İsmail BERK
Coğrafyanın fikirlerinden fikirlerin coğrafyasına yolculuk
Coğrafyanın fikirleriyle yetinmeden, fikir derinliği ile yaşanılan coğrafyanın karşılıklı etkilerini dikkate alarak bir dönemi okumak ve doğru bir durum tespiti yapmak, ilmi olduğu kadar vicdani bir sorumluluktur.
Bu idrake ulaşmak; problem alanlarını belirlemeyi, zamanın ruhuna uygun çözümler geliştirmeyi ve geçmiş ile gelecek arasında sağlam köprüler kurmayı gerektirir.
Dünün artı ve eksiğini görmek, iyileştirilecek olanla elenecek olanı ayırt etmek ve bugüne uyarlanabilecek yeni bir inşa kapısı aralamak zorundayız.
Geleceğin taleplerini ve istikbalin gündemlerini doğru okuyabilmek, insanlığın bugün maruz kaldığı sıkıntıları tarihsel akış içinde anlamlandırmak ve telafisi mümkün bir ıslah ve rehabilitasyon zemini oluşturmak; yoğun bir tefekkür ve tecdid ruhu ile mümkündür.
Çağın problemlerini dert edinmek, insanlık ailesinin ızdırabını hissetmek ve buna ontolojik bir zeminde yaklaşmak, köklü bir inşa ve ihya hareketini zorunlu kılar.
Akademik tespitlerin, doğru değerlendirmelerle birlikte; uygulanabilir, ete kemiğe bürünecek bir hakikat aksiyonuna dönüşmesi ise davranış istikrarı ve istikamet iradesi ister.
Özellikle son yüzyılı aşan bunalımların, fikrî çatışmaların, iktidar oyunlarının ve savaş ortamlarının kuşattığı çağımızda; şeytani tuzakların bilim kisvesiyle sunulduğu bir vasatta, hak ve hakikati ilim, ispat ve muhakeme ile beyan etmek ayrı bir sorumluluktur.
Akla hitap ederken kalbe açılabilmek, vicdana dair bir yol, yöntem ve yaklaşım ortaya koyabilmek; bambaşka bir kapasite, meziyet ve yüksek ahlak gerektirir.
Bu çerçevede insana iman üzerinden, insanlık ortak paydasından ve şefkat hissiyle bakabilmek; hakperestliğin temel şartıdır.
Yeryüzünde insanî ortaklık arayışını, adil ve ahlaki bir bakışla, ötekileştirmeden kurabilmek; zihni birikim, iman temelli ihlas ve hissiyat yüklü bir hassasiyet ister.
Coğrafi sınırlar, kimlikler, siyasi ve kültürel otoritelerin çatışma alanları; bölünme, nefret ve ret üretiyor.
Buna karşılık; insanî değerlerin ikna edici uygulamaları, muhabbet temelli kabulleniş ve hakkaniyet ölçüsünde sürdürülebilir ortak rıza üretmek mümkündür.
Bu ise iman, imkân, huzur ve kalkınmayı birlikte düşünebilen ciddi bir vicdani sorgulamanın ödülüdür.
Peki, bu çağda bu yapısal tespit, çözümleme ve aksiyon almanın neresindeyiz?
Bizi besleyecek kaynaklara gerçekten sahip miyiz?
Son yüzyılın laboratuvarında sınanmış, fikrî, vicdani ve ahlaki donanıma sahip modellere ve rehberlere yeterince ulaşabiliyor muyuz?
Sahibiz diyorsak, kaç seçeneğimiz var?
Bu seçenekleri hangi kriterlerle belirliyoruz?
Ne kadar ilim temelli, evrensel, ortak kabulü büyüten ve ahlak ile adalet merkezli bir şefkat taşıyoruz?
Ne kadar insaf ölçülerinde birlik ve beraberliğin yeryüzü buluşmalarına zihnen açığız?
Ne kadar yerel, geleneksel ve coğrafi baskılar altında üretilmiş düşmanlık ve ayrılık dilinden uzağız?
Kutsalı istismar etmeden, hak sahibinin kimliğine bakmadan; güç elimizde olsa bile mazlumla engelsiz beraberliğe zihnen, fikren ve kalben ne kadar hazırız?
Gündelik reflekslerden, öğretilmiş çaresizliklerden ve alışkanlıkların konforundan ne kadar uzağız?
Doğrularımızın hakikat terazisindeki değeri nedir?
Gerçeğin baskısı altında ne kadar makul, sabırlı ve adaletli kalabiliyoruz?
Fırsatlar doğduğunda hakkına razı olma, hak gasbına girmeme ve kul hakkından sakınma konusunda ne kadar kararlıyız?
Bütün bunlara göre; ruhumuzu, vicdanımızı ve fıtratımızı besleyecek; kimlik ve kişiliğimizi fıtratla donatacak bir iman zeminine açılmaya hazır mıyız?
Kendimize bir yol, bir rehber, bir dayanak ve bir kaynak arıyor muyuz?
Bulduk mu?
Yoksa elimizde hazır olanla mı yetiniyoruz?
Yoksa sabit aidiyetler, ayrıştırılmış düşünce duvarları ve üretilmiş ezberlerin kalıpları içinde, sadece mührü kalan ama içi boşaltılmış hakikatlerle mi oyalanıyoruz?
Hak ve hakikatin neresindeyiz?
Bu geniş vicdani atlas içinde, ezelden ebede uzanan ömürlük sermayemizin bu kısa kesitinde, kendimizi tam teşekküllü bir irşada hazır hissediyor muyuz?
Hazırsak ne değişiyor ve sonuçlardan ne kadar memnunuz?
Değilsek, hazırlanmaya niyetli miyiz; yoksa buna gerçekten ihtiyaç duyuyor muyuz?
Başka bir ifadeyle; neyin farkındayız?
İçimizi kemiren hak ve hakikat açığı, amel ve aksiyon yetersizliği bizi ne kadar tedirgin ediyor ki sorumluluk alıyoruz?
Eğer bu sorgunun içindeysek; gecenin sessizliğinde, kabir yalnızlığını hatırlatan bir derinlikte fıtratımızla nasıl konuşuyoruz?
Fıtri eylem listemiz nedir?
Manevi tatminimizi nerede ve nasıl buluyoruz?
Bilgi ve bilinçle açılan tefekkür kapıları, kâinat tasavvurumuzu ne kadar kuşatıyor?
Âlemin zerrelerinde ötekine doğru bilgi, ilgi ve şefkat; nedamet ve kucaklaşma kardeşliğine ne kadar yakınız?
İşte, coğrafyanın mirası fikirlerle fikirlerin coğrafyası üzerinde duran bu kuşatıcı hakikat tasavvuruyla; kâinat ve insan okumaları eşliğinde bireyden topluma uzanan farkındalık coğrafyamızda yeni yönümüz nereye?
Buna dair yeni ödevlerimizi; değişim, tecdid ve yenilenmenin dinamik ruhuyla birlikte çalışmaya hazır mıyız?
Kabuğumuzu kırıp, sosyal, kültürel ve siyasi coğrafyaların beşeri sınırlarını aşarak; iradi bir kaderle rızaya dâhil olacak hakikat pencerelerinden fıtratla içeri girmeye ne dersiniz?
Eğer artık bu yürüyüşe, bu müzakereye ve bu rotayı yeniden belirlemeye hazır hissediyorsak,
başka ne söylenebilir?
Risale Akademi'nin dünkü Hutbe-i Şamiye müzakerelerinden gecenin sessizliğinde beni misafir eden çağrışımları nefis muhasebesi sorularla paylaşıyorum.
Yeni sorular ve sorumluluklarla kendimize çevirebiliriz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.