Yerküremiz nereye doğru gidiyor?

Birkaç aydır başta Endenozya olmak üzere, Avustralya ve Brezilya gibi ülkeler sel felaketleriyle boğuşuyor. Ülkemizde de yaşandı zaman zaman. Ama çok şükür ki, bu kadar büyük boyutlarda değil. Allah kimseye vermesin. İnsanların felaketlerle boğuşmasını, her şeylerini, hatta canlarını kaybetmelerini televizyonlardan içimiz sızlayarak seyrediyoruz.

“Neler oluyor dünyamıza? Nereye doğru sürükleniyoruz? Güzel güzel yaşarken neden karıştı ortalık birden bire? Bu dünya nasıl bu hale geldi?” sorularını sormadan edemiyoruz.

Bilimsel birçok sebep sayılıyor:
-Dünyamız her geçen gün daha fazla kuraklaşıyor,
-İçme suyunu karşılayan yeraltı suları hızla azalıyor, çevre ve akarsular akıl almaz bir biçimde kirleniyor,
-Küremiz ısınıyor,
-Ormanlarımız hızla yok oluyor,
-Ozon tabakasındaki delik büyüyor, atmosfere bırakılan sera gazları artıyor vs. vs.

Bunlar göze çarpan maddi sebepler. Elbette tedbirleri alınmalı. Herkesin dünyamıza kendi evi imiş gibi davranması temin edilmeli. Ne olursa olsun para kazanma hırsı durdurulmalı, başkalarını düşünme melekesi kazandırılmalı, insanlar sadece kendini ve mensubu olduğu milletinin menfaatini düşünme yanlışlığından kurtarılmalı.

Mesele maddi gibi görünse de neticede ucu insanların ahlaki davranış biçimlerine dayanıyor. Başkalarını düşünmeme ve haklarına tecavüz bir ahlaksızlık, ortak alanları ve varlıkları hoyratça yok etmek bir ahlaksızlık, hırs bir ahlaksızlık.

Kur’an-ı Kerim’de helak edilen Ad ve Semud kavimlerini hatıra getirmemek mümkün değil. Bu kavimlerin ortak yönleri;
1- Rablerinin ayetlerini tanımayıp reddetmeleri, O'nun elçilerine isyan etmeleri ve her inatçı zorbanın emri ardınca yürümeleri. (Hud, 59)
2- Ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları edinmekte olmaları. (Şuara, 129) 
3- Yeryüzünde haksız yere büyüklenmeleri, bozgunculuk çıkarmaları ve dirlik-düzenliği bozmaları (Fussilet, 15)

Günümüzde birçok toplumda aynı ahlaki hastalıklar eskisinden çok daha fazla umumileşmiş bir biçimde devam ediyor. Allah’ın gazabını çekecek kadın ve uyuşturucu ticareti, fuhuş ve kumar gibi çok şeyler yapılıyor.

Cenab- Hak, Kur’an’da isyankâr eski kavimlerin hikâyelerini ibret almamız için nazarlara veriyor. Aynı uyarıları bizler için de yapıyor. “Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmettiler.” (Hud, 101) açıklamasını da getiriyor. "Kendilerinden önceki kuşaklardan nicelerini yıkıma uğratmamız, onları doğruya yöneltmedi mi? (Oysa bugün kendileri) onların kaldıkları yerlerde (tarihi kalıntıları üzerinde) gezinip durmaktadırlar. Şüphesiz bunda sağduyu sahipleri için ayetler vardır." (Taha Suresi, 128)

Evet yıkıma uğratılan kavimlerin tarihi kalıntıları üzerinde yaşadığımız halde ibret almıyoruz. Hırs gözümüzü bürümüş, dünyada ebedi kalacakmışız gibi kibrimizin alametleri olan yüksek yüksek ve de israfın simgeleri olan ultra lüks binalar yapıyoruz. Her yer beton yığınları haline geldi. Pek yakında yeşil alanları ancak televizyonlarda görebileceğiz. Hak, sevgi, merhamet, şefkat gibi duygularımız da betonlaşarak kibrimizin yüksek heykelleri haline geliyor. Kısacası biz kendimize zulmediyoruz. Bindiğimiz dalı kesiyoruz. İçinde yaşadığımız yerküremize iyi bakmıyoruz. Bakımsız bırakılan evler gibi günden güne bir tarafı göçüyor, harab oluyor.

Bizim yeryüzünü fesada vermemize, haksızlık ve zulümler yapmamıza yerküre bile dayanamıyor. Dayanamadığı günden güne göçüşünden, sallanışından, tufana uğramış gibi suların altında kalışından ve sürekli bir yerlerde küçük kıyametlerin kopuşundan belli değil midir?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum