Ahmet AKCAN
Şuurlu Müminler-II
Kur’an hizmetinde asılın meşruiyeti kadar usulün meşru ve mübah olmasına özen gösterirler. İmana hizmet noktasında meşru ve Nebevi bir usulü benimserler. Asılın öncelikleri ile usulün inceliklerine riayet ederler. Asılı tağyir ve rencide etmeyen usulleri hakikat adına zenginlik görürler.
Hakkı batılın taarruz ve tahakkümünden kurtarmak için, hasede ve rekabete medar menfi hisleri terkederler. ‘Ene namına’ hizmetten çekinirler, ‘Hüve adına’ harekete özen gösterirler. Külli bir akla ulaşmak, rıza-yı ilahiye ve tevfikat-ı subhaniyeye mazhar olmak için meşveret ile hareketi mecburiyet telakki ederler.
Kendi meslek ve meşreplerinin muhabbetiyle hareket ederler. Ehl-i hak olan diğer cemaatler ile ittifakı tevfik-i ilahinin celbine medar bir zaruret bilirler. Asılları ve esasları meşru ve mubah olmak kaydıyla, usul ve metotları farklı meşrep sahiplerini samimane severler. Nereden ve kimden olursa olsun istifadelerine taraftarlık gösterirler.
Kalbin safiyetine ehemmiyet verirler. Ancak kalbi övme ve önceleme adına aklı yermezler. Feraseti yüksek bir akla ermenin önemini görürler. Aklı azl, bürhanı reddeden sadık bir mukallit olmak yerine, akıl ve kalbi mecz eden muhakkik bir hizmet erbabı olmayı tercih ederler.
Dünyaya gelmenin en ehemmiyetli gayesini; Kur’an’ı ve hakikatlerini okumak, anlamak, yaşamak, muhtaç ve mütehayyir gönüllere ulaştırmak bilirler. Hizmet-i imaniyenin kemali adına, Rahim ve Hakîm isimlerinin iktizaları ile hareket ederler.
Mukteza-yı hale ve zamana göre hareket ederler. Maziyi atinin tarlası, atiyi mazinin harmanı olarak görürler. Ati harmanında görmek istediklerini, mazi tarlasına ekerler. Müstakar ve namütenahi bir istikbali, mütehavvil ve mütenahi fani bir dünyaya tercih ederler.
Hakikat nurlarını enfüsten afaka, dâhilden harice sevkederler. Kur’an hakikatlerini öncelikle nefislerinde tecrübe ile kendi yaralarını tedavi ederler. Hidayet nimetine mazhariyetin sevincini en evvel kalplerinde hissederler.
Sonra, alevleri göklere yükselen yangını söndürme telaşına düşerler, o yangından bir can daha kurtarmanın sevinci ile hamd ederler. Hamd etmeyi Mün’ime hürmet ve muhabbetin, nimete memnuniyetin alameti olarak görürler.
Tebliğ için münasip vakitleri gözetirler. Kimlerin gönlüne hakikat ateşinin ne zaman, nerede düşeceğini bilemedikleri için sabır içinde beklerler. Kimlerin kalbinden de nur-u hidayetin çıkacağını bilemedikleri için akıbetlerinden endişe ederler.
Her nimetin şükrünü kendi cinsinden bilirler. Nur-u hidayete erememiş, dalalet karanlıklarına düşmüş insanları İslam’a davet etmeyi, iman nimetine mazhariyetin fıtri bir şükrü ve muhakkak bir neticesi olarak görürler.
Hakikatin taliminde ülfete, gaflete ve atalete düşmekten çekinirler. Ülfetin ve gafletin def’i adına asılı tahkime, usulü tecdide ve tekmile ehemmiyet verirler. Mananın istihsali, makasıdın istinbatı, sırların istihracı adına tefekkürde derinliği önemserler.
Her ödülün ödenmesi gereken bir bedeli olduğu gerçeğine ererler. Hizmet-i imaniyenin devamı ve bekası adına bedel öderler. Neşr-i hakaik-i imaniyenin kemali adına hayatlarını, rahatlarını ve hissiyatlarını feda ederler.
Hizmette gönüllülük esasını benimserler, ancak gönlüne göre hizmeti hezimet bilir reddederler. Ümmet-i Muhammed’i (a.s) sahil-i selamete götüren sefinede hademe şuuru ile hareket ederler.
Cemiyet ve ümmet için hüzünlenir yahut sevinirler. Tarifsiz bir lezzete, ruhun cennetine medar tefekküri bir iklimde seyahat etmeyi ilahi bir lütuf ve ihsan telakki ederler.
Elhasıl; şuurlu müminler yakin nuru ile imanda itminan ve salabete ererler. Nur-u marifet ile arş-ı kemalata yükselirler. Hikmet-i hilkatin en yüksek gayesinin ‘Talim-i Esma’ yani ‘Marifet-i İlahiye’ olduğu gerçeğine ererler. Asarda görünen esma tecellileri ile ilgilenir, daha dünyada iken cennetvari bir huzuru hissederler.
Mutlak hakikatlerin değişmez kıblesi, dünyada huzur ahirette saadet vesilesi İslam’a mensup olmak, sadece aklen alakalanmayı değil hissen ve ruhen adanmayı da istilzam etmektedir. İman davasına adanmak ise, Kur’an hakikatleri olan nurlu eserlerin kıymetinin idrakini gerektirmektedir.
Dava daveti, davet ise gayretin ve hamiyetin devamlılığını istemektedir. Davetin sürekliliğine iman olmadan, imana davette sebat görülmemektedir. Ümmetin imani, ameli ve ahlaki perişaniyeti davetin, yani tebliğ vazifesinin ihmalinde aramak gerekmektedir...
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.