Gün doğumu ve gün batımı

Kur’an’dan Risale-i Nur perspektifinde günümüze mesajlar (37)

Hiçbir insan bir değildir. Zaten onun olağanüstülüğü de bundan, biricikliğinden kaynaklanmaktadır. İnsan böyle de diğer şeyler öyle değil mi? Ama ille de insan. Bütün insanlar insan olma noktasında insandırlar ama hiçbiri birbirinin aynı değildirler. Bu, insanın ve varlık dünyasının üzerinde güçlü, iradesi olan, bilen ve her şeye kadir bir elin işlediğinin en açık göstergesidir.

Cennet ve Cehennem yaratılış ağacının iki meyvesi gibi… İnsanlar bu meyveye layık olmalarına göre kategorize edildiğinde iki tip insan ortaya çıkar. Dünya sınavını kazanan ve kazanamayanlar. Başka bir deyişle kendi potansiyellerini gerçekleştirenler ve gerçekleştirmeyenler diye de bir ayrıma tabi tutulabilirler. İyiler- kötüler, zalimler- mazlumlar, boyun eğenler-başkaldıranlar vs. gibi insanlar ayrıma tabi tutulup taban tabana zıt bir görüntüde olabilirler. Elbette bu uç noktalarda bulunanların ödül ve cezalarının aynı olması düşünülemez. Herkesin layık olduğu bir nitelikle ödüllenmesi ve cezalanması adalet düzeninin bir sonucudur.

Kur’an da bu genel ayırım çerçevesinde Cennetliklerle Cehennemliklerin eşit olmadıklarını söyler ve لَا يَسْتَـو۪ٓي اَصْحَابُ النَّارِ وَاَصْحَابُ الْجَنَّةِۜ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمُ الْـفَٓائِزُون yani “Ateşe layık olanlarla Cennete layık olanlar bir tutulamazlar; Cennete layık olanlar var ya, işte onlardır kurtuluşa erenler.” [1] diye dikte etmekle, dünyada kendilerini sorumlu sayan insanların asla sorumsuzlar gibi olamayacaklarını ve sorumlu davrananların gerçek kurtuluşa ereceklerini vurgular. Cennet, yarın ahirette inananların, kendi yaratılış potansiyellerini kullananların, özgürlerin, birçok patolojilerden uzak olanların ve olumlu olarak kendilerini gerçekleştirenlerin açık ve kesin adresidir. Bunlar, bir anlamda bugünden yarını kestirenlerdir. Yine bunlar, iç dünyalarının sonsuzluk seslerini terennüm ederek yaşayanlardır. Cennet ve ebediyet öylesine bir fısıltıdır ki onu duymayan gök gürültüsüne de anlam veremez ve hayatın bütününe de… Kısır bir döngü içindedir.  Cehennemliklerse cennetliklerin tan tersi bir çizgi takip ederler. Sorumluluklarının gereğini yapmadıkları gibi yıkıcı duygularıyla çevrelerinin huzurunu bozanlardır.

Kur’an bu ayırımı başka varlıklar, mesela hayvanlar için değil, insanlar için yapmaktadır. Çünkü insan Yaratıcının bu dünyada tek muhatabıdır. Yine çünkü onun iradesi, aklı ve potansiyelleri olduğu için özgür bireydir. Sorumluluk üzerine aldığı kadar kendini gerçekleştirip varlığını ortaya koyabilir. Ayni sorumluluğu hayvandan bekleyemeyiz. Bu nedenledir ki onun tek düze bir hayatı vardır; hayatının sonunda ödül ya da ceza kavramı yoktur. Etrafımızı saran bunca varlıklarda da sorumluluk yoktur. İnsan bu açıdan müstesna bir varlıktır. 

Yaratıcı yine bizim yararımıza bizden bekledikleri var. Aksi halde bize verilen kapasite ve potansiyelin hakkını veremeyiz. Beklenti çıtasının en yükseğine kadar çıkabilecek bir donanımdayız. İnsan bu donanımla en güzel yaratılışta olduğu kesindir. Ama bunun hakkını vermediği takdirde de aşağıların aşağısına düşer. Sanki konu edilen ayetin arkasından gelen ayet, bir temsille potansiyeline uygun hareket etmemesi halinde insanın şaşkınlığın girdabına düşüp bir kaya parçasından aşağı düşeceğini ihtar etmektedir. Doğuştan getirdiği yetenekleri çalıştırmayıp her birerinin hakkını vermezse, o zenginlikler söner ve insan da et külçesine dönüşüp sonunda çürüyüp gider.

İşte bunun için Kur’an,

لَوْ اَنْزَلْنَا هٰذَا الْقُرْاٰنَ عَلٰى جَبَلٍ لَرَاَيْتَهُ خَاشِعاً مُتَصَدِّعاً مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُون yani “Eğer Biz bu Kur’an’ı bir dağa indirmiş olsaydık, onun Allah’a saygıdan boyun eğmiş bir halde şerha şerha yarılıp eridiğini görürdün. İşte bu şekilde temsili anlatımları, insanların önüne, belki düşünürler diye koyuyoruz.”[2] diye buyurur. Oysa Kur’an dağa-taşa inmemiş, layık olduğu bir muhataba, yani insana inmiştir. İndiği farz edilse, kendisine yapılan bu iltifattan ötürü sırf Allah’a olan saygısından param parça olurdu. Dağlar heybetin timsali ve gücün sembolüdürler. Başlarını dimdik semaya yükselten dağlar böyle bir sorumluluk karşısında bütün katılıklarına rağmen yerlere kapanarak Allah’ın emirlerine baş eğerlerdi.  Oysa insan kendisine indirilen Kur’an’ın bir övünç vesilesi olduğundan haberi yoksa bu olduğu gibi vurdumduymazlıktır.

Elbette Kur’an ve içeriği dağlara inmeyecektir. Çünkü onların öyle bir yetenekleri yoktur. Eğer indirilmiş olsaydı mutlaka onlar da irade ve akıl sahibi olurlardı. Şüphesiz irade ve aklı olmayan insana yaratılışın sırlarını taşıyan Kur’an inmezdi. Bu demektir ki insana üstünlük kazandıran onun iradesi ve aklı sayesindeki özgürlük yanı ve birey olma özelliğidir.

Ayetin son parçasında, “İşte bu şekilde temsili anlatımları, insanların önüne, belki düşünürler diye koyuyoruz.” denilirken, aklını ve yeteneklerini kullanma noktasında özen göstermeyen insanın tam kapasiteyle yoğun bir düşünceye girişmesine vurgu yapar gibidir. İnsan kemale erme potansiyeline sahiptir. Ona düşen yalnızca kapasitesini çalıştırmaya yönlenip gayret harcamasıdır. İnsanın olgunlaşması elbette bir bedel ister; o da “Nerden, niçin ve nereye” sorularına kapsamlı cevap bulmak için gayret etmesidir. Bu aynı zamanda fıtratının gereğidir.

Ama ne yazık ki insan, gerek ailesinin ve gerekse çevresinin yanlış yönlendirmeleriyle bu olumlu çizgiden uzaklaşmaktadır; yeteneklerini gelişi güzel mecralarda harcamaktadır ve sonunda eline geçense bir hiçtir. Bu tür insanların hayatını aslında patolojileri doldurmaktadır. Patolojileri ve hele kişilik bozuklukları olansa, normal bir hayat sürdürmeleri, doğalarının mecrasında gidebilmeleri için kendilerine çeki düzen vermek durumundadırlar; yani bir tür tedaviden geçmeleri gerekmektedirler. Hayata bir anlam veremeyen ve kendilerini gerçekleştirmeyenler, potansiyellerini normal seyrinde bırakmayanlar hasta sayılırlar. Hasta olanlar da ne yazık ki bunca içsel zenginliklerini yok yere kaybetmektedir.

Kur’an, düşünenleri normal olarak kabul etmektedir. Düşünenler mutlaka kendilerine yetecek hakikatin ipucunu bulabilirler. Hiç olmazsa hakikatin bir tarafını yakalamak büyük bir şeydir. Kur’an, bunca temsilleri insanın düşünme kapasitesine hız vermek içindir. Düşünemeyenler hayatı anlamlandırmaktan mahrumdurlar.

Bu iki ayetin geçtiği yer Haşr suresidir ve bu surenin sonundadır. Bu beş ayetin sabah akşam namazdan sonra okunması güzel bir gelenektir. Kozmik âlemin sabah ve akşam ayetleri bir başkadır. Hele bu ayetlerden sonra gelen üç ayetteki Allah’ın güzel isimlerinin terennümü ile kâinata bakmak büyük zenginliktir. Sadece bu üç ayette on altı adet en önemli isimlerden söz edilmektedir. Sabah akşam bu eşsiz isimlerle Allah’ı düşünmek, kâinatın ihtişamı karşısında mest olmak ve azıcık bir tefekkürlerle kâinat sırlarına daha nice kapılar açmaya yaklaşıldığını hissetmek gerçekten büyük bir farkındalıktır. Üç ayette on altı esma ile gün doğum ve batımlarında Allah’ın büyüklüğünü terennüm!

Bu beş ya da üç ayetin okunmasında büyük bir sevap olduğuna ilişkin çeşitli rivayetler vardır. Ama burada dikkat edilecek nokta, ayetlerin manalarını anlayarak hayata geçirmeye çalışmaktır. Nitekim sahabelerin büyüklerinden olan Abdullah ibni Mesud’un “Kur’an’ın nüzulünden asıl amaç yalnızca okumak değil, gereğince amel etmektir”[3] sözleri de anlayarak okumanın önemine yeterince vurgu yapmaktadır. Bu beş ayeti tefekküri tarzda okuma, hele sabah akşam vakitlerinde o andaki yoğun duygularla çeşitli anlamları üzerinde durarak terennüm etmekle farkındalı ve bilinçli okuyuşun insana olgunluk noktasında neleri kazandıracağını kestirmek zor değildir. Zaten güzel isimler Allah’ı daha kapsamlı tanımanın yollarıdır. Güzel isimleri bilmeden Allah hakkında doyurucu bilgi sahibi olmak zordur. O, sıfatların en güzeline layıktır.

                                                                                                 

 

[1] Kur’an, Haşr: 20

[2] Kur’an, Haşr: 21

[3] Elmalılı, Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, ilgili ayet.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.