Mustafa KARAALİOĞLU

Mustafa KARAALİOĞLU

Statükosuz bir Türkiye mümkün mü?

Başbakan Erdoğan’ın anayasa çalışmalarını tarif ederken “Yeni perspektifimizde yeni statüko inşa etmek yoktur” dediği saatlerde gazetede Star Vizyon toplantısındaydık. Mensur Akgün’ün koordinatörlüğünde konuklarımızla birlikte bu ay Kürt sorununu tartışıyorduk. Eski MİT Müsteşarı, emekli büyükelçi Sönmez Köksal’la, yazar Ümit Fırat anlatıyor, biz gazete yazarları da sorularla tartışıyorduk. Sönmez Bey, müzakere yoluyla çözüme taraftar ve Kürtlerin geçmişte çektiği acılara saygı duyulması gerektiğini, dahası çözümün bu saygıdan da geçtiğini düşünüyor.  Ona göre elbette çözüm denilen şey de sınırsız bir ufuk vaadi değil. Konuşmasının bir yerinde, milliyetçilik tartışmalarının ortasında “Devletin de bir kuruluş felsefesi var” dedi.

Tahmin edileceği gibi “kuruluş felsefesi” denince masadan “Nasıl bir felsefe?” sorusu da geliverdi. Sönmez Bey’in anladığı ve kastettiği zaman içerisinde otokratik renge bürünen ve ülkenin demokratikleşmesi önünde bir engel ve mazeret halini alan milliyetçilik değildi. Bununla birlikte, ülkeyi kurmak için bir araya gelenlerin etnik, dini ve kültürel karakterleri de ihmal edilemezdi.

Fehmi Koru tartışmayı bağladı. “Kuruluş felsefesi, Birinci Meclis’te temsil edilen ortak karakterdir. Sonrasında gelişen ve o karakteri inkar eden anlayış değil.”

Görebildiğim kadarıyla da herkes bu tanım üzerinde mutabık kaldı.

Sönmez Köksal sadece içerik olarak tartışılmaya değer değil, zamanlama açısından da fevkalade doğru bir kavram ortaya attı. Belki bir sonraki vizyon toplantımızı sadece bu konu üzerine yapmamız gerekiyor. Özellikle de yeni anayasa sürecinin henüz başlarındayken.

Her ülkenin bir kuruluş felsefesi vardır ve zaman içinde toplumun ihtiyaçlarına ve çeşitliliğine göre değişmesi, doğal olarak demokratikleşmesi gerekir.

Türkiye özelinde ise, “kuruluş felsefesi” ve “kurucu irade” olarak takdim edilen anlayış başlı başına Cumhuriyet’in öyküsüyle çatışma halindedir. Daha açık bir ifadeyle içine kapalı, daha az demokrasiyle yetinmeye zorlanan, daha fakir ama hesap vermez bir idare anlayışının temel argümanı o kavramlardı.

Kavramlar denilince sadece bir fikir tartışmasından söz etmiyoruz.

Türkiye’nin üzerindeki karanlık örtünün altında ne varsa gücünü her döneme göre değişen kurucu iradeden almaktaydı.

Sönmez Bey’in doğru bir ifadeyle ortaya attığı kuruluş felsefesi kavramı, zaman içerisinde çelikleşen bir statükoya dönüştü. Kendisini hem devletin hem de milletin yerine koyan; insanlar için neyin doğru, neyin yanlış ve yasak olduğuna karar veren bir statüko oluştu. Bazı fikirler, bazı kıyafetler, bazı partiler, bazı dernekler, bazı gazeteler, bazı şirketler zararlıydı, bazıları değil.

Bazı insanlar zararlıydı ve ortadan kaldırılması gerekiyordu. Faili meçhuller bu mantığın sonucuydu. Statüko öyle istiyordu ve devleti korumak için yargısız infaz mümkündü.

Dahası...

27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat darbeleri o statükonun en karanlık eserlerindendir.

Neyse ki Türkiye, yıkılmaz, yenilmez, değiştirilemez zannedilen o statükoyu bugün yenmiştir. O yüzden yaşadığımız dönemin ülkesine “Yeni Türkiye” diyebilmekteyiz.

Erdoğan, tam da yeni bir başlangıç aşamasında “Statükosuz bir Türkiye” hedefi koyarak zamanın ruhuna hitap etmektedir. Bu mümkündür ve zaruridir.

Statükosuzluk demek mefhumu muhalifinden statükosu demokrasi ve insan hakları olan bir ülke demektir. Neyin doğru ve yanlış olduğunun ancak bu ölçülerle tayin edildiği bir hukuk devleti vaat etmektir. Türklerin, Kürtlerin, Çerkezlerin ve diğerlerinin bir arada yaşadığı devlete de böyle bir kurucu felsefe yaraşır.

Star

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.