Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Bakkalın Sorusu

Zamanında hem vakıfâne kalırken hem de sonrasında, Trabzon Yenicuma Mahallesi'nde epeyce oturmuştuk. Yolumuzun üzerinde bakkallık yapan Galip kardeşimizle de epeyce samimiydik. Zaman zaman bakkala uğrar, çeşitli konularda sohbetler ederdik. Bu sayede Nurları da tanımış ve cemaatten de haberdâr olmuştu. Bir uğrayışımızda biraz telaşlı görünce sebebini sordum. Bizim de tanıdığımız ve selamlaştığımız genç bir doktor arkadaş, ona zaman zaman uğruyormuş. Son uğrayışında da mealinin içinde "Allah'ın âyetiyle hükmetmeyenler, kâfirlerin tâ kendileridir." kısmının da geçtiği, Maide suresinin 44. âyetini anlatarak, siyasî tercihinden dolayı kâfir olduğunu ve bundan kurtulmak için de kendisi gibi düşünmesi gerektiğini anlatmış. Galip kardeşimiz de buna bir cevap verememiş ve hem üzülmüş hem de epeyce telaşlanmış bu durum karşısında.

Bir uğrayışımızda durumu bize de anlatınca, Galip'e Maide Suresinin sadece 44. âyetinin olmadığını, Allah'ın âyetiyle hükmetmeyenler için 45.ve 47. âyetlerinde de hükümler olduğunu anlattık. Mesela Allah'ın âyetiyle hükmetmeyenler için yine Maide Suresinin 45. âyetinde "zalimlerin tâ kendileridir." yine 47. âyetinde de "fasıkların tâ kendileridir." hükmü var. "Sen, doktor arkadaş bir daha geldiğinde, buna anlat ve bu sefer, kendisinin hangisine muhatap olabileceğini sor bakalım" diye tembihledik. Aynen öyle yaptı. Doktora bunları anlatınca, doktor arkadaş bakkala bir daha uğramadı. Sonrasında da doktor arkadaşı bizzat gördüm ve bu durumu anlattım. Biraz mahçup oldu ve eksiğini anladı.

Bir önceki "Münâzarat'ın Münâzarası" yazımızda da anlatmıştık. Rize'deki okuma programında, Münâzarat mütalaasında üzerinde durduğumuz âyetlerden biri de Maide Suresinin 44. 45. ve 47. ayetlerinde geçen ve bendeki eski baskı Münâzarat'ın 69. sayfasında yer verilen âyetin "Allah'ın âyetiyle hükmetmeyenler." kısmıyla ilgiliydi. Yani Galip kardeşimizin muhatap olduğu kısımla ilgiliydi. Demek, aynı konuşmalar, hüküm ve suçlamalar, o dönemde de oluyormuş ki Üstad, bundan bahisle: "Ehl-i ifratın bir kısmı, Arap'tan sonra İslamiyetin kıvamı olan Türkleri tadlil (dalâletle suçlama) ediyorlardı. Hatta bir kısmı o derece tecavüz etti ki ehl-i kanunu (kanun yapanları) tekfir ederdi." cümleleri ile anlatıyordu.

Peki, kanun yapanları kâfir ilan ederken, delilleri neydi? Doktor arkadaşın delil olarak sunduğu Maide Suresinin üç yerde geçen aynı âyetiydi. Üstad "Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyiniz" âyetinde olduğu gibi, bu âyete de Münâzarat'ta yer veriyor ve her ikisine de yeni ve belki de o zamana kadar pek yapılmamış izahlar getiriyordu.

Ehl-i kitapla ilgili olan Maide'nin 5. âyetini ayrıntılı olarak bir önceki yazımızda anlatmıştık. Üstad, Maide Suresinde üç yerde geçen âyetin "Allah'ın âyetiyle hükmetmeyenler." kısmıyla ilgili "Men lem yehkûm" (hükmetmeyenler) bilmana olarak "Men lem yüsaddıktır." yani (Tasdik etmeyenlerdir.) anlamını vererek kanun yapanları ve uygulayanları küfürle suçlayan "ehli ifratın birkısmı" dediği insanlara itiraz ediyordu. Yani Allah'ın âyetiyle hükmetmeyenler, Allah'ın âyetini tasdik etmediğinden dolayı bunu yapıyorsa, âyetin bu hükmüyle muhatab olur, izahına getiriyordu. Aksi mümkün olsaydı, Maide 44. âyette yer alan "Hükmetmeyenler kâfirlerin tâ kendileridir." hükmü 45. âyette "Zalimlerin tâ kendileridir." 47. âyette de "Fasıkların tâ kendileridir." denir miydi? Denmezdi elbette. Demek, inanmadığı için hükmetmezse kâfir; inanıp da hükmetmiyorsa zalim veya fasık oluyordu.

Sonradan konuştuğumuz doktor arkadaşa da bunları anlattıktan sonra, biraz sohbet ettik. Kur'an'ın namaz, oruç, hac gibi açık hükümleri de var ki bu kat'i ve açık hükümleri tembellik veya şuursuzluktan ya da başka sebeplerden yerine getirmeyen, hâliyle bunlarla hükmetmeyen Müslümanlar da var. Bunları, bu hükümleri ihmallerinden dolayı terk edenleri küfürle suçlamıyoruz. Kaldı ki İslâm'ın sadece hukuka, siyasete bakan kısmı daha az ve yapılan kanunların bir kısmı da Kur'an dikkate alınarak yapılabiliyor. Bir kısmı da içtihada bırakılabiliyor. Öncelikle, elmas sütun hükmünde kat'i ve değiştirilemez sağlamlıkta olan hükümleri ihmal etmeyip yani onlarla hükmetme meselesine bakmamız, ihmalleri terkleri tamire yönelmemiz, daha isabetli olmaz mı? Sadece ul'ul emri ilgilendiren bir hususu umumileştirmek doğru mu acaba? Genç doktor kardeşimle dost olduk ve hakkı da teslim etti.

Evet dostlar, "İlk Dönem Eserlerini" biraz daha tarih malûmatı eşliğinde okumak, okuduklarımızı, yeni modern zamanda yeniden değerlendirmek, insana farklı ufuklar açıyor ve taze bir heyecana vesile oluyor. Yine üstadın muhatabı olan ve ona sorular soran avâma "Şimdi Allah'a ısmarladık. Siz durunuz, havas ile konuşulacak bir davam var." diyerek İttihat ve Terakki'nin mason olmayan kısmına "İttihat ve Terakki manasındaki hissemizi isteriz." başlığı altında isteklerini sıralaması var ki her dönem ve devirde takip edilecek düstur ve istekler. Daha sonraki yazılarımızda, bu istek ve üstadın davasına yer vermeye çalışırız inşallah.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum