Medeniyet fikri'nin neresindeyiz? (1)

Medeniyet meselesine girmek istemiyordum: Fütûhât-ı Medeniyye kitabına saklamıştım her şeyi. Ama mecburen giriyorum artık, iki yazıyla.

Önce şu: Bizim esaslı bir medeniyet fikrimiz yok hâlâ. İnsanlar, "medeniyet"ten sözediyorlar sık sık; ama "hepimiz"in zihnindeki "medeniyet" fikri, modernliğin çocuğu sivilizasyon algısı yalnızca. O hâlde, neyin kavgasını veriyoruz acaba?

***

"Medeniyet", modern entelektüelin icadı; yaygınlaştırılması ve meşrulaştırılması da, akademisyenin marifeti. İki figür de, hem hak'tan nasipsiz, hem de "halk"tan: O yüzden, bu iki figürün, bizi fırlattığı yer, "izm" çukuru: Entelektüalizm ve akademizm kıskacı.

Entelektüel/izm ve akademi/zm, dünyayı, eşyayı ve insanı anlama sürecinde bir işe yarıyor elbette; ama çok sınırlı bir yere kadar. Ne ki, varoluş ve hareket alanlarının sınırlılığı ve sınırlayıcılığı nedeniyle, her tür entelektüel çaba, entelektüalizmle; her tür akademik çaba da akademizmle sonuçlanmaya mahkûm: Bunu göremiyoruz işte!

***

Bu nedenle, -ister İslâmcı olsun, ister seküler- entelektüel, modern'in dışına çıkamaz: Sadece çağının çocuğudur. Entelektüel'den hem çağının çocuğu olmasını, hem de çağ aşacak bir yolculuğa çıkmasını beklemek, olmayacak duaya âmin demektir: Zira entelektüelin, uzun ve çağ aşacak yolculuklara çıkabilecek ne derin nefesi, ne derûnî bakışı, ne de selîm bir zevk idraki vardır.

Doğru: Entelektüel, soru sorar, sorgular: Ama kendi hakkında derinlikli sorular sormayı, kendini sorgulamayı unutur. Kendini unutan birinin bize bir şey hatırlatabilmesi ne mümkün!

Entelektüelin yegâne sermayesi, "ben"idir çünkü: Hırsları, ihtirasları, dolayısıyla ben'i / ego'su, entelektüeli teslim alır, yutar. Entelektüelin sorduğu sorular, esas itibariyle, yanlıştır; o yüzden, kısa devre yapar: Aslî değil, arızî olan'la ilişkilidir çünkü. Arızî olan'ı aslî katına yükseltme yanlışı ve yanılgısı, entelektüelin sürgit yanlış ve yanıltıcı sorular sormasına yol açar. Bu da, entelektüeli yorar ve duygusal yapar.

***

Akademisyen, durmuş-oturmuş biri gibidir. Ama sadece "gibi"dir. Akademisyen, "gibi"leri oynar yalnızca. Görünüşte, metni ve zihni, duygudan ve tarafgirlikten uzaktır: Oysa bu, gerçekte, entelektüel'in duygusundan, duygusallığından daha derin bir tuzaktır: Çünkü akademisyen'in metninde de, zihninde de yalnızca tuzu kuru, kupkuru bir akılcılık hükümfermâdır.

Yine, görünüşte, akademisyen'e göre, "ak" ve "kara" yoktur: Ama gerçekte, akademisyen, anlamadığı, aslâ anlayamayacağı, "derûnî yapılar"ı, "gri alanlar" olarak görür ve gösterir; böylelikle "gri alanlar"ın hükümranlığını ilan ederek, hakikati karartır; derûnî dünyalardan gelebilecek ışığı da söndürür. Sonuçta, hâkim zihniyeti ve zihin yapılarını, durumları ve durumalışları aklamakla sonuçlanır bütün uğraşı.

***

Akademik terbiye önemlidir elbette; ama akademizm, entelektüalizm'den daha tehlikelidir: Entelektüel'in zaafları açıktır, "ortada"dır; akademisyen'in zaafları ise örtüktür, şifrelenmiştir: Aklın dışında, daha derûnî düşünme melekelerini devreye girdirmeye kalkıştığınızda, "akademizme ihanet"le suçlanmanız ve "aforoz" edilmeniz "doğal"dır. Akademizmi ancak akademizmin silahıyla vurabilirsiniz: Akılcılık. Buysa, sizin, kendinizi kendi ellerinizle vurmanız, demektir: Zira "akıl, düşünmeyi mümkün kılan değil, öldüren bir şeydir" (Heidegger).

***

Entelektüel, -Kant'ın hayalinin aksine- modernliğin henüz ergenlik çağına ulaş/a/mamış çocuğuydu: Deli-kanlı çocuğu: O yüzden, duygusallıkla sonuçlanan yolculuğu, entelektüeli yedi-bitirdi. Kant'ın hayalini de hayalete çevirdi: Tek yönü vardı entelektüelin: Önü: O yüzden, arkasına bakmadan yürüdü ve düştü entelektüel önüne, yere, sereserpe.

Akademisyen de modernliğin çocuğu: Ama entelektüel gibi hırslı çocuğu değil, "uslu" çocuğu: Kavgacı değil b/uzlaşmacı. O yüzden, her zamanda ve zeminde suyun "yüzey"ine çıkmasını iyi biliyor: "Suyu bulandırmak", insanların ve düzenin rahatını kaçırmak gibi bir derdi yok: Derdi olmadığı için, keyfine bakıyor sadece; insanlığın derdine dermân olabilecek bir yerde duramıyor; hep kaçıyor; kaçak güreşiyor: Tarihselliğe sığınıyor: Ayrıntıların ayartıcı dehlizlerine... Ve kayboluyor neticede. (Bu açmazı aşabilen "cins" bir isim katıldı aramıza: Süleyman Seyfi Öğün).

Entelektüel, cehlini göremeyecek kadar canıtez, aceleci, bencil. Akademisyense, tahsilli câhil: "Tahsildâr" biri: Tek kaygısı, "arsayı ve parsayı kapmak". Duygusu da, yön duygusu da yok akademisyenin. Ruhu var mı peki?

İşi var sadece: Tek işi: "Düzen"e işlerlik kazandırmak, düzeneklerini cilâlamak ve çalıştırmak.

***

Bu iki figür var önümüzde, güya önümüzü açacak. Ama biri yaralı; diğeri "paralı": Epistemolojik körleşme, ontolojik yokoluş. Dolayısıyla, kendileri tedaviye muhtaç, bize nasıl "bakacak", yol açacak?

Yeni Şafak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum