Salahattin ALTUNDAĞ

Salahattin ALTUNDAĞ

Regâib: Aşkın Kapısında Bir Yakarış ve Diriliş Bestesi

Dur ve dinle ey yorgun yolcu...

Şu an saatin kaç olduğu, nerede olduğun, kim olduğun hükmünü yitirdi.

Zamanın durduğu, mekânın silindiği, sadece O (cc) ve senin kaldığın o dehşetli ve muazzam andayız.

Gecenin en sağır karanlığı çökmüş olabilir; fakat bu karanlık, günahkâr ruhumuzun üzerine örtülen siyah bir kefen değil, yeniden doğuşun rahmidir.

Dışarıda kâinat nefesini tutmuş. Rüzgâr edebinden susmuş. Yıldızlar, ötelerin ötesinden inecek o “Af Fermanı”nı bekleyen titrek birer mum gibi mahzun...

Duyuyor musun ey kalbim?

Bu sessizlik, boş bir sükûnet değil.

Bu; Arş-ı Âlâ’nın o devâsa rahmet kapılarının, gıcırtı bile çıkarmadan, sonsuz bir şefkatle aralandığı ânın sesidir.

Bu gece Regâib...

Yani; bitmiş tükenmiş umutların, kırık dökük tövbelerin, “Ben bittim Rabbim, tükendim...” diyen o çâresiz fısıltıların, gök gürültüsü gibi karşılık bulduğu vuslat gecesi.

Bir anneyi getir gözlerinin önüne...

Evladı çamura batmış, üstü başı kir pas içinde, hata üstüne hata yapmış, evi terk etmiş...

Ama o evlat, gecenin bir yarısı, korku ve utanç içinde kapıyı tıklattığında;

Anne, onun kirine, pasına, suçuna bakar mı?

“Niye geldin?” der mi?

Yüzüne bile bakmadan, sadece “Geldin mi?” der; bağrına basar, koklar, o kiri gözyaşlarıyla yıkar.

İşte bu gece, o annenin şefkatinden binlerce, milyonlarca kat daha yüce, daha engin bir merhametle Rabbimiz bizi bekliyor.

Kapı aralık değil, ardına kadar açık!

Sofralar kurulmuş, melekler davetçi...

Rahmet kütüğünde, senin gibi, benim gibi günahkâr kulların isimleri şefkatle okunuyor.

r1.png

Peki ya biz?.. Biz hangi gaflet uykusundayız ey nefsim?

Mevlânâ Hazretleri, Mesnevî’sinde o ince sırrı fısıldar:

“Testi taştan korkar; ama o taş çeşme başındaysa, testi ona gitmeye can atar.”[1]

Bizler, günah taşlarıyla dolu bu dünyada, örselene örselene çatlamış, kırılmaya yüz tutmuş testileriz.

Dünya taşlarının altında ezildik, un ufak olduk.

Ama bu gece...

Tam da bu gece, Rahmet Pınarı çağıl çağıl, gürül gürül akarken; kırılmaktan korkup o pınardan kaçacak mıyız?

Yoksa o serin suyun altına koşup:

Kırılırsam da Senin yolunda, Senin kapında kırılayım Allah’ım! Yeter ki içimdeki şu kirli su boşalsın, yerine Senin nurun dolsun!”

diyerek, varlığımızı O’nun (cc) varlığında yok mu edeceğiz?

Şefkatli Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri, bu kutsî zaman dilimini “âhiret ticaretinin en kârlı pazarı” olarak müjdelerken, aslında bize kaybettiklerimizi hatırlatır:

“Her bir hasenenin sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerif’te yüzden geçer, Şaban-ı Muazzam’da üç yüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarek’te bine çıkar.”[2]

Titre ve kendine gel ey gafil nefsim!

Bir gece... Sadece şu sayılı saatler...

Sanki seksen yıllık bir ömrü secdede geçirmişçesine,

Sanki yıllardır örümcek bağlamış amel defterine, bir anda sayfalar dolusu nurdan satırlar yazılmışçasına,

Senin o kapkara sayfalarını “ebedî bir cennet beratına” dönüştürebilir.

Bu fırsat; çöllerde susuzluktan ciğeri kavrulmuş, dili damağına yapışmış bir bî-çâreye uzatılan buz gibi bir Kevser kâsesi değil de nedir?..

Şimdi... Tam şu sâniyede...

Bırak elindeki telefonu. Bırak dünyayı.

Evinin en loş, en mahrem köşesine çekil.

Işıkları söndür. Karanlıktan korkma; bırak sadece îmânının cılız ışığı aydınlatsın odanı.

Aynaya bakma; içine bak.

Yüzündeki çizgilerde değil, ruhundaki irin tutmuş yaralarda dolaştır parmaklarını.

Ne kadar yorgunsun, fark ediyor musun?

  • Kalabalıkların ortasında ne kadar kimsesizsin...
  • El ne der?” putuna secde edip durmaktan,
  • Rızkı vereni unutup, rızık endişesiyle bugününü hebâ etmekten yorulmadın mı?

Ruhun, bedeninin o daracık kafesinde “Allah! Allah!” diye kuş gibi çırpınıyor;

Sen ona ne kadar sağır, ne kadar kör kaldın?

İmam Gazzâlî, kalbi “Allah’ın (cc) nazargâhı” olarak tanımlar.[3]

Yani O; senin süslü kıyafetlerine, geçici makamına, kabaran cüzdanına bakmıyor;

Tam şurana... Sol yanındaki o et parçasına... Sızlayan kalbine bakıyor.

Bu gece, sök o kalbi yerinden, avuçlarına al ve Rabbine sun:

“Rabbim! Enkaz hâlimle geldim. Kırık dökük geldim. Yüzüm yok, sermayem yok AMA UMUDUM VAR. Biliyorum ki Senin rahmet denizin, benim günah zerrelerimden kâinatlar kadar daha büyük. KAPINA GELDİM; BU GECE BENİ BANA BIRAKMA...”

Kalk şimdi.

Yer yerinden oynarcasına bir kararlılıkla kalk.

Abdest musluğuna yürü.

Suyun tenine değdiği o ilk ânı hisset.

O su damlaları sadece tozunu toprağını değil;

Yalan söyleyen dilinin kirini, harama kayan gözünün o puslu perdesini, kirlenen hayallerini, kararmış vicdanını yıkasın.

Her damla süzülürken, omuzlarından dağlar kadar ağır bir yükün kalktığını hisset.

Sonra seccâdeni ser.

O seccâde, senin Burak’ındır, senin Mirâcındır.

Tekbir alıp ellerini kulaklarına götürdüğünde, dünyayı ve içindeki her şeyi elinin tersiyle arkana fırlat at!

Ve secdeye git...

r2.png

Ah, o secde...

Başını o sert halıya koyduğunu sanma sakın.

Sen başını, Rahmet-i Rahmân’ın şefkat dolu kollarına bırakıyorsun.

Orası, kâinatın en alçak noktası gibi görünür; hâlbuki yedi kat göğün en yüksek makamıdır.

Bir kulun Rabbine, şah damarından bile daha yakın olduğu o vuslat anıdır.[4]

Bırak gözyaşlarını...

Tutma, sıkma kendini.

“Erkekler ağlamaz” yalanına kanma, “Güçlü insanlar ağlamaz” kibrine kapılma.

Bu gece ağlamayan göz, mahşerin o dehşetli sıcağında nasıl serinleyecek?

Bu gece ıslanmayan yanak, ebedî âlemde ne zaman gülecek?

Gözyaşı, cehennem ateşini söndürecek tek kimyadır.

Gözyaşı, pişmanlığın sessiz ama en gürültülü çığlığıdır.

