Habibi Nacar YILMAZ
Sadece Hazret-i Peygamber Aleyhisselama Verilen Beş Şey
Telif eseri yazmak zordur. Kütüphane içinde oturup her bir eserden bir şeyler alarak metin yazmaya benzemiyor. Güçlü bir kültür, bilgi, görgü ve hepsinden önemlisi dil altyapısı istiyor. Kelime bilgisinin yanında lügatınızın da güçlü olması gerekiyor. Bu fakir gibi olanlar, ancak mukallid yazar olabilir. Taklitten "kale kile" demekten kendisini kurtaramaz. Çünkü yeterli altyapımız yoktur. Bilgi ve görgümüz dar, teknik bilgimiz de yetersiz olunca, ancak bu kadar yazabiliyoruz.
Bunları neden anlatıyorum? Tamamına yakını telif eser olan Risale-i Nurları okumaya alıştığımız için, derleme, toplama yazıları okumak, pek sarmıyor bizi. Fakat Risale-i Nurlardan 19. Mektup "Mucizat-ı Ahmediye Risalesi" ilk dört nüktesi, tamamen telif şeklinde; sonrası ise, kısmen hadis nakilleri ile telif edilmiş; yani telif kısmı fazla değil. Üstad bunu 19. Mektup Risalesinin sonuna doğru, "Bir Eser-i İnayette" "Hem meşrebimde yazdığım eserlerden nakil suretiyle 'kale kile' suretiyle gitmemişim." cümleleri ile özetliyor. Yani ekser eserlerim teliftir, diyor.
"Buhari'de görmek, sahabeden işitmek gibidir." diyen üstadın, yine kendi ifadesiyle "19.Mektupta, ekser Buhari, Müslim, Beyhaki, Tirmizi, Şifa-yı Şerif, Ebu Nuaym, Taberi gibi kitaplardan naklediyor." ifadesi var. Fakat bu mektubun telifi, hem yanında hiçbir kitabın olmayışı ve kolaylık, sürat gibi hususlardan dolayı da "Anladık ki inayet var ve şu risaleye ihtiyaç var." diyor. Bu 19.Mektubu daha ilk telif edildiği dönemde okuyan ve mühim bir âlim de olan Hoca Sabri Barla Lahikasındaki bir mektubunda bu risale hakkında "Yalnız şu noktayı hissettim ki vekaide siz cismen değilse de fakat ruhen Server-i Kâinat Efendimiz Hazretleri ile beraber idiniz tasavvur ediyorum. Zira o veka-yi mezkûrenin künyesi ile, mevkiiyle, an'anesi ile katiyen müşahede ve ol vecih ile nakil ve tahrir buyurduğunuza kâni ve kailim." tespitinde bulunuyor.
Üstadın tabiriyle bu risaleye ihtiyaç varsa; daha geniş siyer okumalarına da ihtiyaç vardır. Fakat şunu baştan belirteyim ki çok geniş siyer okumaları olup da deizme kayanları da görüyoruz. Hatta bunlardan dinlediklerim de hâllerine ah vah çektiklerim de oldu. Keşke bunlar siyerden önce, Risale-i Nurları okusaydı, diye içimden çok geçti. Çünkü Risale-i Nurlarda, Peygamber Efendimiz hem ubudiyet ve risalet yönüyle hem de beşeriyet yönüyle anlatıldığı gibi umum olarak risaletin gereği de ispat ve izah ediliyor. Ne yazık ki ne ilâhiyat camiasının ne de siyer yazarlarının büyük bölümünün bundan pek haberi yok.
Çok sevindirici bir durum olarak yine ilâhiyat camiasından Salih Suruç çıkmış da hem uluslararası hem de yerli kuruluşlardan ödül almış bir siyer çalışması ile "Kâinatın Efendisi Peygamber Efendimizin Hayatı" adlı iki ciltlik harika nitelikleri olan kitabı yazmış. Kitapta, Peygamber Efendimiz iki yönüyle de satır satır işlenmiş ve doğru kaynaklarla siyer, iki ciltle anlatılmış. İki defa okuduğumu hatırlıyorum. Şimdi de yeniden okuyorum. 2. cildin sonuna doğru geldim.
Tebük Seferi ve bu seferde verilen Peygamber Efendimizin bir hutbesi dikkatimi çekti. Devamında da yine Peygamberimizin "Ben diğer peygamberlerden beş cihette farklıyım, onlara verilmeyen beş şey bana verildi." hadisini notlarıma aldım. Önce Tebük'te Hazret-i Peygamberin verdiği hutbeyi özetle vermeye çalışacağım. Devamında da onu farklı kılan beş hususu aynen aktaracağız.
İslâm ordusu, kavurucu sıcaklar altında ve sıcaktan adeta kaynayan kumlar üzerinde yapılan yorucu bir yolculuktan sonra 19. konak yeri olan Tebük'e vardı. Fakat ortada Bizans ordusu yoktu. Doğu Roma İmparatoru, giriştiği hazırlıktan, cesaretsizliği sebebiyle son anda vazgeçmişti. İslam ordusu da çarpışmaktan kurtulmuştu.
Peygamber Efendimiz, İslâm ordusunun Tebük'te beklediği bir sırada, bir ara ayağa kalktı, arkasını bir hurma ağacına dayayarak şu hutbeyi irat buyurdu. Hutbeye özetle, yani bir kısmını atlayarak yer vereceğim.
"Size insanların en hayırlısı ve en şerlisini haber vereyim mi? İnsanların en hayırlısı, atının veya devesinin sırtında ya da iki ayağı üzengide son nefesine kadar, Allah yolunda çalışan kimsedir. İnsanların en şerlisi de Allah'ın kitabını okuyup ondan hiç faydalanmayan azgın kimsedir.
İyi biliniz ki sözlerin en doğrusu, Allah'ın kitabıdır.
Yapışılacak en sağlam halka takva kelimesidir.
Dinlerin hayırlısı, İslamiyettir.
Sünnetlerin hayırlısı, Muhammed'in sünnetleridir.
Sözlerinin şereflisi, zikrullahtır
Kıssaların güzeli, Kur'an'da olan kıssalardır
Amellerin hayırlısı, Allah'ın yapılmasını mecbur kıldığı farzlardır. Amellerin kötüsü, bidatlar sonra da ihdas edilmiş şeylerdir.
Ölümlerin şereflisi, şehitlerin ölümüdür.
Körlüğün körü, doğru yolu bulduktan sonra dalâlete sapmaktır.
Amellerin hayırlısı, faydalı olandır.
Körlüğün kötüsü, kalp körlüğüdür
Veren el, alan elden hayırlıdır.
Özür dilemenin en fenası, ölüm gelip çattığı zamankidir
Pişmanlığın kötüsü, kıyamet günündekidir.
Yanlışları en çok olan, dili en çok yalan söyleyendir
Zenginliğin hayırlısı, gönül zenginliğidir. Hikmetin başı, Allah korkusudur.
Gençlik, delilikten bir bölümdür. Kazançların kötüsü, faiz kazancıdır. Yemelerin kötüsü, yetim malı yemektir. Mesut kişi, başkasının hâlinden ders ve ibret alandır.
Amellerde esas olan, neticelerdir. Düşüncelerin kötüsü, yalan yanlış düşüncelerdir.
Mümine sövmek, günah işlemektir ve dini emirlere hürmetsizliktir.
Mü'mini öldürmek, küfürdür.
Mü'minin etini yemek, dedikodu ve gıybetini yapmak, Allah'ın emirlerine karşı koymaktır.
Afv dileyen kişi, Allah tarafından affolunur.
Kim öfkesini yenerse, Allah onu mükâfatlandırır.
Uğradığı zarara katlanan kişiye Allah karşılığını verir.
Allah zorluklara sabredip katlanan kimsenin sevabını kat kat verir.
Allah'ım beni ve ümmetimi mağfiret eyle. Kendim ve sizin için Allah'tan mağfiret dilerim."
Bu hutbeyi okuduktan sonra, Peygamber Efendimiz (aleyhisselatu vesselam) ile beraber sahabeler Tebük'te beklemeye devam ediyordu. Yine bir gece Peygamberimiz teheccüd namazını kıldıktan sonra, çevresinde kendisini bekleyen sahabelere dönerek şöyle buyurdu.
"Daha önce hiçbir peygambere verilmeyen beş şey bana verildi.
1) Benden önceki peygamberlerin her biri, yalnız kendi kavimlerine gönderilirken, ben bütün insanlara gönderildim.
2) Yeryüzü bana mescid (namazgâh) ve temizlik vasıtası kılındı. Bunun için, nerede olursan olayım namaz vakti girince, su bulunmasa teyemmüm eder, namazımı orada kılarım. Ümmetimden herhangi biri, namaz vakti girince bulunduğu yerde namazını kılsın. Benden önceki peygamberlerden hiçbirisine bu, ihsan edilmemişti. Onların ümmetleri, namazlarını ancak kilise ve havralarda kılabilirlerdi
3) Ganimetler bana helal kılındı. Halbuki benden önceki peygamberlerin hiçbirine helal kılınmamıştı.
4) Bana şefaat makamı verildi.
5) Ben bir aylık mesafedeki düşmanlarıma bile kalplerine korku salmakla yardım olundum.
Evet dostlar, en yüce ve tesirli söz, sırayla Kur'an'a ve Resulü Ekrem'e aittir. Bunlar yani bunların nuru olmazsa; kâinat da insan da hatta her şey dahi hiçe iner. Yani karanlığa düşer, anlamsızlaşır, varlık gayeleri kaybolur. Asırlar öncesinden akılları, ruhları, kalpleri, nefisleri fetheden bu nurlara koşmada hissemiz her saat ve gün artsın inşallah.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.