İçerideyim

Bugün beyazlara büründü Şehr-i Urfa. Pek alışık olduğu bir durum değil. Öyle ya yılın en az üç yüz günü güneşli. İçerdeyim, kitaplar somurtuyor, tat vermiyor. Yazmak istiyorum ama neyi? Yazacak bir konu bulmak yazmaktan çok daha zor. Bazen yazarken buluyorum konuyu. Düşündüklerimin yarısını ancak yazabiliyorum. Engeller sayısız. Bütün dostlar hamuş. Kendi zekasıyla düşünmeye başlayınca çevresi azalıyor insanın. Bir açıdan bulunmaz bir fırsat bu. Çünkü çevresi azalınca daha da özgürleşiyor insan.

A’mak-ı Hayal’in satırları arasında birazcık gezinti. Birkaç cümle dışında sadra şifa bir şey yok. Mübtedi bir eser. Bütün geçmiş eserlerimiz gibi. Vaaz ve nasihat ile dolu. Doğuda diyalektik düşünce yok. Gerçek düşünce yani. Tanzimat’a kadar Osmanlı sadece inandı ve şiir söyledi, Tanzimat’tan sonra düşünce denen şeyi keşfetti. O güne kadar milletçe yapabildiğimiz en iyi şey şiir yazmak ve şiir okumaktı. Şair olmayan şöhret olmuyordu. Şöhret şiirle geliyordu. Düşünmek şiirden çok farklı bir şey. İnsan zorunda kalmadıkça düşünmez.

Hem içerik hem teknik açıdan “Kürk Mantolu Madonna” ile “Doğunun Limanları” arasında çok benzerlikler var. İçerik açısından Amin Maalouf’un eseri daha evrensel ama üslup açısından Sabahattin Ali’nin eseri daha güzel. Güzel kitap bulmak güzel insan bulmaktan daha zor. “Yüreğinin Götürdüğü Yere Git” üçüncü okuyuşum. Her defasında aynı tadı alıyorum. Müthiş bir eser. “Bir Dinozorun Anıları” tadında ve kıvamında. Tek fark birincisinin roman olması, ikincisinin hatıra.

“Sofie’nin Dünyası” keza ikinci okuyuşum. Aradan yirmi üç sene geçti. Felsefenin öyküsünü anlamak isteyenlerin başucundan ayırmayacağı bir kitap. Bütün felsefe tarihi roman tadında avuçlarınızın içinde. “Kesin inançlılar” güzel kitap ama üslup itici. Garaudy aynı şeyleri “Entegrizm” kitabında çok daha güzel anlatıyor. Emil’e başladım yarıda kaldı. Pedagojik eser okuyacak halde değilim. Rousseau hiçbir zaman çekmedi dikkatimi.  “Semerkant” bir Amin Maalouf klasiği. Titaniğe kadar olan bölüm harika gerisi sıkıcı biraz. Eseri güzelleştiren güzeller güzeli Hayyam.

Hilmi Yücebaş’ın “Neyzen” çalışması son okuduğum kitap. Neyzenle ilgili ne ararsan bulursun derde devadan gayrı. Burhan Felek, Ahmet Rasim, Hasan Ali Yücel, Cemil Meriç hepsinin Neyzenle ilgili yazıları var. Ama Yahya Kemal, Tanpınar, Haşim, Hamit, Fikret, Peyami Safa, Necip Fazıl gibilerinin hazretle ilgili herhangi bir yazılarının olmayışına şaşırdım. Hayatı Hayyam ve Neyzen penceresinden seyretmek ne büyük bahtiyarlık!

Ne gariptir, A'mak-ı Hayal'in kahramanı Raci, Doğunun Limanları'nın kahramanı Kitapdar, Kürk Mantolu Madonna'nın kahramanı Raif Efendi ve Neyzen'in kahramanı Tevfik hepsinin ortak özelliği yaşamlarının bir bölümünde yollarının tımarhaneye düşmüş olması. Düşünen beyinlerin iki akıbeti olan delilik ile dahilik arasında ince bir çizgi var. Kim deli, kim dahi? Bunu tam manasıyla bilen kimse yok.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum