
Prof. Dr. Musa Kazım YILMAZ
Faiz Yasağının Hikmeti
İslamiyet Fıtrî bir din olduğu için insanların çalışıp kazanmalarını, ihtiyaçları doğrultusunda harcama yapmalarını tabii karşılamakla birlikte bu konularda bazı temel ölçü ve ilkeler getirmek suretiyle haksızlık ve su-i istimalleri engellemek istemiştir. Hatta İslam’da kazanç elde etme, mülk edime tıpkı ilim gibi farz telakki edilmiş, kişinin meşru yoldan çalışıp kazanması ibadet ve cihad ölçüsünde kutsal ve değerli bir davranış olarak kabul edilmiştir. Ancak İslam’da aslî ve tabii kazanç yolu emektir. Miras vasiyet, zekât, nafaka ve hibe gibi istisnaî yollarla kazanılan mallar da başlangıcı itibariyle emeğe dayalı kazançlar kabul edilmiştir.[1]
Hz. Peygamber (s) bir hadisinde (ما كَسَبَ الرجُلُ كَسْبًا أَطْيَبَ مِنْ عَمَلِ يَدِهِ) “Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir şey kazanmamıştır”[2] buyurarak emeğin kutsallığına ve helal kazanca işaret etmektedir. İslamiyet, herhangi bir zarara veya mağduriyete yol açmayan insan ilişkilerine, düzgün bir çizgide seyreden hukuki ve ticari hayata kural olarak müdahale etmemiş, sadece yanlış ve haksız uygulamalar ve kazançlar konusunda insanları uyarmış, bu yönde bazı sınırlama ve kısıtlamalar getirmiştir. İslam’ın temel ilkelerinden birisi olan faiz yasağı da bu kapsamdadır.
Faizin karşılığı Arapçada “riba”dır. Riba lügatte, “herhangi bir şeydeki artışı ve fazlalığı” ifade eder. Terim olarak ise riba, “borç verilen bir parayı belli bir süre sonunda belirli bir fazlalıkla geri almanın ve bu şekilde alınan fazlalığın” genel adıdır. Faiz ise taşan ve kabaran anlamlarına gelmektedir. Türkçede faiz kelimesi riba ile eş anlamlı olarak kullanılır.
İslamiyet servetin atıl bırakılmamasını, üretim ve yatırım dışında tutulmamasını istemiş ve faiz ortamının doğuşunu engelleyici bazı tedbirler almıştır. Temel üretim faktörü olarak emeği esas aldığı için, sermayenin risk ve zarara katlanmadan tek başına kazanç aracı olması önlenmiştir. Zira bu riskin minimize edildiği faiz ortamı, para ve sermayenin giderek belli zümrelerin elinde toplanmasına, sonuçta insanların sınıflara ayrılmasına ve büyük bir kesimin de mağduriyetine yol açacaktır. İslamiyet, yardımlaşma ve sosyal dayanışma ilkesi olarak, emek ve sermeyenin birlikte üretime ve yatırıma yönelmesi gibi prensiplerle topluma ahlakî bir anlayışı egemen kılmış, nimetleri ve külfetleri dengeli bir şekilde topluma yaymayı hedeflemiştir.
Kur’an-ı Kerim faizle zekâtı ve Allah yolunda infakı karşılaştırarak, zekât ve infakın değerli ve kalıcı, faizin ise değersiz ve bereketsiz olduğunu bildirmektedir. Faizin yer aldığı ilk sure olan ve Mekke’de nazil olan Rum suresinde Allah şöyle buyuruyor: (وَمَا آتَيْتُم مِّن رِّبًا لِّيَرْبُوَ فِي أَمْوَالِ النَّاسِ فَلَا يَرْبُو عِندَ اللَّهِ وَمَا آتَيْتُم مِّن زَكَاةٍ تُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ)“Başka insanların mal varlığı sayesinde artsın diye faiz karşılığı verdikleriniz asla Allah katında size artış sağlamaz. Bir de Allah’ın rızasını dileyerek verdiğiniz arındırıcı malî yükümlülük vardır. İşte böyle yapanlar ödüllerini kat kat arttıranların ta kendileridir.”[3]
Bu ayet, sonu kesin bir yasakla biten bir sürecin ilk halkasını teşkil etmektedir. Burada açık bir yasak yer almamakta ama faiz açıkça yerilmektedir. Bununla birlikte ayette, birbirine taban tabana zıt olan faizle zekâtın bir arada zikredilmiş olması tesadüfî değildir. Zira faiz karşılıksız almak, zekât ise karşılıksız vermektir. Ayrıca birincisi ilerde haram, ikincisi de farz kılınacaktır. Nitekim daha sonra Medine’de nazil olan Nisa (4/160–161), Ali İmran (3/130) ve en son Bakara surelerinde faiz kesin olarak yasaklanmıştır.
Faiz yasağının kesin olarak bildirildiği Bakara ayetlerinden ikisi şöyledir: (قَالُوا إِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبَا وَأَحَلَّ اللَّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَا) “Onlar, alışveriş de faiz gibidir, derler. Oysaki Allah alışverişi helal, faizi de haram kılmıştır.”[4] (يَمْحَقُ اللَّهُ الرِّبَا وَيُرْبِي الصَّدَقَاتِ) “Allah faizin bereketini alır ve emanete sadakat için yapılan hayrı, kattığı bereketle arttırır.”
Gerçekten de zekât ve infak sosyal adaleti ve refahı arttırıcı olduğundan değerli ve bereketli; faiz ise gelir akışını belli ellerde toplayıp sosyal refahı önlediğinden, hatta bazen sosyal patlamalara sebep olduğundan bereketsiz bir yoldur. Maddeci Batı toplumlarında ise, sermayenin belli ellerde toplanması istenmiş, bu amaçla sermeyenin daha organizeli bir şekilde üretim ve yatırıma aktarılması, böylece geniş bir çalışan zümre oluşturulması hedeflenmiştir. Batılıların sistemine göre faiz, iktisadî hayatın vazgeçilmez unsurlarından birini oluşturur.
Eskiden beri toplumbilimle ilgilenen çevrelerde, varlıklı insanlarla yoksul insanlar arasındaki aşırı servet farklılığının ortadan kaldırılmasını ön gören sosyal düşünceler ortaya atılmıştır. Kuşkusuz ki bütün bu düşünceler, İslam’ın faiz yasağından mülhemdir. Zira İslamiyet faizi, emek karşılığı olmayan haksız kazançlardan kabul etmiş ve insanlığın baş belası olarak nitelendirmiştir.
Sosyolojik bir tahlil yapan Bediüzzaman’a göre “başkasını düşünmemek” ve “başkasının sırtından geçinmek” şeklinde ifade edilebilecek insanlığın iki derin yarası vardır. İnsanlık tarihinde meydana gelen bütün karışıklıklar ve ahlaksızlıklar bu iki temel düşünceden kaynaklanmaktadır. Varlıklı insanlarla yoksul insanları birbirine düşman hale getiren ve insanları mutsuz eden de bu düşüncelerdir. İslam’ın faiz yasağı ve zekât emri, zengin ve fakir tabakalarını birbirine yaklaştıran ve sermayenin belirli ellerde birikmesinden dolayı ortaya çıkan farklılıkları yok eden birer emirdir. Bu konuda özetle şöyle der:
“İnsan toplumlarında meydana gelen ihtilallerin kökeni bir cümle olduğu gibi, her türlü kötü ahlakın kaynağı da bir cümledir. Birincisi, “Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse, bana ne.” İkincisi de, “Sen çalış, ben yiyeyim.” Evet, toplumsal hayatta zenginler ve fakirler, dengede kalmalarıyla mutlu bir şekilde yaşarlar. O dengenin esası ise, zenginlerde merhamet ve şefkat, fakirlerde hürmet ve itaattir. Son zamanlarda birinci cümle zenginleri zulme, ahlâksızlığa ve merhametsizliğe sevk etmiş, ikinci cümle de fakirleri kine, hasede ve tartışmaya sevk edip insanlığın rahatını birkaç asırdır ortadan kaldırmıştır. 18. yüzyılda emek-sermaye mücadelesi sonucunda ekonomik sorunların büyümesiyle, herkesçe malûm olan Fransız ihtilali meydana gelmiştir.”
“İşte Batı medeniyeti, hayırlı işler yapan bütün dernekleri, ahlâkî mektepleri ve sıkı polisiye tedbirleriyle, toplumun o iki tabakasını barıştıramamış ve insanlığın bu iki müthiş yarasını tedavi edememiştir. Kur’an-ı Kerim, zekâtı farz kılmakla birinci cümleyi kökünden kaldırıp tedavi yoluna gitmiştir. Faizi yasaklamakla da ikinci cümleyi esastan kaldırıp tedavi yoluna gitmiştir. Evet, ayet-i Kur’aniye, âlem kapısında durup, ribâya “Yasaktır!” der. “Kavga kapısını kapamak için, ribâ kapısını kapayınız!” diyerek, insanlara ferman eder. Şakirtlerine de, “Girmeyiniz!” emreder.[5]
Bu ifadelerden anlaşılıyor ki, sosyal hayatta dengeyi korumanın ve mutluluğu idame ettirmenin tek şartı, sosyal sınıflar arasında aşırı derecede boşluk bırakmamaktır. Zenginlerle yoksullar birbirilerinden uzaklaşmamalıdırlar ki, düşmanlığa ve husumete meydan verilmesin. Batı uygarlığı zekât emrine ve faiz yasağına uymadığı için Batıda sınıflar arasında sıla-i rahim kalmamış, gerginlik gittikçe artmış ve günümüzde toplumların huzur ve istikrarı alt üst olmuştur. Bunun sonucunda zengin insanlardaki meziyetler merhamete ve yardımlaşmaya sebep teşkil edeceğine kibir ve gurura yol açmış, yoksul insanlar ise sefalete terkedilmişlerdir.[6]
Bediüzzaman’a göre İslamiyet faizi yasaklamak ve zekâtı emretmekle insanlık âlemindeki bütün halkları ve fakirleri himaye ettiği gibi, “Hiç düşünmüyorlar mı, hiç ekletmiyorlar mı, hiç tedebbür etmiyorlar mı?” gibi ayetlerle aklı öne çıkararak ilim ehlini de himaye etmiştir. Bu itibarla İslamiyet tarih boyunca fakirlerin ve ilim adamlarının kalesi ve sığınağı olmuştur.[7]
Sonuç olarak şunu söylemem mümkündür: Faiz, çalışma şevkini kırıp işsizliği doğuran büyük ve sinsi bir afettir. Üstelik faizin kapıları olan bankalar, mağdur ve işsiz insanları değil, zengin, kibirli, merhametsiz ve vicdan yoksunu insanları daha da zengin ve müsrif hale getirmektedir. Denilebilir ki, bankalar bugüne kadar genellikle gayri Müslimlerin en kötü kısmı olan zalimlere ve zalimlerin de en kötü kısmı olan sefihlere fayda sağlamıştır. Faizin İslam dünyasına zararı açık olduğu gibi faydası ise hiç yoktur.[8]
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.