Hüseyin YILMAZ

Hüseyin YILMAZ

Herkes kendi putunu kırmalı...

Zulmünden emin olamadığınız devletten daha korkunç bir tehdit tahayyül ve tasavvur etmek imkânsız!

Hele de bu zulüm bir karıncayı ezer, bir tavuğu boğazlar gibi hayatınıza kadar uzanıyorsa ve bunun binlerce misâllerinin yaşandığını biliyorsanız cidden o devlet bütün yaşama sevincinizi, bütün ümitlerinizi katletmeye fazlası ile yeter. İçinizde hep ağır bir külçe gibi bir mide bulantısı, bir bezginlik, bir korku ile yaşamaya başlarsınız...

Zirâ kendi ellerinizle silahlandırdığınız bu müstebid güce karşı yapabileceğiniz hiçbir şey yoktur; çâresiz, müdafaasız ve ümitsizsiniz... Yapbileceğiniz en iyi şey, haysiyetsizliği göze alıp bir hayvan, bir ot gibi yaşamaya rıza göstermektir... Ya da bu müstebid yapıyı başınızdan atacak çok uzun soluklu  ve sabırlı bir mücâdeleyi başlatacak, size müyesser olmayan güzel bir hayatı gelecek nesilleriniz için tahayyül edip çalışacaksınız...

Devletin zulmü sadece şahsınızı değil; bir kitleyi, mensubu olduğunuz bir kitleyi hedef alıyorsa o zaman bu zulmün içinizi bir zehir külçesi gibi dolduran acısının doğurduğu hınç ve intikam duyguları ile çıldıracak, bir alev topu gibi dağ ve derelere savrulacaksınız.

Târihin ender kaydettiği bir cinnetle bütün değerlerini, geçmişini, dinini, irfânını reddeden Ankara muktedirlerinin “devlet” diye miletin başına “zebani” tayin ettikleri gücün bir asırda meydana getirdiği dehşetli felâketten iki muazzam kitle büyük zarar gördü: Birincisi, bütün ırkları ile –Türk, Kürt, Laz, Arap, Arnavut, Çerkez...- Müslümanlar; diğeri, Kürtler...

Müslümanları Batıperestlik budalalığı ile lâiklik ve İnkılâbların düşmanı ilân edip süründüren devlet, Kürtleri ise bir taraftan Müslüman beri taraftan da de asimile gayretlerini boşa çıkardıkları için kahredici bir hınç ve zulüm ile ezdi.

Bir milletin bin yıllık geçmiş ve müktesebatını bir kaç Batıperestin hülya ve hissiyatlarına kul ve köle yapmak isteyen devlet gücünün sergilediği zulüm, Anadolu’yu bir işkencehâneye çevirdi. Şeyh Said, Ağrı, Dersim tenkilleri târihin nâdir katliamları arasında yerini alırken İstiklal Mahkemeleri mazlumların melcei “adâleti” kahredici bir zulmün vasıtası gibi icrâ ile nice mazlum insanı darağaçlarına çekti. Takrir-i Sükûn Cehenneminde boy atan İnkılâbların milletin yeni amentüsüne çevrilme irâdesinin karşılaştığı redde tahammül edemeyen Ankara muktedirleri, Fir’avun ve Şeddadlara rahmet okutacak zâlimliklere imza attılar.

Dünya târihinde ikinci bir misâli olmayan bir şenaatle hukuku geriye işleterek Şapka Kanunu’ndan iki yıl önce kaleme aldığı bir risâlecikten dolayı İskilipli Âtıf Hoca’yı bin türlü hakaret ve işkence ile derme çatma bir sehpada güle oynaya, arenada insanları parçalayan vahşi hayvanları çığlık çığlığa seyreden Romalılar gibi eğlenerek şehid ettiler...

Ceddimiz Osmanlı’ya diz çöktüren Batının dayatma ve taleblerinin devlet irâdesi şeklinde arz-ı endâm etmesinden başka bir şey olmayan bu “helâket ve felâket” devrinin şenaatlerini geniş mânâsı ile Müslümanlar geride bırakmak için az mücâdele verip, az ızdırab çekmediler...

Şüphesiz Kürtler’in hissesine devlet zulmünden daha fazlası düşmüştü... Devletin tâ kendisi olan JİTEM’in “gözaltı ve sorgu” karargâhında yapılan kazılardan fışkıran insan kemiklerinin müşterek vasfı Kürtlere âid olmaktır... O insanlar Kürt oldukları için devletleri tarafından göz altına alınmış, işkencelerden geçirilmiş, uzuvları kesilmiş, hakaretlerle haysiyetsizleştirildikten sonra mahkemesiz-muhakemesiz ya bir yağlı urbanla boğdurulmuş, ya da kafalarına bir kurşun sıkılarak öldürülmüş, belki de diri diri bugün kemiklerinin çıktığı çukurlara topluca gömülmüşlerdi.

On yedi bin civarındaki Kürdün “fail-i meçhul” denen devlet tarafından katledilmiş olmalarının üzerindeki perdeyi kaldırmak, suçluları fiillerinin gerektirdiği ağırlıkta cezalandırmak, maktullerin âilelerinden özür dileyip tazminat ödemek gelecekteki birlikteliğimizi kurtarmak için hem elzemdir hem de insanî bir ihtiyaçtır.

Türkiye’nin Batılı dostları(!)nın çok arzu attiği gibi bölünmeden, saâdet ve huzur içinde bir bütün olarak yoluna devam etmesinin tek şartı, devletin ıslah-ı nefsle Batıperestlik budalalığından vaz geçip milletin dinine, târihine, irfân ve değerlerine kucak açması, bağrna basması ile mümkündür. Bir asrı zifirî bir karanlıkta geçirdik... Batıperestlikten zarardan başka bir şey görmedik... Batılı güçler İslâm topraklarına zulümden başka ne götürdüler ki, onların muhabbeti ile ahmaklığın en aşağı mertebesinde yaşıyoruz!..

Herkes kendi putunu kırmalı... Çokları kırdı... Putperest bir biz kaldık dünyada. Biz de putlarımızı kırarak yolumuza devam edebiliriz. Zirâ putperestliğin devri kapandı, görmüyor musunuz?..

Bugün

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum