Prof. Dr. Şadi EREN
Dinde Temel Bir Delil: İcma
İcma, Hz. Peygamberin vefatından sonraki zamanlarda müçtehitlerin şer’î bir hükümde ittifak etmeleridir. Sarih icma ve sükûtî icma olmak üzere ikiye ayrılır.
Sarih icma, aynı meselede müçtehitlerin aynı hükmü ifade etmelerdir. Mesela namazın farz olduğu ve günde beş vakit olduğunda icma vardır. Şia’nın “beş vakit namazın cemedilerek üç vakitte kılınabileceğini” söylemesi icma’a aykırı değildir. Çünkü onlar da zımnî olarak beş vakit olduğunu kabul etmektedir. Ama kurban kesmenin vacip oluşunda icma yoktur. Çünkü Hanefî mezhebine göre kurban vacip kabul edilirken, Şafiî mezhebinde sünnettir.
Sükûtî icma ise, bazı müçtehitler bir mesele hakkında hüküm beyan ettikten sonra diğerlerinin sessiz kalmaları durumudur. Bediüzzaman, sükût ile olan kabulü şöyle anlatır:
“Yani, sükût ile kabul gösterilmiş. Meselâ: Bir cemaat içinde bir adam, o cemaatin nazarı altında bir hâdiseyi haber verse, cemaat onu tekzib etmezse, sükût ile mukabele etse, kabul etmiş gibi olur. Hususan haber verdiği hâdisede cemaat onunla alâkadar olsa, hem tenkide müheyya ve hatayı kabul etmez ve yalanı çok çirkin görür bir cemaat olsa, elbette onun sükûtu o hâdisenin vukuuna kuvvetli delalet eder.”[1]
İcma ile ilgili kavramlardan biri, “icma-yı ümmet” kavramıdır. Bu kavram, ümmetin ittifak ettiği meseleler için kullanılır. Hz. Peygamber “ümmetim dalalet üzere ittifak etmez” buyurur.[2] Bu beyan, en azından ümmetin ekseriyetinin istikametli bir şekilde devam edeceğini bildirir. Her ne kadar İslam ümmeti içinde uç fırkalara savrulmalar yaşansa da asıl ana omurga dalaletten uzak kalabilmiştir.
Müçtehitlerin icma ile kabul ettikleri meseleler çok da değildir. Bu durumda “cumhur” ve “cumhur-u ulema” kavramları öne çıkar. Cumhur, ekseriyet; cumhur-u ulema ise, âlimlerin ekserisi demektir. Dolayısıyla herhangi bir meselede icma olmasa bile en azından cumhurun ne dediğine bakılması gerekir. Bediüzzaman şöyle der:
“İcma ile cumhurdur, sikke-i şer'i görür.
Bir fikre davet etmek;
Zann-ı kabul-ü cumhur, şart-ı evvel oluyor.
Yoksa davet bid'attır, reddedilir.
Ağzına tıkılır, onda daha çıkamaz...”[3]
Yani bir meselede icma veya cumhurun görüşü esastır. Bunlardan biri olduğunda “bu meselede dinin hükmü budur” denilir. Yeni bir şey söylendiğinde en azından ekser âlimlerin o konuda ne dediklerine bakılır. Eğer bu yeni görüşü cumhur tasvip etmiyorsa, o görüşe itibar edilmez.
Bediüzzaman, bir başka eserinde şöyle der:
“Her müstait çendan içtihat edebilir. Lâkin içtihadı o vakit düstur-ul amel olur ki, bir nevi icma’ veya cumhurun tasdikine iktiran eder.”[4]
Yani, içtihadın şartlarını taşıyan herkes içtihat yapabilir. Ama içtihadının isabetli sayılması bir nevi icma’a mazhar olmasıyla veya en azından ekser âlimlerin “evet, böyledir, böyle olması gerekir” demesiyle gerçekleşir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.