Işık ve nur

Lemaat ekseninde duygu çağrışımları (10)

Işık ve nur, güneş ve ay, kalp ve akıl… Birbirine zıt değil, birbirine destek veren, birbirini açan, birbiriyle güçlenen ve belki de biri birisiz olmayan kelimeler ve varlıklar. Bu kelimelerde aslında hayatımızın anlamı, bilgi hamulemizin gizemi, olması ve alınması gereken feyzimiz saklı.

İnsan olarak iç dünyamızın eşsiz bir zenginliği noktasında muhatap olduğumuz güneş, ezelî ve ebedî güneşimiz olan ve bütün ayrıntılarıyla varlık âlemini yaratan Allah’tır. O bizim maddî ve manevî ışığımız; iç ve dış huzur kaynağımız ve nurumuz. Rahatlık ve huzur adına ne varsa O’nunla direkt bağlantıdadır. O’nun dışında kuracağımız kontaklar, sarf edeceğimiz muhabbetler, gönül vermeler, her tür ilişkiler uzun süreli bunalımların habercisidir. Güneşsiz dünya karanlıksa, O’nsuz insan ve kâinat da bütün bütün zifiri karanlıktadır.

Işık ve nur, hem güneş-ay hem de kalp-akılla ilişkili. Ay ışığını güneşten alır; akıl da ışığını, yani yol göstericiliğini kalpten. Güneş olmadan ay ve akıl da kalpsiz olamaz; yani onlarsız her ikisinin işlevleri ortadan kalkar. Mesela güneş olmadan ay, geceleri bize lahuti hazzı, kendimizi dinlemeyi, kendimize gelmeyi, yakamozu, romantizmin esrarengiz gizemini, sessizliği, için için gözyaşı dökmeyi, pişmanlığı, yeniden kendimize dönmeyi ve tövbeyi yaşatamaz. Güneş olmazsa ayın, “Bak, kamer kendi zatında kesafetli, zulümatlıdır; ne ziyası var, ne hayatı.”(24.Söz) diye Bediüzzaman’ın esrarlı tasvirinin dışında ne görkemli bir görüntüsü ne de bir değeri kalır.

Ay kâinat güneşine olan ihtiyacı kevnî kanunun, yani kozmik oluşumun gereğidir. Bu ihtiyaç, bu fıtrî kanunladır ki kim bilir nice zamanlardan beri büyük bir intizam içinde en küçük bir sapma yapmadan süregelip gidiyor. Allah’ın bu iki büyük tevhit delilini yolundan döndürecek hiçbir güç yoktur. Güneş ısısını, zıyasını ve yedi rengini bütün cömertliğiyle veriyor ve ay da geceleri nurunu. İşte zıya/ışık ve nur, bu ki büyük tevhit delilinin iki ürünü, iki meyvesi…

İnsanda kalp de “Sâmed ayinesi” olması noktasında duyguların sultanı olurken özellikle aklın da güneşidir. Ay ışığını güneşten aldığı gibi akıl da mecazî anlamda ışığını kalpten almak durumundadır; bu onun yaratılış gereğidir. Akıl kalbin onayını gözettiği ve tatminine önem verdiği sürece muhteşem bir değer olarak varlığını sürdürür. Yok, kalbin nurundan yararlanmadığı takdirde geçmiş ve geleceği kurcalayarak, orada var olan bütün olumsuzlukları sahibinin önüne temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp sürerek hayatı zehir eden bir alet haline gelir ki bu, artık insanoğluna biçilecek ceza için hem dünyada hem ahirette başka bir işkence aracı aramaya gerek bırakmaz. Akıl kalbe ihtiyaç duyuyorsa bunu göz ardı etmenin kimseye faydası yoktur. Kalbe uyum sağlamayan akıl, duygularda da kaos ve anarşi çıkarır.

İnsan olarak biz de geldiğimiz dünya düzeninde gerek güneşten gerekse aydan hiçbir efor harcamadan ve hatta hiçbir ücret vermeden çok yönlü yararlanırken, manevî olarak yardım alacağımız güneşleri tespit etmek durumundayız. Başkalarından ve uyduruk güneşlerin peykleri haline gelenlerden değil elbette, ezelî ve ebedî güneşimizin bize sunduğu güneşlerden, azamî derecede istifade etmek ise yaratılışımızın gereğidir.

Bizim güneşimiz, asıl güneşimizden sonra, peygamberler ve onlara gelenlerdir; son peygamber olan Peygamberimize inen Kur’an ve onun her derde deva olan ayetleriyse bu zamana kadar olduğu gibi kıyametin kopmasına kadar insanlığın yolunu ışıtıp nurlandırmaktadır. O ki her asırda tazeliğini koruyor ve her ihtiyacı karşılıyor; bütün mesele güneş gibi ışıklarının farkına varabilmek.

Işık ve nurun, Kur’an’da da nüans bile olsa değişik anlamlarda kullanıldıkları kesin. Yunus süresinin 5. ayetinde Allah, güneşi ışık ve kameri nur yapmıştır. Elmalı, bu ayetin tefsirinde nur ve ziyanın her ikisinin şiddet ve zayıflık durumuna göre farklılıklar gösterseler de zulmetin yani karanlığın zıddı olduğunu belirtir. Ona göre nur, ziyaya göre daha genel, ziya da nura göre daha hususî ve daha kuvvetlidir. Bir görüşe göre de, güneş aya nispet edildiğinde,  yukarıdaki ayetin anlamı çerçevesinde, zıya yani ışık nura göre daha aslî bir ışıktır; nur onun türevi gibi. Ne de olsa, ay güneşin peykidir, ışığını ondan almaktadır. Buna rağmen Ku’an’da ışık anlamında nur kelimesi kırk kadar, aynı anlamda ziya ise sadece üç yerde geçmektedir.

Elmalı, bu ayetin tefsirinde daha değişik yaklaşımda da bulunur. Zıya aşırı bir parlama, bir yayılma ve bir ıztırabı; buna karşılık nur zulmete karşı bir parlaklığı yayma ve sükunu andıran bir tatlılığı çağrıştırır. Zıyada hararet ve yakıcılık da var. Nur ise yalnız ve yalnız karanlığın zıddı…

Zıya gözle apaçık görülen bir aydınlık; nur baş gözünden daha çok, kuvvetli bir sezgi ile hissedilen bir parıltı gibi, sanki salt ışıktan çok daha başka bir şey. “Şunun yüzünde nur parlıyor” ya da “Nurlarla doldu cihan” denildiğinde salt ışıktan başka şeyler anlaşılmıyor mu? Secde edenlerin alnındaki parlaklık için daha çok nur deyimi kullanılıyor. Nurun herkes tarafından aynı tonda fark edilmesi de mümkün değil. Yine merhum Elmalı, bu ayetin tefsirinde, zıya bizzat olanla, nur ise dolayısıyla olanla açıklanır. Ay nurunu güneş olmadan verme imkânına sahip değil; yani ay güneşe bağımlı. Güneş deyince gündüz ve ay deyince de gece akla gelir; güneş gündüzün lambası, sobası ve ay, gecenin kandili. İkisi de Allah’ın tevhit delili…

Hayatımıza yön vermek için, güneşin bir peyki durumunda olan aydan çok güneş ve güneşlerin peşinden gitme gibi bir gereklilikten söz edebiliriz. Dünyada en çok kulak verilmesi gereken feyzini direkt Allah’tan alan vahiydir. Kur’an Allah kelamıdır; hakikati gösterme açısından bir güneş gibidir. Her bir ayeti de birer güneştir. Kur’an’ın ve onun ayetlerine muhatap olanlarının hayatları hep gündüz gibidir, gecenin muhtemel bilinmezlerinden uzaktırlar.

Doğu hep vahiyle, güneşin parıltılarıyla kendine gelmiş; buna karşılık Batı aklın yol göstericiliğinde mesafeler aldığı için gecenin karanlığında öteye beriye toslamanın zararlarından kendini kurtaramamıştır.

Gündüz bilinenin, ayan beyan olanın, doğruluğun simgesi ve gece ise bilinmezin, kuşkunun, kapalılığın, korkunun ve vahşetin simgesi…

Vahiy güneşinden yararlananlar peyk, kul-köle olmazlar. Kâinat Sultanının güvencesinde rahatlığın sefasını sürerler. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum