Fatma BARBAROSOĞLU

Fatma BARBAROSOĞLU

Fakirlerin bayramı-bayramların fakiri

Bu gün bayram.
Sizin bayramınız.
Sizin bayramınız yoksulların da bayramı mı?
Sizin bayramınız düşkünlerin de bayramı mı?
Trafiğe çıktınız. Hep sizden "âlâ",sizden "yüce" olanları gördünüz.
Daha güzel arabaların içindeki, "daha şık/daha güzel/daha bakımlı" olanları.
Ya, size sizin yerinizde olmak için size imrenerek bakanları…
Onları gördünüz mü?
Hayır.

Nasıl bu kadar emin, nasıl bu kadar yargılayıcı kuruyorum bu cümleleri değil mi?
Yoksul insanların kederi ve kaderi üzerinden yazı kotarma adına mı bu satırlar, bu kelimeler?
Yoksa kendimi de suçüstü yakaladığım bir ânın olanca mahcubiyetiyle, kelimeleri kalbime batırırsam o suçtan kurtulacağımı sanma telaşı mı?

Günlerden cumartesiydi…

Akşamın dar vakti. Namaz kılmayanlar için vakitlerin darı genişi olmaz. Ama namazını eda etmenin derdinde olanlar için kış akşamları nasıl dardır. Ansızın çöker, akşam namazına kavuşamayan adımlarınız kendini yatsı ezanının içinde buluverir.

Dedim ya, akşamın dar vakti.

Yağmur yağıyor. Lodosun haşmetinden şemsiyeler ters-yüz .

Sırtındaki giysinin ve ayaklarındaki ayakkabının su almayacağından emin, pervasızca başını göklere yaklaştırmaya çalışanlar ile yağmurun her zerresini bedeninde hissedenler aynı ırktan aynı cinsten olmayacak kadar birbirine uzak duruyor. Birinciler ne kadar muhkem, ne kadar başı yukarıda, ayaklarının izini kaldırıma çıkaracakmış gibi basıyorsa, ikinciler anne karnındaki cenin vaziyetinde büzüldükçe büzülmüş adımlıyor kaldırımı. İnsanlar var kaldırımın üstünde bir de insancıklar adeta.

Oysa hepsi biraz önce deniz otobüsünden indi.

Bedenlerine suyun zerresi girmeyecek kadar korunaklı olanlar, yeşil ışığı beklerken bir taraftan da ceplerini karıştırıyor. Arabanın anahtarı bulunacak, arabaya daha yaklaşmadan şak açılacak ve sonra yol kenarlarında bekleyen yayalara aldırmadan çok sevdikleri müziğin konforuna garkolmuş bir vaziyette, son sürat, yağmur sularını kime sıçrattıklarını umursamadan yol alacaklar. Sonra eve gidilecek, bir düğmeye basılacak, bazı haberlere küfrederek bazıları hiç görülmeden "ya şu insanları anlamak mümkün değil" konulu konfeksiyon konulardan biri çocuklara ya da eşe karşı "Bizim babamız ne kadar başarılı ne kadar fevkalade", ana fikrini edinebilsinler diye bir defa daha terennüm edilecek.

Bedenlerini her türlü doğa şartlarına karşı -ki buna ölümü de dahil ediyorlar başkasının ölümünde ölmeyecek kadar muhkem oldukları için- korumuş olanlar, arabalarının anahtarını ararken, bir grup, yani cenin vaziyetinde yürüyen insancıklar, yanan kırmızı ışığa rağmen kendini yolun ortasına atıyor. O an trafik ihlali filan değil basbayağı sınıfsal eylem yaptıklarını düşünerek. Hem caddeyi geçip hem de "ne yapalım siz arabalarınızın içinde biraz bekleyeceksiniz" diyerek.

"Sınıfsal protesto" yapanlar alt sınıflara ait değil. Sosyolojinin burjuvayı sadece küçük burjuva kıskanır tezini doğrulamakla yükümlü olan orta sınıf… Her birinin hanesine bir otomobilin düştüğü orta sınıf.

"Sınıfsal bir protesto" olarak kırmızı ışığı ihlal edip o yağmurlu havada otomobilinin içinde olanlara ceza kesip, geçiş hakkını ellerinden alan orta sınıf yayalar sonra ne yapıyor?

Kendinden "âlâ" olanları görüyor da kendisinin "ala" konumunu görüyor mu mesela?

Hayır.

Çünkü o yağmurun altında kaldırıma oturuvermiş, oturuvermiş de dizinden aşağısı sopa olan bacaklarını uzatıvermiş kaval çalan çocuğu hiç kimse görmüyor. Hadi görmediler. Başları önlerine eğik ve şemsiyenin altındaydı. O sesi o hüzünlü türküyü de mi duymadılar.

Yalan!!!

Hepimiz duyduk.

Ama görmemek için adımlarımızı hızlandırdık. Tanık olmamak için. Tanık olursak tanık olduğumuzun parçası olurduk çünkü. Zayıfın ve güçsüzün tanığı olmamak için görmezlikten geldik. Neden görmediğimiz sorulsa idi, dilencilerin ceplerinden çıkacak milyonlar üzerine bir diskur çekecek kadar bilgiliydik her birimiz.

Bu satırların yazarı görecekti oysa. Görecekti de o yağmurda o kadar yalnız olmadığını hissetmesini sağlayacaktı. Çantasındaki kestaneleri bırakacaktı yavaşça. (Hiçbir dilencinin cebinden milyonlarca kestane çıkması sözkonusu olmadığına göre.)

Ama cep telefonu çaldı. Ne cep telefonundaki sese "dost" olabildi. Ne de ıslak kaldırımda kavalını o kadar hüzünlü çalan tahta bacaklı o çocuğa.
Yoksulları kimse görmüyor mu artık.
Sizi bilmem. Kuşkum kendimedir.
Bayramınız mübarek olsun.

Yeni Şafak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.