İyi kutupta olmak

Kur’an’dan Risale-i Nur Perspektifinde Günümüze Mesajlar (28)

Her insan doğar doğmaz iki yol kavşağında kendini bulur. Doğduğu andan itibaren büyük bir yolculuğu da başlar. Bu yolculukta kendiyle baş başadır. Yaptıklarından kendisi sorumludur. Başkasını sorumlu tutup kendini sorumsuzluk zırhına büründürme gibi bir lüksü yoktur.

İradesiyle baş başa tam bir özgürdür. Bir ömrü kapsayacak uzun yolculuğun kavşağında kendine dönüp bir yol tercihinde bulunmak zorundadır. Yolların biri kendi yaratılışına uygundur; bu yolu tuttuğunda önce kendisi ile barışık olur, sonra kâinatla, bütün varlık âlemiyle; ona düşman olan hiçbir şey olmaz. Bu yolda son derece rahattır; dünya yansa kılı bile kıpırdamaz. Çünkü bilir ki ondan sorumlu değildir. Yani sorumluluk sınırlarını iyi bilmektedir. Diğer yolsa fıtrat dışıdır. Orada kendine de yabancıdır;çevresi ise ona düşman. Etrafında canavarlar dolaşmaktadır. İçi bir türlü düzene girmediği gibi darmadağınıklığıonun başını epeyce derde sokar; ağlasa bir türlü ağlamasa bir türlü. Doğduğuna pişmandır. Kısalmasınıistediği yol uzadıkça uzar; artık hayat yaşanmaz hale gelir.

Bu uzun yolu çatallaştıran da insanın kendisidir. Sanki bu iki yol kendi içinden fışkırarak uzayıp gider, ta öte dünyaya, cennet ve cehenneme kadar. “Ene” insanın özüdür. Her şey bu öze bağlıdır. Dünya ve hayat bu öze göre şekillenir. “Ene” denilen bu öz, safiyetini koruduğu sürece, tuttuğu yolun sonunda cennet vardır; yok bu öz asıl hüviyetinden uzak kaldığındaysa onu bekleyen son cehennemden başkasıolamaz. 

Bediüzzaman insanın bu özünde iki kutuplu bir çekirdeğin olduğunu söyler: Evet, ene zaman-ı Âdemden şimdiye kadar âlem-i insaniyetin etrafına dal budak salan nuranî bir şecere-i Tuba ile, müthiş bir şecere-i Zakkumun çekirdeğidir.[1]İki büyük ağaca kaynakinsandır,iki ağaç da insanın içinden fışkırmaktadır, yollar ve ürünleri de insandaki öze, yani eneye göre şekillenecektir. Yani iyi ve kötü, vahiy ve akıl, nübüvvet ve felsefe, fıtrat ve fıtrat dışılık, “manay-ı harfi” ve “manay-ı ismi”, dost ve düşman, kolay ve zor, ümit ve korku,sevgi ve nefret gibi iki kutuplu süreçlerin arasında kendi yeteneklerini kullandığı oranında bir yerdedir.

Mesela; sevgi ya da nefretin sardığı bir insanı düşünelim. Sevgi duygularıyla dolan insanın etrafında göreceği sevgi yumaklarıdır. Ona çiçek gülüyor, yıldız göz kırpıyor ve kâinatın her zerresi selam veriyordur. Onun gözünde gülmeyen bir şey yoktur ve her şey ona dosttur. Hem iç dünyası ve hem de dış dünyası her an bir bayramı yaşamaktadır. Hiçbir duygusuyla alıp vereceği yoktur. O cennettedir; dünyada da ahirette de.

Ama nefretin kapladığı insansa her taraftan görebileceği ancak nefrettir.O hırlayan canavarların tam ortasındadır. Güneş bulutlardan sıyrılıp bir türlü kendine gülemiyor. Havasızlık içindedir. Ne tarafa baksa gözüne ilişecek kin ve nefrettir. Yalnız da kalsa kalabalıklar içinde de olsa başı ağrısız asla olmaz. Her duygusu onun adeta işkence aletidir. Cehennemdedir; dünyada da ahirette de.  
İnsanlar bu dünyada iyilik kutbunda olanlarla olmayanlar olarak iki gruba ayrılmaktadır. Bu “ene”nin kullanımıyla ilgili doğrudan bir sonuçtur. “Ene” denilen bu öze her yönden bakım uygulayanın sonunda yetiştireceği ağacın meyvesi fıtratın istediği bir insan tipidir. Yok, tam tersi özüne bakmayanın ağacının vereceği meyveyse zehir saçan fıtrat dışı bir insan tipidir.

Herkes yolculuğunun sonunda karşısında bulacağı kendisidir; iyiyse iyi kötüyse kötü. İyiler cenneti kötülerse cehennemi yaşar. “Ene” şekillendiği gibi ağaç olacak;ya Tuba ağacı ya da zakkum ağacı. Hiç kimse olduğundan başkası olmayı beklemeyeceği gibi olduğunun dışında da muamele görmeyecektir. Herkese düşman kesilen, düşmanlıktan başka ne ile karşılaşabilir ki!

İnsan, yaşantısına bakarak kendi sonunun ne olacağını aşağı yukarı kestirebilir. Geçmiş az çok gelecekten haber verir. Dünyada sorumluluk bilinci içinde cenneti yaşıyorsa ahirette de büyük ihtimalle cenneti ve cehennemi yaşamışsa yine aynı ihtimalle cehennemi yaşayacaktır.

Kur’an,  اِنَّاْلاَبْرَارَلَفِىنَعِيموَاِنَّالْفُجَّارَلَفِىجَحِيمٍyani “Sorumlu davranan iyiler elbette tarifsiz nimetler içinde yüzecekler. Sorumsuz davranan kötüler ise gözleri faltaşı gibi açacak bir ateşin içinde olacaklardır.[2]anlamında olan iki ayet, bu uzun yolculuğun en son durağında insanı bekleyen ödül ve cezayı gösterir. Hiçbir hayat bedelsiz değildir. Ödülü ya da cezası olmayan hiçbir eylem de yoktur. Bu Allah’ın koyduğu bir yasa gereğidir.

Sorumluluk duygusuyla hareket edenler yaptıklarının sonunda ödül ya da cezayla karşılaşacaklarını bildikleri için tutacakları yolun tespitinde ince eleyip dokurlar, elden geldiğince hassas davranırlar. Yeteneklerini tam kapasiteyle ve fıtratları doğrultusunda çalıştırırlar. Sonunda pişmanlık duymayacakları bir eylemde bulunurlar; her halde kendi olmaya çalışırlar ve iradeleri doğrultusunda başkasının değil kendi verdikleri kararları uygularlar. Yolun sonunda mazeret yoktur ve suçu başkasına atacakları suçlu bulamazlar çünkü.

Her vicdan böyle bir sorgulamanın olacağı ve hesabın kesileceği bir anı kabul eder ve etmek zorundadır. Çükü hayatın düzeni bunu gerektirir. 

 


[1] Nursî, Bediüzzaman Said, Sözler, Otuzuncu Söz, erisale.cm

[2] Kur’an, İnfitar: 13-14

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum