Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

İman ve imanın dereceleri

Bazen öyle itirazlarla karşılaşıyoruz ki ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Bunlardan biri de iman, ne artar ne eksilir ifadesidir. Yani imanın derecesi olmaz, olması da düşünülemez. Bundan kasıt, iman esasları ise; iman esaslarının artmayacağı, azalmayacağı anlatılıyorsa doğrudur. İman esasları değişmez, artmaz, azalmaz. Fakat bunlara olan bağlılığımızın, itikadımızın şiddeti ve derecesi ise, artabilir de azalabilir de.

Evet, imanın asgari derecesinde olan da Müslümandır ama bu iman, insanın mânevî dünyasını ne kadar ayakta tutar veya iman sarayının yıkılmamasını sağlayabilir mi? Daha da önemlisi, hareketlere yansımayacak kadar zayıf olan iman, sahibini kabrin arkasına imanlı götürebilir mi?  Hareketlere yansımayınca "Benim kalbime bak, kalbimdeki imanı sen bilemezsin." gibi teselli cümleleri "Testinin içindeki neyse, dışına taşan da odur." hakikatini değiştirir mi?Mesela bir Müslüman başkasını aldatıyorsa, buna onun imanı nasıl müsaade ediyor? Ya da büyük cihat olan nefsiyle cihada yanaşmıyor da halkın rızasını esas tutuyorsa; bunu nasıl izah edeceğiz? Uhud harbine katılmayanlar münafık ilan edildiler. Büyük cihad olan nefsini ıslah yanaşmayanlar, nerelere düşerler? Bu noktadaki ihmallerimizin altında, derece derece iman zayıflığı yatmıyor mu? 

O zaman, imanın mertebelerinin olduğunu anlıyoruz. Takvadaki derecemiz, namazdaki hassasiyetimiz, günahlara karşı olan nefretimiz ve içtinabımız, hak hukuk noktasındaki duruşumuz hep bu mertebelerin basamaklarındaki yerimizi bize gösteriyor. Bunu ifade için " Allah'ın yanındaki kıymetini bilmek istiyorsan, Allah'ın senin yanındaki kıymetine bakmalısın." cümlesi hep anlatılır. İşte bu da imandaki zayıflık ve kuvvetlilik durumunu ölçen, önemli bir hakikattir. 

Sabah vaktinde namaz için, ne kadar heyecan duyuyoruz, huzura koşuyoruz? Emre muhalefet ettiğimiz zaman, sahabe gibi günlerce dağlarda kendimizi sıgaya çekme sıkıntısı ve pişmanlığını yaşıyor muyuz? Merhametimiz ve şefkatimiz ne kadar ve bunlar sadece kendi nefsimize mi münhasır kalıyor? Namazın vaktini iple çekip Rabbimizle muhatap olarak onunla konuşma ve bir nevi miraca çıkma heyecanını, her zaman taze ve diri tutabiliyor muyuz? Sıddık-ı Ekber'in "O diyorsa doğrudur." derecesindeki teslimiyet testinde, numaramız acaba kaç olur?  Bu ve benzer suallerin cevapları, bizim iman derecemizi ölçen önemli hususlardır. 

Hz. Ali Efendimizi "Gayb perdesi açılsa yakînim ziyadeleşmeyecek (imanın artmayacak)." noktasına getiren, beş yaşında başlayan peygamber talimi ile beraber, on yaşlarındaki çocukluk hali ile müslüman oluncaya kadar bile put gibi şeylerden uzak olması ve onun ömrünün sonuna kadar süren cesaret, ihlas, şecaat, ilim ve takvası değil miydi? Bütün bunlardaki durumumuzu, seviyemizi ölçsek, payımıza düşen nedir acaba?

Zamanımızda "İrtidada yüz tutan yahut da  mertebe-i fıska inen" iman ehlinin hangi mecali ya da davası, onu 'sahih' iman dairesinde muhafaza edebilir?

İmanın zerreden güneşe, çekirdekten ağaca, damladan okyanusa kadar derecesi, mertebesi vardır. Yukarıda saymaya çalıştığımız ölçülerle bu derece ve mertebemizi anlayabiliriz.

Kur'an-ı Kerim'de birkaç yerde insanı taklidî imandan (görenekten, gelenekten gelen iman ki insanı taklidin kırıldığı bir zamanda kurtarması zordur) tahkikî imana (delil ile bilgiye, araştırmaya, kati imana dayanan iman) götüren üç bilgiden haber verilir. Bunlar ilmelyakin, (sadece bilgiye dayanan), aynelyakin, (bilginin görmeye, tecrübeye dayanması hâli) ve hakkalyakindir. (görür gibi iman noktası)

 İmanın akıl ve kalbin birlikteliği ve Kur'an'ın rehberliğinde, iman hakikatlerinin zaruret ve bedahet derecesine gelip imana zıd ve muhalif olan her yolun muhal ve mümkün olmadığı deresine çıkması; akıl, sır ve diğer latifelere işleyip inmesi gerekiyor ki o iman sönmesin, yıkılmasın ve şeytanın eli ona yetişmesin. İşte ancak böyle bir iman, insanı kabre hüsn-ü hatime dediğimiz ve bir fani için en büyük bir dava olarak nitelenen neticeye salimen ulaştırabilir. Böyle bir imanın da  derecesi, mertebeleri sayıya gelmediği gibi belki ahirette bile devam eden bir keyfiyettedir.

Evet dostlar, her hata, isyan, kusur, günah affedilebilir fakat bütün bu kayıpların telafisinin kayyumu imandır. Yaratılış gayemize takılan bu iman, eğer salihatlarla muhafaza altına alınıp hakkalyakin derecesine çıkarılacak şekilde ilimle takviye edilmezse; hususen bu nazik zamanda kolayca kaybedilebilir veya zedelenebilir. Ebed yolunda pasaport varakası ve berzah zulümatında kalbin cep feneri ve saadet-i ebediyenin anahtarı olan iman ve imanın takviyesini aman ihmal etmeyelim.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum