıran sır

Bediüzzaman: İşte anlatmayı, anlamayı kolaylaştıran sır

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Eski Said eserlerinden Sünuhat Risalesi'ndeki hakikatler

Risale Haber-Haber Merkezi

ÜÇÜNCÜ NOKTA:

1 لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَىْءٌ - 2 وَ ِللهِ الْمَثَلُ اْلاَعَلٰى

Temsil, tasviri teshil ettiğinden, temsilâtla bu gàmız noktayı tefhime çalışacağız.

Meselâ, şemsin feyz-i tecellîsi olan timsali, deniz sathında, denizin katresinde aynı hüviyeti gösteriyor. Meselâ, kâinat, hailsiz şemse müteveccih olmak şartıyla, mütefavit cam parçalarından farz edilse, timsal-i şems zerrede, sath-ı arzda, umumda müzahametsiz, tecezzîsiz, tenakuzsuz bir olur. İşte şeffafiyet sırrı.

Meselâ, noktalardan terekküp eden bir daire-i azîmin nokta-i merkeziyenin elinde bir mum ve muhitteki noktaların ellerinde birer ayna farz edilse, nokta-i merkeziyenin verdiği feyiz, müzahametsiz, tecezzîsiz, tenakuzsuz, nispeti birdir. İşte mukabele sırrı.

Meselâ, hakikî bir mizanın iki gözünde iki şems, iki yıldız, iki dağ, iki yumurta, iki cevher-i fert, hangisi bulunursa bulunsun, sarf olunacak aynı kuvvetle, hassas terazinin bir kefesi Süreyyaya, bir kefesi serâya inebilir. İşte muvazene sırrı. 

Meselâ, en azîm bir gemiyi, bir çocuk dahi oyuncağını çevirdiği gibi çevirir. İşte intizamın sırrı.

Meselâ, bir mâhiyet-i mücerrede bütün cüz’iyyâtına, en asğarına, en ekberine, yorulmadan, tenakus etmeden, tecezzîsiz bir bakar. Mülk cihetindeki teşahhusat, hususiyat müdahale edip tağyir edemez. İşte tecerrüdün sırrı.

Meselâ, bir kumandan arş emriyle bir neferi tahrik, bir orduyu tahrik eder. İşte itaat sırrı.

Zira herşeyin bir nokta-i kemâli ve o noktaya bir meyli var. Muzaaf meyil ihtiyaç, muzaaf ihtiyaç aşk, muzaaf aşk incizaptır. Mâhiyât-ı mümkinatın mutlak kemâli, mutlak vücuttur. Hususî kemâli, istidadatını bilfiile çıkaran has vücuttur. Bütün kâinatın kün emrine itaati, bir zerre neferin itaati gibidir. Kün emr-i ezelîsine mümkinin itaat ve imtisalinde, meyil ve ihtiyaç ve şevk ve incizap mümteziç, mündemiçtir. Nukat-ı selâse, hususan Üçüncü Noktadaki esrar-ı sitte ile, mülk ve mümkin canibinde değil, melekûtiyet ve kudret-i ezeliye cihetinde nazar edilse, istinkâra incirar eden istib’ad zâil ve nefis mutmainne olur. Şöyle:

Madem ki, kudret-i ezeliye gayr-ı mütenâhiyedir, zâtiyedir, zaruriyedir. Herşeyin lekesiz, perdesiz cihet-i melekûtiyeti ona müteveccihtir, ona mukabildir. İmkân itibarıyla mütesavi, mütevazinü’t-tarafeyndir. Şeriat-ı fıtriye-i kübrâ olan nizama mutîdir. Avâik ve hususiyat-ı mütenevviadan cihet-i melekûtiyet mücerrettir. Küll-ü âzam, cüz-ü asğara nispeten, kudrete karşı ziyade nazlanmaz, mukavemet etmez. Haşirde bütün zevi’l-ervâh ihyası, mevt-âlûd bir nevm ile kışta uyuşmuş bir sineği baharda ihyâ ve in’âşından kudrete daha ağır olamaz. Mezkûr üç nokta dikkat-i nazara alınsa görünür ki,

3 مَا خَلْقُكُمْ وَلاَ بَعْثُكُمْ اِلاَّ كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ mübalâğasız, mücazefesiz doğrudur, haktır, hakikattir.

1) “Onun hiçbir benzeri yoktur.” Şûrâ Sûresi, 42:11. 
2) “En yüce sıfatlar Allah’a mahsustur.” Nahl Sûresi, 16:60.
3) “Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir.” Lokman Sûresi, 31:28.

LÜGAT:
arş : “Yürü!” komutu; askerlikte yürüyüşe geçmek için verilen komut
asğar : en küçük
azîm : büyük
bilfiil : fiilen, uygulama
canib : taraf, yön
cevher-i fert : atom; maddenin en küçük parçası
cüz’iyyât : fertler, bireyler, birimler
ekber : en büyük
emr-i ezelî : Allah’ın ezelî emri
esrar-ı sitte : altı sır
hakikî : asıl, gerçek
has vücud : özel mânâda vücud, varlık; yani vücud kelimesinin gerek “Ali, ay, güneş” gibi fert için, gerek “erkek, zeytin ağacı” gibi tür için, gerekse “insan, ağaç” gibi cins için olsun, konulduğu bu özel ve tek mânâlara “has vücud” denir (İşte bu has vücud; ferdlerin, türlerin ve cinslerin istidatlarının kuvveden fiile çıkmasının sebebi ve onların hususî kemâlidir.)
hususan : bilhassa, özellikle
hususî : özel
hususiyat : hususî özellikler, nitelikler
imtisal : uyma, emri yerine getirme
incizap : birşeyin çekiciliğine kapılma
intizam : düzenlilik; bir sistem sonucu ortaya çıkan tertip ve düzenlilik
istidadat : istidatlar, yetenekler
itaat : emre uyma, emre boyun eğme
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kemâl : mükemmellik, olgunluk
kudret-i ezeliye : ezelî kudret; Cenâb-ı Hakkın başlangıcı olmayan sonsuz kudreti, güç ve iktidarı
kün emri : “Ol!” emri; Allah’ın birşeye “Ol!” deyince onu hemen olduruveren emri
mâhiyât-ı mümkinat : kâinattaki varlıkların mâhiyetleri; varlığıyla yokluğu eşit olan ve varlığı Cenâb-ı Hakkın var etmesine bağlı olan varlıkların temel özellikleri, asıl yapıları
mâhiyet-i mücerrede : soyut mahiyet; ruh, yer çekim kanunu vs. gibi
melekûtiyet (ciheti) : birşeyin iç yüzü, aslı, hakikati; varlıklara hükmeden İlâhî fiil, isim, sıfat ve şuûnâtın tecellîsi olan yön
meyl (meyil) : eğilim, istek ve arzu
mizan : terazi
mutlak kemâl : genel mânâda kemâl, olgunluk; yani kemâl kelimesinin teklik, çokluk veya nitelik gibi özelliklerine bakmaksızın konulduğu genel mânâsına, “mutlak kemâl” denir.
mutlak vücud : genel mânâda vücud, varlık; yani vücud kelimesinin teklik, çokluk veya nitelik gibi özelliklerine bakmaksızın konulduğu genel mânâsına “mutlak vücud” denir.
muvazene : denge; iki şeyin ağırlıkça eşit olması
muzaaf aşk : kat kat, şiddetli aşk
muzaaf ihtiyaç : kat kat, şiddetli ihtiyaç
muzaaf meyil : kat kat, şiddetli eğilim
mülk (canibi) : varlıkların maddî yönü; bedenleri, şekilleri vs.
mülk ciheti : varlıkların maddî yönü; bedenleri, şekilleri vs.
mümkin : yaratılmış olan varlıkların her biri; varlığı da yokluğu da eşit olan ve varlığı Allah’ın var etmesine bağlı olan varlıklardan her biri
mümteziç : birleşik, karışık
mündemiç : birşeyin içinde yer alan
nefer : asker, er
nokta-i kemâl : mükemmellik ve olgunluk noktası, zirvesi
nukat-ı selâse : üç nokta
serâ : yer, dünya
Süreyya : Ülker takım yıldızı; yedi (veya altı) yıldızdan meydana gelir ve Ayın geçtiği yerlere yakın görünür
şems : güneş
tağyir etme : değiştirme
tahrik etme : harekete geçirme
tecerrüd : soyutlanma, birşeyin maddî özellikten soyutlanması, sıyrılmış olması
tecezzî : bölünme, parçalara ayrılma
tenakus : eksilme, noksanlaşma
teşahhusat : varlıkların belirdiği bedenler, cisimler vs.
vücut : varlık
zerre : atom, maddenin en küçük parçası
avâik : engeller
cihet-i melekûtiyet : birşeyin iç yüzü, aslı, hakikati; varlıklara hükmeden İlâhî fiil, isim, sıfat ve şuûnâtın tecellîsi olan yön
cüz-ü asğar : en küçük varlık, en küçük parça
dikkat-i nazara alınsa : inceden inceye düşünülse, göz önünde bulundurup bakılsa
gayr-ı mütenâhiye : sonu olmayan, sonsuz
hak : doğru
hakikat : gerçek
haşir : insanın öldükten sonra âhirette diriltilerek tekrar Allah’ın huzurunda toplanması
hususiyat-ı mütenevvia : çeşitli özel nitelikler
ihya : hayat verme, diriltme
imkân : varlığı da yokluğu da eşit olan ve var olmak için Allah’ın yaratmasına muhtaç olan; kâinattaki varlıkların her biri
in’âş : yeniden yaşatma, hayatlandırma
incirar etme : sonuçlanma, belli bir neticeye ve sonuca ulaşma (İnkâra yeltenmeyle sonuçlanma)
istib’ad : akıldan uzak görme
istinkâr : inkâra yeltenme, inkâr etme çabası içinde olma
kudret : güç ve iktidar
kudret-i ezeliye : ezelî kudret; Cenâb-ı Hakkın başlangıcı olmayan sonsuz kudreti, güç ve iktidarı
küll-ü âzam : en büyük bütün; bütünlük arz eden en büyük şey
mevt-âlûd : ölümlü; ölüme benzer
mezkûr : adı geçen, anılan
mukabil : karşı karşıya olan, birşeyin karşısında bulunan
mukavemet etme : direnme, karşı koyma
mutî : itaat eden, emre uyan
mutmainne : huzur ve sükûna ermiş, tatmin olmuş
mübalâğa : abartı
mücazefe : ölçüp tartmadan söyleme; aldatma
mücerret : soyutlanmış
mütesavi : varlığı da yokluğu da birbirine eşit
mütevazinü’t-tarafeyn : varlığı da yokluğu da birbirine denk, birbirinin seviyesinde
müteveccih : yönelik, yönelmiş
nazar etme : bakma
nefis : bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygu
nevm : uyku
nispeten : oranla
nizam : düzen
şeriat-ı fıtriye-i kübrâ : büyük fıtrî şeriat; Allah’ın kâinata koyduğu büyük kanunlar manzumesi
zâil (olma) : yok olma
zatiye : birşeyin bizzat kendi zâtında zorunlu olarak bulunan; zâtın zorunlu özelliği; meselâ tam olmasa da “Sıcaklık ateşin zâtî özelliğidir.” diyebiliriz. Çünkü tam zâtîlik Cenâb-ı Hakkın sıfatlarında vardır.
zevi’l-ervâh : ruh sahibi varlıklar
ziyade : fazla

Devam edecek

ÖNCEKİ BÖLÜMLER:

O ışığı siyaset aleminde tasavvur ederdim

Ayetlerden çıkardığım notlardan hoşuna geleni al gelmeyene ilişme

Kim 'Filân adam fenalık etti, belâsını buldu' dememiş ki

İslamiyet unsuriyetin bu şekildeki uyanışını reddeder

Kudret çıkarıyor, kader giydiriyor, inayet besliyor

Dünyamız da bir hayvandır

Şehidin kendini hayatta bilmesinin sırrı

Bir masumun kanı ile insanlık nazar-ı adalette birdir

Öyle zaman olur ki, bir kelime bir orduyu batırır

Küfürle ithama çabuk cüret edenler düşünsünler!

Bunu yapamayan yaratma dâvâsında bulunamaz

En büyük, en küçüğe müsavi; zerrat yıldızlara emsâl olur

Kâinatın iki ciheti var aynanın iki vechi gibi

 

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.