Kitap okumak

Kitap olmakla kitap okumak arasındaki çizgiyi belirlemek zor. Halkımız düzgün, etkileyici, düşündürücü konuşan insanlara "kitap gibi konuştu" der. Hatta öyle sevip saydığı insanlara da "kitap gibi adam" der, onun gibi olmak da ister.

Biz, bütün bir kâinatı bir kitap kabul ederiz, onun yaprakları, çiçekleri, meyveleri olan canlılara da birer kitap sayfası nazarıyla bakarız. Kâinatın özü kabul ettiğimiz inanı da, okunup yazılan, kitaplar içinde birer kitap olarak görürüz. İçinde bütün âlemi aksettiren bir kitaptır, insan. Büyük şâirin, "Herkesin dünyada varsa bir yeri / Ben de bütün dünya benimdir derim" sözlerinde de bu anlam vardır. Yani her insan, kabiliyeti nispetinde mensup olduğu âlemi aksettirir. Kimileri çizgi roman gibi, kimileri masal, kimileri hikâye veya roman gibi yansıtırken, kimileri de bütün bunları içinde taşır.

Yazılırken okunan, okunurken de yazılan insan, okuduğu kitaplardan kopyalar çeker, alıntılar yapar. Hemen çok insandan duyarsınız, benim hayatım başlı başına bir kitaptır, bir romandır, diye. O bunu söylerken gizli bir yakınmayı da dile getirmektedir. Keşke benim de yaşadıklarımı yazıya dökebilen bir yanım, bir yeteneğim olsaydı, diye.

Hayat zaten bir yazgıdır. Sürekli yazılmakta olan kütüphanedir. Her insanın hayatı mahiyet olarak aynı değildir. Dediğimiz gibi kimilerinin hayatı birer çizgi roman, kimilerininki basit çizgilerden ibaret, tekdüze bir hayat; bazılarınınki de çok renkli, zengin bir külliyattır.

Hayata konu olan ortamlar da hayat için çok önemlidir. Dağ başlarında, ıssız çöllerde geçirilen hayatla köylerde, nahiyelerde geçirilen hayat; Kasabalarda yaşanan hayatla, büyük şehirlerde yaşanan hayat aynı değildir. Büyük kentlerde yetişip olgunlaştıktan sonra ıssız dağ başlarına çekilen münzeviler de var. Bunlar tek başlarına yaşıyor görünseler de bir toplumun verdikleriyle oradadırlar. Robenson, batmış bir geminin çocuğudur.

Tek başına yaşayan bir canlı var mıdır, bilmiyorum. Bütün canlılar kendilerinden çok başkaları için yaşarlar. Bitkiler birbirleri için besin maddesi oldukları gibi, daha çok da hayvanlar için besin maddesi olurlar. Hayvanlar da birbirleri için yaşarlar. İnsanda bu bağımlılık daha da güçlüdür. Hiçbir insan yavrusu, tek başına var olamaz. Bir anne ve babadan olmak, uzun bir süre anne ve babaya bağımlı yaşamak, sonra da yine toplum içinde olmak zorundadır.

Aileler de başka ailelerle varlıklarını devam ettirirler. Hani derler ya, insan tabiatı gereği medenidir; şehirler yapacak yaşama özellikleriyle donatılmıştır. Bu donatımını işletip obalar, köyler, kasabalar, şehirler kurar. Bu da bir dayanışma, paylaşma ile olur. Çünkü O, bir sonsuz istekler yumağıdır. Açıldıkça açılır; bu açılımın da ucu bucağı olmaz. Bu ihtiyaçları her insan tek başına karşılayamaz. Bunun için işbölümü ve dayanışmaya muhtaçtır.

İnsanın mahiyetine yerleştirilen istidat ve kabiliyetler, yaşadığı toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek yönde geliştirilir. Böylece toplumda farklı iş türleri, meslek kolları ortaya çıkar. Bu farklılıklar ihtiyaçlar arttıkça büyür. Şehirlerin çehresi de buna göre şekillenir. Tabi şehirle birlikte toplum, insan da değişime uğrar. İnsandaki bu istidat ve kabiliyet açılımlarını çeşitlendiren, renklendiren değişim ve oluşumlar ağında, insanda değişmeyen bir öz kalır.

Biyolojik yönüyle ilgili değişmezlere içgüdü diyorlar. Bunlar, bütün hayvanlarda ortaktır. İnsanla ilgili bir de ruhi değişmezler var: Akıl, irade, şuur, kalp, zekâ, vicdan ve bunların açılımları duygu ve düşünceler. Yeryüzünde insan adına ortaya konan her iz, her eser, özetle, her mekân, bu özelliklerden doğan fiillerin birer nesnesidir. Bu nesneleri bulan, kuran, kullanan eylemlerin öznesi olarak insan, hiç değişmez. Arılar var olduklarından bu yana bal yaparlar ama balı ve kendilerini değiştiremezler. Örümcekler ağ kurar, ipek böcekleri koza örer, kuşlar yuva, termitler ev yaparlar fakat hep aynı kalırlar. Ama insan nice medeniyetler kurmuş ve yıkmıştır, yıkıp ve kuracaktır. Bir özne olarak da hep aynı kalacaktır: Muhteşem veya zavallı insan; eşref-i mahlûkat veya eşşek-i mahlûkat denilen insan olarak varlığını devam ettirecektir.Varlık kütüphanesinde insan, yukarda sayılan bütün özellikleriyle yazılan ve okunan; yazan ve okuyan müstesna bir kitaptır. Yerleşim yerleri de birer kütüphanedir.

"Biz talib-i ilmiz aşk kitabın okuruz

Çalap müderris bize aşk hod medresedir."

Diyor Yunus. Kâinat medresesinde İnsana okuma ve yazmayı Allah öğretir. İnsan da buna göre kendini okur ve yazar. İlhamını da Allah'tan alır. Kâinat da, onun meyvesi olan insan da, baştanbaşa Allah'ın kalem-i kudretinin eseridir.

İnsan kendini Allah'ın kitabına uygun renk ve şekilde yazar ve okursa yücelir; nefsin ve şeytanın icraatına uygun şekilde okur ve yazarsa alçalır. İnsan için okunacak en ideal Kitap, Allah'ın sevip övdüğü ve insanlığa örnek kıldığı Hazreti Muhammed aleyhisselam kitabıdır. Mekke ve Medine de eşsiz kütüphaneler... Ne mutlu O Kitap'tan renk, çizgi ve koku taşıyanlara. Ne mutlu o kütüphanelerde yer alanlara.

Yeni Şafak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.