Funda DOĞAN
Said Nursi’nin Cumhuriyet ve Hürriyet ile ilgili görüşleri nelerdir?
İslam’ın doğuşu ile beraber İslam toplumunda meşverete dayalı Cumhurî bir idare kurulmuştur. Hz. Peygamberin (asm) vefatından sonra Hz. Ebubekir ve onu takip eden üç halife, devlet başkanlığına seçimle getirilmişlerdir.
Said Nursî de, parti anlamında bir “cumhuriyetçi” değildir; fakat istibdada (baskıcı yönetime) karşı, hukuk ve meşverete dayalı bir yönetimi savunmuştur. Tarihçe-i Hayatı ortada olan Bediüzzaman’ın görüşlerini şöyle özetleyebiliriz:
Meşrutiyet ve Cumhuriyet anlayışı:
Said Nursî, II. Meşrutiyet döneminde meşveret (danışma), hukuk üstünlüğü ve adalet esaslarına dayalı yönetimi desteklemiştir. Bu yönüyle, cumhuriyetin temel ilkelerinden olan kanun hâkimiyetine, keyfîliğe karşı duruşla örtüşen bir yaklaşımı vardır.
İstibdada karşı duruş:
Saltanat da olsa, cumhuriyet de olsa; baskıcı ve keyfî yönetimlere karşıdır. Onun ölçüsü rejimin adı değil, adaletli olup olmadığıdır.
Parti siyasetiyle mesafesi:
Cumhuriyet döneminde aktif siyasetten bilinçli olarak uzak durmuştur. Bir siyasi partinin veya ideolojinin savunucusu olmamıştır. Asıl hizmet alanı iman ve ahlâk eğitimidir.
Dine karşı olmayan cumhuriyet anlayışı:
Dinin dışlanmadığı, inanç özgürlüğüne saygılı bir cumhuriyet anlayışını ilke olarak kabul edilebilir görmüştür; dine baskı yapan uygulamalara ise karşı çıkmıştır. Buna göre; nefsin her türlü çirkin arzularına uyarak sefihçe her istediğini yapabilmeyi hürriyetle bağdaştırmayan Said Nursî, “İnsanlar hür oldular, ama yine abdullahtırlar” diyerek insanların kulluklarını unutmamaları gerektiğini vurgulamakta, mutlak hürriyetin olamayacağını belirtmektedir. (Bkz. Divan-ı Harbi Örfi, Hakikat)
Said Nursî “şu rejimi savunuyorum” diyen bir siyaset adamı değil; adalet, hukuk, meşveret ve hürriyet nerede varsa onu destekleyen bir İslâm âlimidir.
Bediüzzaman Tarihçe-i Hayat Birinci Kısım İlk Hayatında “hürriyet”e karşı kendisine sorulan sorulara şöyle cevap vermiştir:
Sual: Hürriyeti bize çok fena tefsir etmişler. Hatta, adeta, ’Hürriyette, insan her ne sefahet ve rezalet işlerse, başkasına zarar vermemek şartıyla birşey denilmez’ diye bize anlatmışlar. Acaba böyle midir?
Cevap: Öyleler hürriyeti değil, belki sefahet ve rezaletlerini îlan ediyorlar ve çocukbahanesi gibi hezeyan ediyorlar. Zîra, nazenin hürriyet, adah-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lazımdır. Yoksa, sefahet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir; belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır, nefs-i emmareye esir olmaktır. Hürriyet, umum efradın zerrat-ı hürriyatının muhassalıdır. Hürriyetin şe’ni odur ki; ne nefsine, ne gayriye zararı dokunmasın.
Sual: Nasıl, hürriyet îmanın hassasıdır?
Cevap: Zîra, rabıta-i îman ile Sultan-ı Kâinata hizmetkar olan adam, başkasına tezellül ile tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye o adamın izzet ve şehamet-i îmaniyesi bırakmadığı gibi, başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeyi dahi, şefkat-i îmaniyesi bırakmaz.
Evet, bir padişahın doğru bir hizmetkarı, bir çobanın tahakkümüne tezellül etmez. Bir bîçareye tahakküme dahi, o hizmetkar tenezzül etmez. Demek, îman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte, Asr-ı Saadet...
Sual: Bir büyük adama ve bir velîye ve bir şeyhe ve bir büyük alime karşı nasıl hür olacağız? Onlar, meziyetleri için, bize tahakküm etmek haklarıdır. Biz onların fazîletlerinin esiriyiz.
Cevap: Velayetin, şeyhliğin, büyüklüğün şe’ni, tevazu ve mahviyettir; tekebbür ve tahakküm değildir. Demek tekebbür eden, sabiyy-i müteşeyyihtir; siz de büyük tanımayınız.
Netice itibariyle, Bediüzzaman Said Nursi, ömrü boyunca insan hak ve hürriyetlerini üstün tutan, din ve vicdan hürriyetine mutlak manada saygılı, meşverete dayalı bir devlet anlayışını müdafaa etmiştir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.