Abdurrahman ESEN

Abdurrahman ESEN

Ayasofya’da Bayram Sabahı

Bir bayramın arefesindeyiz. Heyecanlıyız. Milyonlar heyecanlı. Ayasofya’da Rab'bi İzzet'e secde edilerek Ayasofya’nın bayramı tebrik edilecek. Bu tebrik-teberrük faslında neler yaşanır acaba. Perde-i gayb açılsa neler görürdük. Kutlama faslından yükselen Allahu Ekber nidaları ile lerzan olan Ayasofya’nın titremelerini biz de farkeder miyiz. Farketseydik bu heyecanlı neşveye takat getirebilir miydik. Miladi 562 yılı bayramında Ayasofya herhalde buruk bir sevinç yaşamıştır. İbadethane olmuştu ama abîdlerden mahrumdu. 891 sene idare etti. Hakiki bayramını 1453 senesinde yaşadı. O gün ne heyecan yaşamıştı acaba Ayasofya? Allah dil verse de o da anlatsa.

Zaman zaman yaşarız, hava günlük güneşlik iken bir bakarsınız ufuklar kararır. Göz gözü görmez olur, toz duman etrafa savrulur, ne olduğunu anlamaya çalışanlara fırsat vermez. Gözlerinize doluşan tozlarla gözlerinizi oğuşturur; ancak olanın korktuğunuzdan daha kötü olmamasına dua edersiniz.

1932 sabahında Ayasofya’nın ufku karardı. Kapısına alışık olmadığı tipler bekçi dikilmişti. Giriş yasak! Ayasofya olana daha doğrusu gördüklerine duyduklarına bir anlam veremedi. Konuşulanlar anlayamadığı, yabancısı olduğu bir dildendi. İnsan çaresiz kalınca hayal dünyasında kendisini avutacak yollar arar. Ayasofya da herhalde iki yılını öyle geçirmiştir. Belki tamir vardır. Belki temizlik yapılacaktır falan...

İki yıl sonra acı gerçeği çok acı şekilde öğrendi. Ayasofya iki cami arasında kalan beynemaza dönmüştü.

Ayasofya konuşulanlar arasında anlayabildiği bir kelimeye bel bağlamıştı: (yasak). Bu kelimenin kendince bildiği anlamı güzeldi, ümit vericiydi. Zira kendisini ziyarete gelenler tertemiz olmak zorundaydı; abdestsiz girmek yasaktı, kılık kıyafetine çeki düzen vermek zorundaydı; öyle sallapati girmek yasaktı, zikrullahla meşgul olmak, hayırlı şeyler düşünecek konuşacaktınız, malayani boş abes şeyler konuşmak yasaktı. Sadece Beytullaha yönelecektiniz, öyle rastgele sağa sola eğilip bükülmek yasaktı.

Ayasofya şaşkındı. Gördükleri, duydukları kendisini dehşete düşürdü. Zira ülfet ettiği o güzel yasaklar (yasak) olmuştu!

İçeriye ahıra girenler gibi girilebiliyordu. Hoyrat eller sağına soluna el atarak kendini soymaya başlayınca duyduğu ızdırabı biz ancak yevmül mahşerde öğrenebileceğiz!

Sıra semaya uzanan kollarını kırmaya gelmişti ki Allah ma’şeri vicdanı bir ağızla söyletti: bu kadar eziyet yeter, zavallı ma'bed; Ayasofya bu son darbeye dayanamaz! Ve durdular. Gerçekten Ayasofya dayanamazdı oracıkta yığılır kalırdı...

Para bazıları için çok şeydir, belki herşeydir. Üç kuruş para için zavallı ayıları sözüm ona oynatan sefilleri görürdük. Ayasofya bunu da yaşadı, üç kuruş para için şerefi çiğnendi.

Alışık değildi bu hayata. Mazisine daldı; yaşadıklarını hatırlayarak direnmeye çalıştı. 900 yıl süren ilk baş ağrısından; dünyayı titreten bir yiğit kurtarmıştı. Asırlarca maddi hayatın hükümdarları, manevi hayatın sultanları ziyaretçileri oldu.

İmamın kılıç kuşanarak mimberinde hutbe okuması kendisini heyecanlandırır batı ufkuna, şimale, cenuba bakarak Allahu Ekber, Allahu Ekber diye nida ederdi.

Padişahları tebaasıyla kucaklaması saadetle gaş'y eder, mübarek günlerde; bayramlarda Itri Pirinin tekbirleri ile lerzeye tutulur. Feyzin, rahmetin, bereketin, mağfiretin, uhuvvetin, muhabbetin, vahdetin tecellisine kendince bir tasdikte bulunmak, bir tebcilde bulunmak iştiyakı ile misafirlerini kandilleri ile lebriz ederdi. Minarelerinde arşa yükselen çifte ezanlarla miraç esrarına davet, enderun usulü eda edilen teravihlerle cemaati; lahuti bir feyze mazhar olurdu. Dünyada hizmetini itmam eden nice hizmet erleri oradan uhreviyatın saadet saraylarına, dar-ı mükafata, mahalli saadete, vatan-ı aslilerine uğurlanmıştı. Ne ihtişamlı hatıralardı...

Hayat bir düz çizgi üzerinde akmıyor, inişli çıkışlıdır. Bir tökezlenme döneminde; şarkın yalçın kayalıklarından kopan bir ateşpare-i zeka bir mücahid-i âlişan bir ara kürsüsünde boy göstermişti: oradan bütün dünyaya haykıran bir sesle “Evet ümitvar olunuz şu istikbal inkılabatı içinde en yüksek, gür sada İslamın sadası olacaktır” diyordu. Bu ses Ayasofya’nın kulaklarından hiç silinmedi, o ümitle bekledi.

Çileli günlerinde bir canipten gelen; derdine derman niteliğinde sürekli bir dua mahrecini hissetmişti. Hep kulak kesildi, vakit geçtikçe sinyalin gittikçe güçlendiğini kuvvetlendiğini hissediyordu. En az kendisi gibi bir ihtiyarın; daha doğrusu bir Bahtiyarın herhalde bir bildiği vardı. Duası kabul görecekti. Temellerine derman geldi, gücü arttı...

Tahiyyatta okunan tayyibatla, mübarekat, salavat'la kaderin fermanını bekledi. Nice tayyibata şahit olan Ayasofya da Rabbinden bir Tayyibin recasında idi.

Ayasofya bugün bayramı için hazırlanıyor. Acaba ilk safta kimler yer alacak. Mukadderat-ı İslam için toplanan Meclis-i Manevi belki de İttihad-ı İslamın müjdesini buradan verirler. Ah görebilecek bir gözümüz olsa idi... Şüphesiz ki cennet âsa bir manzaradır.

Ayasofya heyecanlı;

Fatih Sultan Mehmet heyecanlı;

Itri, Karahisari, Kazasker Mustafa İzzet, Sultan Mustafalar, Ahmetler, Abdulmecidler, Abdulhamidler kimler, kimler...

Hazreti Bediüzzaman heyecanlı.

Bahtiyar Tayyip heyecanlı.

Bil-cümle muvahhidin heyecanlı.

Ayasofya kıyamete kadar mübeccel kal!

Ayasofya bayramın mübarek olsun diyeceğim ama korkuyorum. Bana tarizle bakıp bayramlar zaten mübarektir, siz mübarek olun, aah siz mübarek olun diyeceğinden korkuyorum...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum