
Hüseyin YILMAZ
Bediüzzaman Said Nursi kimdir?
Biyografik roman Kutub Yıldızı serisi, beş cildiyle "Bediüzzaman Said Nursi kimdir?" sualinin uzunca bir cevabı olacak. Birinci cild okuyucu ile buluşunca, çok kısa ama bütüne ayna olabilecek çekirdek bir cevabın ihtiyaç olduğunu farkettim. Ciddi bir taleb de gelince aşağıdaki hulâsayı yazma ihtiyacı duydum:
Osmanlı'nın ilk ve gerçek ölümü olan 93 Harbi biterken (1877-78) dünyaya teşrif eder. Bir bakıma, bir ba'sü ba'del-mevttir bu teşrif; Osmanlı'nın manen yeniden dirilme başlangıcı bu tevafuk, İlâhî hikmet ve takdirin hâkimiyetini tescil eder.
Isparit Nahiyesi köyü Nurs'un çocuğu Said'in bir nadire-i hilkat olduğunun anlaşılması için uzun zaman beklemek gerekmez. Çok küçük yaşta zekâsının keskinliği, cevvaliyet ve hürriyete düşkünlüğüyle dikkat çeker. Vasat vücud yapısına rağmen, ruh dünyası muhteşemdir. Doğduğu coğrafyaya çok benzeyen ruhu sarp dağlar, derin vâdiler, baş döndürücü uçurumlar, uçsuz bucaksız yaylalarla bezenmiş bir tasviri akla getirir.
Bölgenin şöhretli âlimlerini ilmî münazaralarda dize getirdiğinde daha büluğa bile ermemiştir. Halil-i Siirdî'nin torunu Şeyh Fethullah tarafından "Bediüzzaman" lâkabıyla taltif edildiğinde henüz on dört-on beş yaşlarında bir çocuktur ama aynı zamanda icazetli bir molladır, Molla Said-i Meşhur.
Osmanlı'yı yıkılışa götüren umumî cehâleti çözmek için Medresetüzzehra Medresesi'ni (Üniversite) kurma tasavvuruyla harekete geçtiğinde henüz yirmi yaşında bir delikanlıdır.
Aynı sevda ile İstanbul'a gelip Sultan Abdulhamid'in korkutan kapısını yumrukladığında yaşı otuza varmamıştır. Tımarhane ve hapishaneye bu sebeble dûçar olur. Aklı ve hürriyeti, dâvâsı uğrunda feda ettiği ilk bedellerdir.
Osmanlı'nın bir iç ihanetle tarih sahnesinden silinişini netice veren Birinci Cihan savaşında karşımıza maddî cihadın gönüllü alay komutanı olarak çıkar. Üç yüz kadar talebesinin şehadeti, kendisinin de esareti ile noktalanan bu maddî cihad, onun Sahib-ü Seyf bir Peygâmberin (A.S.V.) halifesi olduğunu teyid ve tevsik eder.
Rusya esaretindeki destansı kahramanlığını İstanbul'un işgal günlerinde Hutuvat-ı Sitte ile zirveye taşır. İngilizlerin, "Öldürünüz!" emrine liyakat kazanır.
Cumhuriyete geçişte kaçınılmaz âkibet olarak Ankara'nın karşısında yer alır. Din-i İslâm'a sırt çevirmekle kalmayıp amansız bir düşmanlık için harekete geçen devrin muktedirlerinin karşısında mevzilenerek insanlık tarihinin en büyük ve parlak külliyatlarından biri olan Risâle-i Nur Külliyatının telifiyle cevab verir. Masa başı bir telif değil, idam tehdidleri altında hapishane hücreleri ve sürgünlerde yapılan çileli bir telif. Her satırına göz yaşı damlayan, her kelimesine ızdırab sinen bir telif.
Bu çetin kavgayı kazanan, Nurs'un âsi çocuğu Said olur. Bütün dünya dillerine yapılan tercümeler ve milyonlarca okuyucu, hayatının parlak zafer ve semeresi olur Bediüzzaman'ın.
1960'da Urfa'da Rahmet-i Rahmana gittiğinde başı hiç eğilmemiştir. Darbeci haydutların mübarek naaşını çalmaları, onun zaferi karşısındaki acziyetlerini itiraftan ibarettir.
İzn-i İlâhi ile galib Bediüzzaman'dır; Rahmetullah-i Aleyh...
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.