Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Yusuf Suresinin İki Âyeti

Birkaç hafta önce, Diyanet Yayınlarından ve bir üniversite hocası arkadaşın yazdığı "Kadere İman" kitabını incelemiş; bize göre kitaptaki eksik ve hataları göstermeye çalışmıştık. İlgili yerlere ilettik ama şimdiye kadar ne Diyanet'ten ne de yazarından bir dönüş olmadı. Eğer her yayın için, böyle tepkisiz kalınıyorsa, yine vah ki vah. Yeni baskılarında daha güzele ve doğruya ulaşmaları için, bu tip tenkit ve takdirleri göz önünde bulundurmalarını temenni ederiz.

Şimdi, yine "İnanç Kitapları Serisinden" "Allah'a İman" kitabını okuyorum. Kitap, kitabın yayımlandığı 2018'de değil ama şimdi Profesör Ulvi Murat Kılavuz'a ait. Kitapla ilgili bize göre eksikler çok. Ama kitapta bulunan, Diyanet yayınlarında pek denk gelmediğimiz bir güzelliği bu yazımızda işlemeye çalışacağız.

Yazarımız, "Allah'ın Sıfatları" bölümünde, "vahdaniyeti" işlerken, kendine göre bir tasnif yaparak tevhid çeşitlerine de yer veriyor. 22. Söz'ün 2. Makamında üstad, tevhidi, "tevhid-i amî ve zahiri ve tevhid-i hakiki" olarak tasnif ediyor. Fakat bunun devamında tevhid-i hakikiyi izah ederken "Her şey O'nun dest-i kudretinden çıktığına ve ulûhiyetinde ve rububiyetinde ve mülkünde hiçbir veçhile, hiçbir şeriki ve muini olmadığına.... iman getirmektir." cümlelerinde, ulûhiyet ve rububiyet kelimelerine yer veriyor. Bundan da anlıyoruz ki "hakiki ve tahkiki tevhid" (Buna tahkiki iman da diyebiliriz.) rububiyet ve ulûhiyeti de içine alan ve insana "huzur-u daimiyi" (her an Allah huzurunda olma hâli) kazandıran bir imanı ifade ediyor.

Değerli hocamız bu tasnifi güzelce yapmış. Fakat her iki tevhidi anlatırken bize göre biraz eksik kalmış. Bir yazıda da eksikleri ifade etmek zor elbette. Özellikle rububiyet konusunu işlerken, konuyu daha iyi anlamak ve görmek bakımından aklıma hep" Halbuki onların çoğu, ancak müşrik kimseler olarak iman ederler." mealindeki Yusuf Suresinin 106. âyeti gelir. Âyetteki ifadesiyle "müşrik kalarak Allah'a iman etmek" ne demek? Bu ifade, sadece o dönem Araplarının bir takım putlarını; Yahudilerin ve Hristiyanların Allah'a isnat ettikleri birtakım yakıştırmaları mı anlatıyor acaba? Bu ifadeyi anlamak için, âyetin bir öncesine "Hem göklerde ve yerde nice deliller vardır ki onlar, ibret almadan bunlardan yüz çevirici olarak üzerlerinden geçip giderler." mealindeki 105. âyete de bakmak gerekiyor herhalde.

Kur'an nasıl ve ne kadar beliğ bir hidayet rehberi değil mi? Kâinat mescid-i kebirinde kâinatı ve bizi, bize okuyor. Kur'an'ın "Nice deliller var ama onlara bakmadan geçersiniz." ikazını başka nasıl anlayacağız ki? Bu ifadeler, çok geniş bir ilim hazinesini önümüze açıyor. Kur'an "Bu deliller sizin için, basiretliler için, niye anlamıyorsunuz?" diyor.

Merhum Elmalılı bu iki âyeti "Allah'ın varlığına ve birliğine ve ilm-i kudretine ve kemal-i hikmetine delalet eden enfûsi ve afâki, arzî, semavî bunca deliller, fikir ve nazarlarına çarpar; müşahadeleri, fen ve felsefeleri bunların etrafında dolaşır, üstüne uğrarlar da onlar bu delilleri görmek istemez, yüzlerini başka tarafa çevirir, geçer, başka maksat peşinde koşarlar. Ekserisi, Allah'a iman etmez, ancak müşrik olarak iman ederler. Ulûhiyeti büsbütün inkâr etmese de açık veya gizli şirk karıştırmadan Allah'a iman etmezler." cümleleri ile izah ediyor.

Evet, Allah'a inanıyor, bir Allah var da diyor belki. Ama bu imanına gizliden bir şirk de karıştırıyor. İşte, bu gizli şirkten kurtulmak "Allah'ın bütün kâinatı ihata eden rububiyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz'i ve küllî her şey O'nun kabza-yı tasarrufunda, kudret ve iradesiyle olduğuna kat'i iman etmek ve mülkünde hiçbir şeriki olmadığına "lâ ilâhe illallah kelime-yi kudsiyesine, hakikatlerine iman etmek, kalben tasdik etmek"le mümkün.

"Bütün kâinatı ihata eden rububiyet" Kur'an'ın bir dersi ve halis tevhidin bir ifadesi oluyor. Bunu anlamak için geçen haftaki salı dersinde makine mühendisi bir değerli kardeşimizin bize sorduğu bir suali anlatmak istiyorum. Bu kardeşimize yedi yaşındaki kızı soruyor "Baba elimle çizdiğim çizgiyi de mi Allah yaratıyor?" Bu çocuğa ne diyelim, diye sordu kardeşimiz.

Evet doğru, bir çizgiyi biz parmaklarımızla tuttuğumuz kalemle çiziyoruz. Ama parmakları kolumuza kim taktı? Kolumuzu bedenimize kim monte etti? Beynimizi yerine, gözlerimizi göz boşluğuna kim yerleştirdi?Ki çizgiyi bunlar sayesinde çiziyoruz. Vücudumuzu Dünyaya, Dünyayı Güneşe göre kim ayarladı? İşte, çizgiyi yaratan, bunları yapandır. Bizim hissemiz, sadece çizginin yönünü belirlemektir. Kalem dahi bizim değildir. Yani İlâh olarak bir olan Allah, icraatında da yaratmasında da bir ve tek. En şuurlu sebep olarak biz, vücudumuzdaki binlerce işlerin hangisinin farkındayız? Biz çizginin hakiki sahibi, yaratanı değiliz. Bütün bir kâinatın çalışmasıyla ancak bir çizgi çizebiliyor. O zaman çizgiyi gerçek anlamda biz mi çizmiş oluyoruz?

Evet dostlar, Tabiat Risalesinin başında geçen "Ehl-i imanın da bilmeyerek kullandığı dehşetli kelimeler var." cümlesinde belirtilen o kelimelerin rububiyete dokunan yönleri var. Sebepleri, kendi kendiliği ya da tesadüfü hatırlatan her cümle bunlardandır. İmanımıza şu şirki bulaştırmamak ve neticede imanla kabre gidebilmek için, aman bu tip kelimelerden uzak durmaya, halis tevhid için gayrete devam edelim.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum