Müslüman ve gaye-i hayal

Değerli sosyolog ve düşünür Mücahit Bilici, Risale Haber’de 10 Temmuz’da yayımlanan ufuk açıcı ve önemli tespitler barındıran yazısı, İslamcılığın serüvenindeki muktedirliğin, gaye-i hayalini kaybetmesindeki ve etrafa savrulmasındaki görünür ve görünmez tehlikelere değinmekteydi.

Son dönemde özellikle liberal ve demokrat çevrelerden daha farklı saiklerle gelen eleştiriler gibi ama sadece Hakk’ı âli tutma noktasında getirilen bu eleştirilere kulak vermek ve üzerinde düşünmek gerekiyor bence.

 

Bilici’nin Türkiye’deki mevcut iktidar özelinde getirdiği zihniyet sorgulamasında 3 önemli tespitin olduğu düşünüyorum:

1-     “Ben”i merkez alan bazı Müslümanların, “ben”i kapsayan bir Müslümanlığa arka çıktıkları ve bunu yaparken, adalet ve hakkaniyet çizgisinden ayrılabildikleri,

2-     Gaye-i hayalini kaybetmiş bir Müslümanlığın, siyasetin nimetlerini içselleştirirken, statükoyu da baş tacı etmesi,

3-     İslam’ı bile araçsallaştırmaktan çekinmeyecek şekilde savrulanların Sultan Abdulhamit Han’ı bile geride bırakacak şekilde mukaddesatı dünyevi makam, mevki, oy, siyasal erk gibi genel geçer ama cazip çeldiricilere alet edebildikleri hususu,

 

Bu eleştirilerin her üçü de bence dikkate değer eleştiriler. Öncelikle, “ben”i yani eneyi kapsayan milliyetçiliğin, din motifine de bürünebileceği bir gerçektir. İslam’ı, doğru, hak ve hakikat dini olduğu için değil de kendi dini olduğu için önceleyen bir tarafgirliğin 3 önemli zararı var. Birincisi, bu durum sosyal hayat için bir semm-i katil hükmüne geçer. Bu zehre kapılan kendi dini dışında başka dinlerin yaşam hakkına saygı duymaz. Bunun yüzünden toplumun huzurunu kaçırtır. İkincisi bireysel hayatta kendi ibadetine fazla bel bağlamaktan kaynaklanan ibadetteki ucb tehlikesinin baş göstermesine neden olur ve ihlası zir ü zeber eder. Üçüncüsü geniş dairede İslam’a zarar verir.  Başkalarını dışlamak üzere kurulu bir hayat stratejisinde İlayıKelimetullah’ın ilanı mümkün olmaz.

 

İkinci önemli tespit bağlamında düşünürsek, siyasal erki ele geçirdikten sonraki en büyük sorunun iktidarın beka sorunu olduğunu söylemek gerekir.  Yani mevzi veya manevra savaşımı verdikten sonra Kremlin sarayını ele geçirdiyseniz sizin artık Kremlin sarayında kalmak gibi bir beka sorununuz olacaktır. Bunun yapısal mekanizmalarını oluşturma ve var olan mekanizmaları kendinizden yana devşirme meyli başlar. Bu meyle tamamen esir olduğunuzda ise statükonun yeni parlak ve istikbal vaad eden çocuğu siz olursunuz. Ama bu meyil ile savaşmaya başladığınız oranda toplumun yörüngesini hürriyetten yana, adaletten yana döndürmeye başlarsınız. Bu çok zor ve çetrefilli bir sorundur. Ya sağlam bir imanınız, ya herhangi bir davaya karşı sarsılmaz İnancınızın olması gerekir. 

 

Üçüncüsü nispeten İslam tarihinde örneklerini gördüğümüz Müslüman-iktidar probleminin değişmez sorunsallarından biridir. Söz konusu yazıdaki (Sultan Abdulhamid Han konusundaki yargılara karşı rezervimi koruyarak) bu problemin temelinde tarafgirliğin olduğunu ve bu tarafgirliğin de Üstad’ın belirttiği üzere ancak, üç şey ile giderilebileceğini belirtmem gerekir. Yani başka bir yazıya taliken kısaca, efendilerin hizmetçi olduğu gerçeği, bir kişinin hatasıyla başkasının sorumlu olamayacağı ilkesinin temel ilke olması ve şuranın iktidarın her alanında hükümferma olmasının zaruri olmasıdır.

 

Fakat kıymetli akademisyen abimizin affına sığınarak bir zihin okuması yaptığımda bu eleştirilerin altında yatan siyaset tasavvurunun birazcık problemli olabileceğini hissettiğimi belirtmek istiyorum.

Siyasetten ne beklediğimiz, ehli siyasete getirdiğimiz eleştirilerin mahiyeti de etkiliyor çünkü.

 

Bir Müslüman siyasetten ne beklemelidir?

 

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Emirdağ Lahikası başta olmak üzere lahikalarda hayatın son döneminde yazdığı mektuplardan anladığım kadarıyla Üstad siyasetten ve ehli siyasetten ne bir medeniyet tasavvurunu inşa etmesini bekliyor, ne de ehli siyaseti toplumun imanını cehennem azabından muhafaza etme vazifesiyle tavzif ediyor. Bu bağlamda düşününce, İslam’ın bayraktarlığı vazifesi için ise hiçbir ehli siyasetin ehil olacağına da inanmadığımı belirtmek isterim. Devlet ve siyasetten iman ve İslam noktasında beklentiyi olabildiğince minimize etmekte fayda var bence.

 

Devletten ve siyasetten beklenti ise başta adalet olmak üzere, refah, kalkınma, büyüme gibi sözüm ona oldukça dünyaya müteallik işler noktasında olmalıdır. Bu dünyaya müteallik hedeflere hizmet ettiği müddetçe ehli siyaset kendi işinde muteberdir. Dünyevi hedeflerden uzaklaştığında da Allah’ın izni ve inayetiyle başka alt üstler yaşanır ve başka iktidarlar devri başlar.

 

Esasen, bir imtihan olan bu hayatta Müslümanların muktedir olup olmaması ile bizim bireysel imtihanımız arasında bir bağlantı da bulunmuyor. Bizim bireysel imtihanımızda Müslümanların muktedir olduğu bir dönem sadece imtihanın bir koşuludur. Yaşadığımız gel gitler, varoluşsal problemler kendi imtihanımızın bir parçasıdır. Siyasal erk bizim imtihan koşullarını iyileştiremez de kötüleştiremez de. Hazret-i Ömer döneminde yaşamış olsaydık, bizim ya da evlad-ı iyalimizin imanının Hazreti Abdullah bin Ömer’in imanı gibi olacağına dair elimizde hiçbir karine yok. Ömer bin Abdulaziz ile aynı zaman ipine takılmış olsaydık da dönemin bağilerinden olmayacağımıza dair bir garantinin olmaması yaşanan imtihanın özelliğini ve mükemmel dizaynını (her şahsa özel) gösteriyor.

 

Ehli siyasete fazla bir anlam ifa etmek kalbi yorar, zihni müşevveş eder, fikri Hikmet-i İlahiyeye hasr etmeyi öldürür ve gaye-i hayali dünyaya çevirtir.

 

Esasen, siyasete, siyasetçiye, hükümete ve iktidar partisine her türlü eleştiride bulunmak ve sayıp dökmek her zaman kolay olanı seçmektir. Hele hele iktidar aygıtının bir parçası değilsek bu eleştirilerde bulunmaz bir haz da olabiliyor. Sakın bu eleştirideki destursuzluk iktidarın içinde olmayan bir “ben”in içimizde vücut buluyor olmasından kaynaklanmasın. İktidarın bir parçası olmayan “ben”in iktidarı zem etmesinin nefsin hoşuna gidiyor olması meselesi “ben”i ve bizi ziyadesiyle düşündürmeli.

 

Kesret-vahdet dengesinden bakınca, hepimiz yaşanan dönüşümlerde pay sahibiyiz. Gaye-i hayalimizi dünyaya hasretmişken içimizden bazılarını, siyasetteki hatalarından dolayı ziyadesiyle dövmek bizim hatalarımızı örtmez.

Hepimiz sorunun bir parçasıyız.

Düğümlerdeki bir halkayı da benim nefsim ördü.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.