Ağla ki; çoraklaşmış gönül toprağın yeniden filiz versin.

İbn Arabî Hazretleri, Füsûs’ta varlığın “nefes-i Rahmânî” ile ayakta durduğunu fısıldar.[5]

Sen bu gece aldığın her nefeste, “” diyerek O’nu (cc) içine çek;

Verdiğin her nefeste, o bencil benliğini erit, yok et.

Regâib, senin yeniden doğum günündür.

Bu gece, mâzi denen o karanlık kuyuya ağır bir kapak kapat.

Tövbe et.

Ama öyle bir tövbe et ki, melekler gıpta ile seyretsin.

Nasûh bir tövbe... Bir daha ateşe dönmemecesine, aşkla, şevkle...

Yarın oruç tut.

Sadece miden değil; gözün, kulağın, dilin, elin, ayağın, bütün azaların oruç tutsun.

Açlığın, sana dünyanın geçici lezzetlerini değil; Rabbinin sofrasındaki ebedî tokluğu hatırlatsın.

Ey Yolcu!

Bu gece, kader defterinin yeniden yazıldığı gece olabilir.

Bu gece, isminin “Affedilenler ve Âzad Edilenler” listesine altın harflerle kazındığı gece olabilir.

Bu gece, Kâinatın Efendisi’nin (asm):

“Allah’ım, Recep ve Şabân’ı bize mübârek kıl ve bizi Ramazân’a ulaştır.”

duâsına, yerdeki ve gökteki bütün zerrelerinle “Âmin!” deme gecesidir.

Sakın... Sakın ola bu geceyi gaflet uykusuna kurban etme.

Uyku dediğin nedir ki? O zaten kabirde bolca var.

Şimdi uyanma vaktidir.

Şimdi dirilme vaktidir.

Şimdi, küllerinden doğup aşk ile yanma vaktidir.

Kalk ey sevgili kardeşim, daha ne duruyorsun?

Regâib Kandilin, senin şeb-i arûs’un, senin vuslatın, senin mirâcın olsun.

Gecen nûr, kalbin sürûr, günahların mağfûr olsun.

Kaynakça

[1] Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî. (2000). Divan-ı Kebir (7 cilt; A. Gölpınarlı, Haz.; 2. baskı). T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü. https://kygm.ktb.gov.tr/TR-678/divan-i-kebir-7-cilt-2-baski.html. Erişim tarihi: 20 Aralık 2025.

Ganjoor. (t.y.). مولانا » دیوان شمس » غزلیات » غزل شمارهٔ ۱۵۳۲ https://ganjoor.net/moulavi/shams/ghazalsh/sh1532. Erişim tarihi: 20 Aralık 2025.

Gürer, D., Küçük, S., Bakırcı, N., Şahin, B., & Ertürk, E. (Haz.). (2013). Mevlana Celâleddîn Rûmî’nin bütün eserlerinden seçmeler https://shahanedostaliyeva.wordpress.com/wp-content/uploads/2018/02/mevlana-celaleddin-rumi.pdf. Nesil Basım Yayın Gıda Tic. ve San. A.Ş. Erişim tarihi: 20 Aralık 2025.

[2] Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Şualar; On Dördüncü Şua/Gençlik Rehberi’nin küçük bir hâşiyesi). İstanbul: Envar Neşriyât. s. 494

[3] el-Gazzâlî, E. H. M. (2019). İhyâ-u ulûmi’d-dîn (A. Serdaroğlu, Çev.). Çelik Yayınevi. (Orijinal çalışma 1106 yılında yayımlandı).

[4] Kur’ân-ı Kerîm, Alak Sûresi, 19. Âyet

[5] İbn Arabî, M. b. A. (2015). Füsûsu’l-hikem (E. Demirli, Çev.). Litera Yayıncılık. (Orijinal çalışma 13. yüzyılda yazıldı).

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum