Prof. Dr. Musa Kazım YILMAZ
Abdullah b. Abbâs’ın (ra) Muaviye ve Arkadaşlarına Cevabı
Muaviye son derece zeki ve siyasi manevraları güçlü bir insandı. Hz. Ali’nin (ra) vefatından sonra rahatlamıştı, çünkü artık tüm Müslümanların hükümdarıydı. Ancak kafasından hiç atamadığı bir endişesi vardı: Bir gün Ehl-i Beytten birisinin ona başkaldırması… Onların içinden de en çok Mekke’de yaşayan Abdullah b. Abbas’tan ve Medine’de yaşayan Hz. Hüseyin’den korkuyordu. Ehl-i Beytin içinde en olgun ve siyasi olarak Muaviye’ye denk olan sadece Abdullah b. Abbas’tı. İbn Abbâs çok âlim ve güzel konuştuğu için Muaviye’ye karşı cüretli ve ona hakaret etmekten çekinmeyen birisiydi.
Muaviye, Abdullah b. Abbas’ın ikna edilmesi halinde Hz. Hüseyin’in ona karşı harekete geçmeyeceğini hesaplıyordu. Bu yüzden Abdullah b. Abbas’ı kendi tarafına çekmek istiyordu. Bu olmayınca, Abdullah b. Abbas’ın Benî Haşim ailesine sahip çıkmasını ve kendisine düşman değil dost olmalarını istiyordu. Bu amaçla sık sık Abdullah b. Abbas’ı Şam’a davet eder, ona ve yakınlarına hediyeler verirdi. Kendisi de Mekke’ye gittiğinde Abdullah b. Abbas’ı özel olarak ziyaret eder ve ona hediyeler götürürdü.
Bir gün Şam ve Hicaz’taki Kureyşliler Muaviye’nin yanında toplanmışlardı. Abdullah b. Abbâs da onların içindeydi. Bu sıralarda İbn Abbas’tan, Muaviye’yi üzecek sözler ulaşmıştı. Ama Muaviye son derece zeki ve siyasi dengeleri gözeten bir üslupla konuşurdu; Abdullah b. Abbas’a yönelerek söze şöyle başladı:
“Allah baban Abbâs’a ve babam Ebû Süfyân’a rahmet etsin; onlar herkesten çok daha fazla samimi iki dost idiler. Sen de ey İbn Abbas, dirilerin içinde ölüleri, ölülerin içinde de dirileri korudun. Ali b. Ebû Talib seni Basra’ya vali yaptı. Ali ile aranızda tatsız şeyler yaşanınca valilikten istifa edip Mekke’ye yerleştin. Ancak Ali, hazineden aldıklarını senden geri almak istedi. Oysa ben yönetimi ele alınca malları size bıraktım ve çuvallarınızın içinde ne var ne yok diye bakmadım. Hatta ‘Bugün alacak olsam bile, yarın onun bir mislini daha veririm’ dedim ve size kötülük yapmadım. Bilirim ki, kötülüğün başlatılması cömertliğin akıbetine zarar verir. Eğer isteseydim boğazlarınızı sıkar ve yediklerinizi size kustururdum. Bununla beraber sürekli sizden, develeri bile çökertecek nahoş sözler işitiyorum. Bu durum ne olacak böyle ey İbn Abbas?”
“Kaldı ki, Benî Hâşim olarak sizin bize [Benî Ümeyye’ye] karşı işlediğiniz kusurlar, bizim size karşı işlediklerimizden fazladır. Siz Osman’ı Medine’de perişan ettiniz; Cemel savaşında ona yardım edenleri öldürdünüz. Yine Sıffîn savaşında benimle savaştınız. Ömrüme ant olsun ki, hilafeti sizden almak konusunda Ebû Bekir’in kabilesi Teym ve Ömer’in kabilesi Benî Adiy, bizden daha fazla size zarar vermişlerdir. Ne zamana kadar gözlerimin üzerine çapağı kapatıp ‘İnşallah olur… Düzelirler umarım…’ diyeceğim ey İbn Abbâs?”
Arapların en büyük âlimi ve onların içinde en güzel konuşan İbn Abbas, kendisine tam teslim olmasını isteyen Muaviye’ye karşı şöyle söze başladı:
“Allah bizim babamıza ve sizin babanıza rahmet etsin. Onlar iki samimi ve ortak dost idiler. Senin babana hazineden fazla mal geldi ama benim babamın malı yoktu. Bununla beraber, babama dost olduğu için senin babanı tebrik edenler, senin babanın dostu olduğu için benim babamı tebrik edenlerden daha çoktur.”
“Babam cahiliye döneminde senin babana yardım etmişti. İslâmî dönemde de öldürülmesine engel oldu. Babamın şefaati olmasaydı fetih günü Mekke’de öldürülürdü. Ali’nin beni vali olarak atamasına gelince, Ali Müslümanlara hizmet etmem için beni vali yaptı; heva ve hevesi için değil. Sen ise Müslümanlara hizmet için değil, heva ve hevesin için bazı adamları vali yaptın. Mesela İbnu’l-Hadramî’yi Basra’ya vali yaptın, öldürüldü. İbn Bişr b. Ertât’ı Yemen’e vali yaptın, sana ihanet etti. Habîb b. Murre’yi Hicâz’a vali yaptın, halk tarafından kovuldu. Dahhâk b. Kays el-Fihrî’yi Kûfe’ye vali yaptın, taşlandı. Mala gelince, biz dinimizi ve ırzımızı korumak için mal biriktiririz.”
“Bizden sana gelen kötü sözlere gelince, kuşkusuz bizden sana ulaşan üzücü sözler, senden bize ulaşanlardan çok daha azdır. Sizin bize karşı işlediğiniz kötülüklerin en küçüğü yüz iyiliğin üzerine konulsa hepsini silip süpürür. Sizden dilediğimiz en küçük özrümüz, yüz kötülüğün üzerine konulsa hepsini iyiliklere çevirir.”
“Bizim Osman’ı perişan ettiğimize gelince, eğer ona yardım etmemiz kaçınılmaz olsaydı yardım ederdik. Onun yardımcılarını Cemel’de öldürmemize gelince, onlar isyanları sebebiyle o duruma düştüler. Sıffîn’de seninle savaşmamıza gelince, kuşkusuz Sıffın savaşı senin hakkı terk etmen ve batıl bir davaya girmen sebebiyle meydana geldi. Ebû Bekir’in kabilesiyle Ömer’in kabilesini bize karşı tahrik etmene gelince, eğer biz hilafeti isteseydik onlar bu konuda bize galebe çalamazlardı.”
Yine bir gün Muaviye İbn Abbas’ın yanına geldi ve serzenişte bulunarak ona şöyle dedi: “Ey İbn Abbâs… Vallahi eğer bizim yerimize siz halife olsaydınız, merhabalaşma, yakınlaşma ve dostluk kurma açısından size geldiğimiz kadar siz bize gelmezdiniz. Kasem olsun ki, ben ne iş murat edersem siz onu hakir görürsünüz; ne iyilik yaparsam siz onu değersizleştirirsiniz. Hakkınız olan maaşları size veriyorum, ama siz istemiyormuş gibi alıyorsunuz.”
“Sizler, ‘Bize verilenler, umut ettiğimizin çok gerisinde kaldı’ dersiniz. Sizden bir adama verdiğim milyon dirhemden sonra hangi umuttan söz ediyorsunuz? Vallahi eğer malım konusunda sizin tarafınızdan kandırılsaydım ve ırzım konusunda size boyun eğseydim, kandırılmamı bir cömertlik ve boyun eğmemi bir hoşgörü olarak telakki ederdim. Kasem olsun eğer bizim yerimize siz göreve gelmiş olsaydınız bize verilen hakka razı olurduk; durumunuzu bildiğimiz için sizden fazla istemezdik.”
İbn Abbâs Muaviye’nin bu serzenişlerine cevaben şöyle dedi:
“Eğer biz sizi göreve getirmiş olsaydık güzelce teselli olur ve nefsimizi başkasına tercih etme hastalığına müptela olmazdık. Sonra biz dirilere zulüm etmez ve ölülere sövmezdik. Kuşkusuz sizler bizim kadar cömert, bizim kadar kerim nefisli ve bizim kadar mürüvvet sahibi kişiler olamazsınız.”
“Bize verdiğin mala gelince, o bizim hakkımızdır. Şüphesiz senin ondaki tasarruf hakkın ancak sıradan bir Müslümanın hakkı gibidir. Allah’ın kitabında bizim için iki hak belirlenmiştir. Hem ganimette hem haraçta hakkımız vardır. Ganimet galebe çaldığımız mallardır. Haraç ise, seçerek ayırdığımız mallardır. Eğer bu malda hakkımız olmasaydı, bizden hiç bir ziyaretçi, sana gelmezdi. Geliyorsak hakkımızı almaya geliyoruz. Bu sana kâfi mi yoksa daha söyleyeyim mi ey Müminlerin Emiri?” Muaviye, “Bu benim için kâfidir. Seni bilirim; sen hırlarsın fakat havlamazsın” dedi.
[Ensabu’l-Eşraf, Kültür Bak. Yay. Terc. Musa K. YILMAZ]
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.