Habibi Nacar YILMAZ
Âyeti Eksik veya Yanlış Anlamanın Bir Örneği
"Dinin iki kaynağı vardır. Biri, pratik kaynağı; diğeri ise, teorik kaynağı.Teorik kaynağı, vahiydir; pratik kaynağı peygamberdir. Pratik kaynağı yok ederseniz, dinin hayatın içinde yaşanır bir şey olmasını yok edersiniz."
Bu metin, bir kişinin konuşmasından alınmış. Çok doğru, sağduyulu ve ehl-i sünnetin binlerce âliminin dile getirdiği bu hakikatı anlatan kişi de Mustafa İslamoğlu. Peki, bu zât daha sonra aşağıdaki konuşmayı da yapmış. Hangisine inanacağız şimdi?
"Dinin kaynağı vahiydir, dinin ikinci bir kaynağı yoktur. Peygamber, Allah'ın mesajlarını iletmek için, seçtiği elçidir."
Birbiriyle tenakuz içindeki bu iki konuşmayı aynı kişi nasıl yapabilir? Hani, bilimsel bir konu olsa; yeni gelişmeler, buluşlar yapılsa, yeni öğrenilen şeyler ilave olsa, insan, böyle tenakuzlu konuşmayı bir derece anlar. Ama yüzyıllarca yazılan, çizilen metinler aynı; kaynak aynı. Dün, dinin iki kaynağı var diyoruz; bugün tek kaynağa indiriyoruz. Hem de bu sahanın otoritesidir güya.
Aynı şeyi, Said Nursi konusunda da yapmıştı bu arkadaş. Kendisine bu yanlışı iletilince, kitabın yeni baskılarında yanlışı tashih edeceğini söylemesine rağmen, düzeltmedi. Yalan ve yanlışını sürdürüyor yani. Bu tiplerden uzaklaşıyor insan, ısınamıyorsun bir türlü. Bir yalanını, yanlışını, zikzakını gördün mü, anlattığı diğer şeylere de aşırı ihtiyatlı yaklaşmak durumunda kalıyoruz. Belki istifade edeceğiz ama olmuyor. Hangi anlattığının doğru olduğunu bilmiyoruz çünkü. "Hak aldatmaz" bundan eminiz. Ama hakikatbinin de aldanmaması gerekir.
Bunların zikzakları, sadece sünnet konusunda değil. Bazıları hatta çoğu, Kemalizm noktasında da öyle savrulmalar yaşadılar ki hayret etmemek mümkün değil. İçimden diyorum ki bunlar önceden böyle değildi, sonradan malûm kişi hakkında neler öğrendiler ki fikirleri bu kadar değişti. Bunu bizim bilme hakkımız yok mu? İslâm ve İslâm peygamberi hakkında, Kur'an hakkında ilk reisin söylediği sözler ortada iken, böyle bir adama dinî bir hüviyetle nasıl sahip çıkılabilir, anlayamıyorum.
Başlığa gelelim.Yakın bir zamanda, bu tiplerden birinin bir kitabının reklâmına ve tanıtım yazısına denk geldim. Kitabın ismi, içinde "De ki: Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz." cümlesinin geçtiği Hucurat Suresinin 16. Âyetinden mülhemen "Allah'a Dini Öğretmek" başlığını taşıyor. Tanıtım yazısından anladığım kadarıyla yazar arkadaş, hadîsleri ve İslâm âlimlerinin izah ve açıklamalarını Allah'a dinini öğretmek olarak anlıyor ve kitabıyla bunu ispat etmeye çalışıyor. İspat etmeye çalışıyor ama kitabıyla da bu düşüncesine ters düşmüş oluyor.
Bu âyeti, sünneti, Peygamber'i (ASM), hadisleri dışlamak, onları uydurulmuş metinler olarak görmek için kullanan, buna delil olarak göstermeye çalışanlara çok denk geldim. Hatta girişte ismini verdiğim arkadaş ve Mehmet Okuyan gibilerden çok dinlediğim olmuştur. Bu kitabın yazarı da "ojeli tırnakla abdest olur" fetvası bile veren ve aynı tayfadan biri zaten. Bu tiplerin kendi bozuk ve eksik böyle fikirlerine delil olarak getirdikleri âyetlerin izahlarına, nüzul sebeplerine bakarım hemen. Şu ana kadar onların bazı fikirlerine delil olarak ifade ettikleri hiçbir âyetin, onların fikirlerine delil olacak şekilde olmadığını gördüm. Bundan da âyetlerin önüne, arkasına, nüzul sebeplerine ve tefsirlerine bakmadan âyetleri bozuk veya eksik fikirlerine mesnet etmeye çalıştıklarını anladım.
Dillerinde pelesenk ettikleri Hucurat Suresinin 16. Âyetine de iki tefsir ve üç mealden baktım. Âyetin sünneti, hadisleri yok saymakla; onların anladığı ve anlatmaya çalıştığı maksatla hiçbir ilgisi yok. Âyetin birinci cümlesini öyle bir çarpıtarak veriyorlar ki hayret etmemek mümkün değil. Âyetin "Dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz." mealindeki birinci cümlesinde geçen "dininiz" kelimesinin anlamı, 14. âyette mevzu edilen "bedevilerin dindarlığı", dindeki samimiyetleri anlamında kullanılıyor. Yoksa, İslâm dini anlamında değil. Yani bu âyette, Allah'ın din olarak gönderdiği İslam'ı, ona başka şeyler ilave ederek onu gönderen Allah'a o dini öğretmeye çalışmak anlamı hiç yok. Ki zaten, hadîsler ve Peygamberimizin sünneti, dine bir takım ilaveler değil; birinci İslamoğlu'nun tabiriyle "teoriğin pratiğe dökülmesidir." Bu pratiği yok sayar ya da göz ardı ederseniz; yine onun tabiriyle "dinin hayatın içinde yaşanır bir şey olmasını yok edersiniz." Normal zamanında ne güzel konuşuyor adam değil mi?
Âyetin öncesine ve sonrasına bakmıyorlar demiştik ya. 16. Âyeti doğru anlamak için, 14. Âyetten başlamak gerekiyor. 14. Âyette geçen "Bedeviler iman ettik dediler." cümlesinde söz konusu edilen "bedeviler", kıtlık senesinde Resulullah'ın huzuruna gelip zahiren şehadet kelimesini getiren Esed bin Huzeyme oğullarıydı. Fakat bunlar içten içe inanmış değillerdi. Onun için Cenab-ı Allah, âyetin devamında, bunların iç âlemini "Siz henüz iman etmediniz, fakat biz, sadece boyun eğdik, deyin." cümleleri ile Resulüne bildiriyordu. Bu bedeviler, öldürülmek korkusuyla veya bazı menfaatler karşılığında "iman ettik" diyorlardı. Kalplerde yerleşen ve gönülden bir tasdikin olduğu bir imanları yoktu. Cenab-ı Allah da bu gibi samimiyetsiz kişilerin hâllerine ışık tutmak üzere, 16. Âyeti gönderdi.
İşte bu âyeti, doğru anlayabilmek için, âyetin tam mealinde baktığımızda anlatmak istediğini rahatça anlıyoruz. Bakalım o zaman. "Resulüm! De ki gerçekten dine bağlı olup olmadığınızı, dindarlık derecenizi siz mi Allah'a öğreteceksiniz?... Halbuki Allah, her şeyi hakkıyla bilir."
Yani, boşuna bir gayret içine girmeyin. İnanmış mısınız değil misiniz, dindar mısınız, dindeki dereceniz nedir, Allah zaten biliyor. Âyetin devamında, yani 17. Âyette geçen "Onlar zahiren Müslüman oldukları için, seni minnet altında bırakmak istiyorlar." kısmında da bunu açıkça anlatıyor. Yani, Cenab-ı Allah, bedevilere "Ne olduğunuzu, dindarlığınızı (dininizi) biliyorum, bunu kimsenin başına kalkmayın." diyor.
Evet dostlar, meal okuyalım ama mealci veya mealist olmayalım. Kur'an'ımızı anlamaya, öğrenmeye gayret edelim ama bunu biraz emek vererek yapalım. Kendi sönük kafamız ölçü olmasın. Söz dinleyelim ama her sözün kalbe girip yerleşmesine izin vermeyelim. Bunlar bazen felâketimize sebep olabilir. Aman dikkat.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.