Halil KÖPRÜCÜOĞLU

Halil KÖPRÜCÜOĞLU

Pahalılık, ücret ve maaş yetersizliğine bizim çaremiz nedir?

​Pahalılık ve alım gücü zorluğunda ve buna taraf olan üretici, tüketici ve devlet arasında bir türlü adaletli bir sonuca ulaşamıyor. Devlet, memur, işçi, esnaf vb. olan tüketicinin ve üreticinin haklı olarak istediği maaşları, asgari ücretleri, fiyatları, tarafların istekleri ve pek çok verilerle, maliyesinin gücüyle de karşılaştırarak değerlendirme yapmak ister ve öyle de yapar.

​Hem devletlerin bu tespitlerinde, hem de diğer taraf olanların taleplerinde bir türlü adaletli bir noktada buluşulamıyor! Hem de bütün dünyada da bu mücadele bir türlü bitmiyor!

​Çünkü devletler, hükümetler; sadece kendi akıllarıyla, sadece kendi açılarından, görebildikleri verilerle ve adeta, sadece yöneticilerinin idrakleriyle karar veriyorlar! Üretici de yine alıştıkları bir hayat seviyesi ve haklı olarak daha yükseğine yönelik, sattıklarının maliyetini ve kâr oranlarını, kendi akıllarıyla, kendi birikimleriyle, kendi şahsi müşahedelerine, idraklerine göre; biraz da diğer muhatapları tam tamına değerlendirmediklerinden, değerlendiremediklerinden teklifleri çoğu kez adaletli olamıyor. Tüketici konumundaki vatandaşlar, memur ve işçiler, emekliler vb. bütün taraflar da, aynen bunlar gibi, hep kendi açılarını esas alıyor, kendine göre topladığı verilerle, kendi arzularının, insan olarak yüksek yaratılışının tesiriyle, hedef ettiği seviyedeki bir hayata odaklanarak yine herkesi düşünen bir adaletli teklifte bulunamıyor, bulunmuyor!

​Maaş ve ücret artsa üreticilerden nerdeyse çoğunluğu fırsat bilip ürettiklerinin fiyatını kendine göre maslahatlarla kısa sürede artırıveriyor. Bunda o kadar ileri gidiyor ki elli kuruşa Antalya veya Muğla’dan aldığı domatesi, birkaç aracılıkla (!) örtbas etmeyi de ihmal etmeden rahatlıkla beş-altı liraya satmaya başlıyor. Bu hemen bütün ürünlerde taraf olanların vicdanlarıyla (!) çoğu zaman tamamen adaletsizce. Serbest ekonomi, üretime ve ihtiyaca göre fiyat tespiti, liberal görüş tamamen yok olarak bu kısır döngüyü asırlardır devam ettiriyor. Sadece Dünyayı alçakça ve hatta alenen sömüren Batı ve Doğunun yalancı zalimleri, modern soyguncular, medeni (!) teröristler bir nebze ülkelerinde beceriyorlar! Tabi ki bu zeminlerde bu bitmez insanlık belasını haksız, adaletsiz elde ettikleri zenginlikleri, karşılıksız kâğıttan para, Dolar basarak kendi insanları adına bir miktar karşılıyorlar. Hatta bu yolla dünyanın neredeyse yüzde 80’lere varan gelirini, haksız ve hukukları çiğneyerek elde ettiklerini; demokratlık, hürriyetçilik ve hatta cumhuriyetçilik adına, çok uzaklardan bile arz-ı endam eden apartmanlardan büyük şaşaalı “Hürriyet Heykeli” dikerek, güya bütün dünya insanlarını uyutarak, bunu da alenen, açıkça yaparak şeytani tarzda gerçekleştiriyorlar.

​Normal devletlerin, masum insanların, doğru tüccar ve üreticilerin, bu adaletsizliği, ezilenlerin kurtarılmasını başaramadığı asırlardır görülüyor. Kanunlar, anayasalar, mahkemeler, hapishaneler, pek çok ağır cezalar, herkese de adaletli olarak bu insanlık problemini çözemiyor, çözemedi maalesef.

​Bize göre dine, hele en son ve insanın günlük hayatı dâhil her şeyine, her latifesine, saadet prensipleri olarak lütfedilen İslam’a bu açıdan bakmak lazım. Zatını göremediğimiz Rabbimiz, kâinatın bütün varlıklarında mucizeli yapıları, imtihan sırrı gereği en basit, akılsız, ilimsiz, zahiri sebeplerle yapmış. Mutlak, sonsuz, sınırsız ezelî ilim, irade ve kudretini; pek çok sıfatıyla, adeta sayısız olan esmasıyla tecelli ettirerek yaratan, Rabb-i Rahimimiz 124 bin peygamber, 124 milyon evliya, asfiya, muhakkikin ile de bu saadet prensiplerini hem de yaşatarak bizlere anlattırmış. İlk insandan beri peygamberlere lütfettiği mucizeler ile, onların dalları gibi olan diğer yıldızlar hükmündeki insanlara da verdiği keramet ve keşiflerle bize asırlardır aktarmış bir Rahmanü’r Rahim var. İğnenin bile ustasız olmayacağını bilen varlıklarız. Zatını, yine imtihan sırrı ve daha pek çok hikmetle göremez isek de; bu mucizeli fiillerden, eylemlerden, muhakkak öyle mucizeli bir faile, özneye zaruret derecesinde ihtiyaç vardır ki; İşte O’na, kutsî kaynaklarda, dini literatürde onun için Vacibü’l Vücud denmiş… Yani Vücudu, vaciplik, zaruret noktasında var olması gereken…

​İşte O Zata (cc) ciddi bir iman, son peygamberi Muhammed asm’ı, Andelib-i Zîşânı iyi tanıyıp, Onun en son, en mükemmel, en akli, maluma tâbi ilimlerle asla çelişmeyen, çatışmayan İslam’ına doğru dürüst Müslüman olarak uyabilsek, işimiz kolaylaşacak. İşte o zaman O’nun akıl ve kalplere işleyen otoritesi ve sevgisiyle, tabi ki uygun hukuki düzenlemeleri de O’nun herkesi, her şeyi gören yüksek hikmetli, maslahatlı, faydacılığın zirvesindeki dininin tavsiyelerine ve ilme göre yaparsak; elbette çok şeyler değişecektir.  Ancak burada ölçümüz İslam’ın prensipleridir. Âhirzamanın perişan Müslümanları değildir.

​Akıl ve kalbimizi de ikna ederek, Yeniden Dirilişi tam anlasak, Hesaba çekilip, iyilerin ebedi saadete, kötülerin büyük cezaya gideceğine, o Rabbin bunlara kolayca gücü yettiğine ikna olsak; o zaman bu bahsedilen insanlığın belasından kurtulmanın ne kadar kolaylaşacağını, kısa sürede nasıl bir dünya saadetinin oluşuvereceğini inşallah bütün insanlık görecek.

​Rabbim, biran önce, öyle bir saadete, doğru müslümanların ve hatta müslüman isevîler tabirine layık Batılı insanların hakta ittifakıyla nasip etsin efendim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum