İnsan, önce kendine bir baksın!...

İstanbul, Londra, Paris veya New York gibi büyük bir metropol üzerinde helikopterle dolaşırken, caddelerdeki yoğun trafiğin akışına baktığımızda, bu metal akışının tesadüfen, şoförsüz, başıboş, gâyesiz ve iradesiz olduğunu düşünebilir miyiz?
Veya o metropolün denizlerindeki, nehirlerindeki gemilerin, vapurların, kotraların, sahil güvenlik botlarının, teknelerin, hatta sandalların, şuursuzca başıboş kaydıklarını, herhangi bir irade tarafından yönetilmeden öylesine dolaştıklarını zannedebilir miyiz?
Bütün bunların tesadüfen, şoförsüz, kaptansız, sürücüsüz olduğunu zannedene, insanlar arasında ne gözle bakılır acaba? En azından ahmak, aptal, geri zekâlı v.s. denir, değil mi?...
Bırakın bunların yöneticisiz ve başıboş dolaştığını düşünmeyi, bu deniz ve kara trafiğinin, sadece o sürücüler tarafından değil, daha üst düzeyde bir beyin kadro tarafından yönetildiğini, programlandığını, çeşitli yasalarla her bir şoförün veya kaptanın bilgilendirildiğini ve sürekli denetlendiğini de, çok-çok iyi biliyoruz...

Bu durum böyle olduğu halde, insanlık âleminin, hayvanlar âleminin, canlılar üzerindeki muazzam sistemlerin, hücreler ve atomlar âlemlerinden tutun da, şu koca Kâinatın akıl almaz bir düzen içindeki akışın, tesadüfen ve başıboş olduğunu maalesef iddia edenler (!) var. Üstelik de bunlar, anlı-şanlı ve unvanlı bilim çevrelerinden bile çıkabiliyor…
Bu densizliğin sebebi; insanlığın en büyük düşmanı olan Şeytan’ın tuzağına düşerek işlediği cürümlerin, yaptığı haksızlıkların yanlarına kâr kalmasını isteyen, âdil bir hesaplaşmaya yanaşmayan zavallıların, Yüce Allah’ı inkâr arzusundan kaynaklandığı da mâlûmdur. Bu zavallılar güya Allah’ı c.c. inkâr etmekle, sanki âhıretin olmayacağını, İlâhî mahkemenin kurulmayacağını ve neticenin de Cennet veya Cehennem gibi bir âkıbet olmayacağını zannediyorlar. Avcıdan kaçma ümidi kalmayan devekuşunun, gözlerini kapayıp başını kuma gömerek, avcıdan kurtulacağını zannettiği gibi, gözlerini gerçeklere kapayarak başını “gaflet” kumuna gömdüklerinde, o âkıbetten kurtulacaklarını sanıyorlar. Bu gerçeklerin detaylarını ferasetlerinize havale ederek, biz ana konumuza dönelim. 

Her birimiz, 100-150 Trilyon hücrenin muntazaman, yerli yerine, muazzam bir tasarım, plan ve proje neticesinde ve sınırsız bir Kudret tarafından, bir gâye ile disiplinli bir şekilde dizilmesiyle bu hâle getirildik. O yüce Kudret üzerimizden bir an bile ilgisini ve esmasının tecellilerini çekse, dağılır mahvoluruz. Bu asla bir iddia değil, gerçeğin tâ kendisidir…
•Bugün; bu yüce Kudreti daha iyi idrak edebilmemiz için, sadece tek bir hücre yapısına göz atacağız. Çünkü, tahkikî iman, Allahı Esma ve sıfatlarıyla tanımaktır.
Çağımızın ileri teknolojisiyle tek bir hücre incelendiğinde, bir hücrenin, büyük bir metropolden daha komplike ve daha muazzam bir düzen içinde faaliyet gösterdiği görülüyor. Üstelik de bir metropolün tüm sınırlarının Çin Seddi gibi veya İstanbul surları gibi çepeçevre kuşatılarak, hattâ muazzam bir kapalı spor salonu gibi, giriş-çıkışların çok sıkı bir şekilde korunduğunu ve bu yüzlerce giriş-çıkış kapılarının, elektronik (EKKS-CNR) cihazlarla denetlenerek işletildiğini düşününüz. İşte bu sistemlerin en harikası, en mükemmel bir hassasiyetle, mm.’nin %1’inden küçük olan her hücreye yerleştirilmiştir.
Aynı hücre; yüz yıl kadar öncesine kadar “koyu bir leke”, daha sonraları “jole dolu basit bir baloncuk” veya “zar, sitoplâzma-protoplâzma, çekirdek” ten ibaret zannedilirdi...
Oysa şimdi aynı hücre: Yüz binlerce giriş-çıkış kapısı olan, içinde (Mitokondri, libozom, lizozom, sentrozom, peroksizom, kofullar, DNA, kromozomlar, flagella, microflament, endoplazmic retikulum, sitoplazma, mikrotübüller, plastitler, sentrioller, GOLGİ, kromatin, ribozomlar, v.b. gibi.) yüzlerce fabrika, atölye ve laboratuarlar çalıştırılan... Ham madde girişlerinde sürekli elektronik kontrollerden geçirilen... Atık maddelerinin, çevreye zarar vermeden atılması veya arıtılması titizlikle takip edilerek, faydalı hâle dönüştürülen, kusursuz işletilen ve (en geç) 1-2 senede bir yenisiyle değiştirilen dev bir şehir gibi olduğu biliniyor ve gözleniyor. Hatta döllenmeden sonra ve gelişme sırasındaki hücre bölünmeleriyle (!) çoğalmanın, saniyeler içinde olduğu bilimsel bir gerçektir. Bir metropolün aynısının yapılması için gereken zamanı düşünerek, tüm bu faaliyetler için gereken Kudreti, İlim ve İradeyi takdir edebilirsiniz…

Yüce Yaratıcı (c.c.) için, bu sistemi işletmek öylesine kolay ki.
Kendi iradesi tarafından hazırlanan bu koca şehirlerin her birini (Yâni, her bir hücre’yi) âdetâ “tuğla” olarak kullanıyor. Yüz-yüz elli trilyon tanesini muazzam bir ilim, kudret ve mükemmel bir tasarım ile yerli yerine koyarak, seni-beni inşâ ediyor. Üstelik de hiç birimizin, bir başkasına benzemememizi de hesaba katarak, parmak izlerimizin, ses frekanslarımızın, DNA’larımızın bile farklı olmasını ihmal etmiyor. Bundan emin olduğumuz için, parmak izi veya DNA en ciddi kurumlarda bile imza veya kesin delil yerine geçiyor…
Bu akıl almaz faaliyet; tek bir hücre veya canlı üzerinde değil, aynı anda çeşit-çeşit “tüm canlılar” üzerinde, binlerce senelerden beri muntazaman devam ediyor...
Üstelik, tüm canlıların vücûdundaki hücrelerin bir kısmı, her saatte (binlercesi, hattâ milyonlarcası,) yenileriyle değiştiriliyor.
Sinir hücreleri, akciğer hücreleri v.b. gibi (%10-15 civarında) uzun ömürlülerin dışındaki hücrelerin, % 85-90’ı bir yıl içinde yenilenmiş oluyor.
Yâni; Yüce yaratıcı vücudumuzda her an, bu çok hassas faaliyeti, aralıksız sürdürmektedir. Her birimizle, her saniye değil her an mutlaka ilgilenmektedir...
Siz, şu satırları okuyuncaya kadar, vücûdunuzdaki hücrelerin milyonlarcası yenileriyle değiştirildiği için, bu günkü “siz” bir sene içinde, % 85-90 yenilenmiş olacaksınız.
Yüce Kudret c.c., bu muazzam şehirlerin atık maddelerini, diğer bitişik milyarlarca şehirlere (yâni diğer hücrelere) hiç zarar vermeden, vücut dışına atılmasını da ihmal etmiyor...
•Atık maddelerin önemli bir kısmı da, arıtılarak, damıtılarak, gerekli tâdilâtı yapılarak, yeniden (başka görevlerde) işe başlatılıyor...
Şimdi, Yüce Rabbimizin “Samed” ismi celîlini hatırlayarak tefekkürümüzü taçlandıralım.
Samed c.c.= Her varlığın, her ân, kendisine muhtâç olduğu Allah. (c.c.) Tasarrufundan ve hâkimiyetinden, hiçbir zaman kaçılamayan Yüce Kudret, demektir...
Bundan sonra İhlâs suresini okurken, “EllâhüsSamed”de, bu gerçekleri biraz hatırlayalım.
•Bizimle her saniye böylesine ciddî ilgilenmesine muhtaç olduğumuz O Yüce Kudret, yaptıklarımızdan, konuştuklarımızdan, düşündüklerimizden ve en önemlisi başkalarını kendisine tercih ettiğimizden haberdâr olmaz mı?...
•İkram ettiği sayısız nimetlere şükür secdesi yapmak yerine, emirlerine itâat etmediğimizi ve kendisine ibadet için bağışladığı ömür sermayemizi, lüzûmsuz meşgûliyetlerle harcadığımızı görmez mi?...
•Tasarrufundan ve hâkimiyetinden hiçbir zaman kaçılamayan böylesine Yüce bir Kudret murâd etmezse, bir kimseye hangi zarar gelebilir?...
Madem gerçekler böyle, bu Yüce Kudretin rızasını alamamaktan korkmalıyız ve O’nu c.c. her şeyden çok sevmeliyiz. O’nu sevdiğimizi lâf ile değil, O’nu gerçekten tanıyarak, O’ndan gafletten sakınıp, her zaman O’ndan bahsederek göstermeliyiz…
“-Ne kadar da AZ şükrediyorsunuz...” (A’raf-10. , M’minûn-78. , Secde-9. , Mülk-23. Sûreler.)
•İNSAN, neden (ve nasıl) yaratıldığına, ibretle bir baksın!...  (Târık sûresi, 1. Âyet ve devamı.)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.