Bir yıldız daha kaydı

1985’te Yozgat’a tayinim çıkıyor. İlk defa görüyorum bu vatan parçasını. Burada ne yetişir ki?… Kavun? Karpuz? Üzüm?... Yok, yok… Hiçbiri. Soğuk bir memleket. Burada dava adamı yetişir, diyorum.  Kanaatimde de yanılmadığımı kısa zamanda anlıyorum.

Onu, ilk defa, Saray yakınlarında bir dere kenarındaki çiftliğinde görüyorum. Toprağa iki dizi üstünde oturmuş. Sımsıcak bir sima. Muhatabının gözlerinin içine bakarak konuşuyor. Yanakları al al. Elleri büyükçe. Bedeniyle de fevkalade uyumlu. Kollarını kartal kanatları gibi açarak konuşması yok mu…

Yanından ayrıldıktan sonra da hayali, saatlerce gözünüzün önünden gitmez. Konuştuğu hep Risale-i Nur’dan. Bitmeyen enerjisiyle biraz Zübeyir Gündüzalp, ele avuca sığmama haliyle azıcık Ali Uçar. Bir nebze Muzaffer Aslan, daha çok Şerafeddin Kartal, Ali Mutlu… Hakikatler onun tok sesinde bir başka billurlaşırdı. Onun yanındayken zaman dururdu sanki.

Benim için yeni bir sayfa açılıyordu: Yozgat. Mayasında, Ünal Abi’nin alın teri, göz nuru var. Yozgat; çamlığı, Ahmed Efendi’si ve Ünal Abi’siyle güzeldi.

Hoca Haşmet, Şeyhzade, Ünal Abi… Rıhlet devam ediyor.

Tesellimiz kuvvetli. Hakikatler fani şahıslarla bağlı değil. Elimizde “Külliyat” gibi bir hazine mevcut. Hizmet tarzımızı beyan eden “Lahikalar” var. Genç Saidler, Hamzalar, Ömerler, Ahmetler (istikametle) harıl harıl çalışıyor. Elhamdülillah.

Bazen medresede kalan gençler bizi üzer, yorardı. Bunaldığımız anlarda: “Kardeşim, ben kimsenin yatağını kapının dışına bırakmadım” derdi. İyi ki onu dinledik. Şu anda yurt dışında, memleketimizin değişik yerlerinde hizmet edenleri duydukça, gördükçe ona hak veriyor, rahmetler okuyorum.

İnsanları kazanmak için aylar, yıllar gerekiyor. Kaybetmek için üç-beş dakika kâfi.

Dünya, ona pek gülmedi. Çünkü o, dünyaya değeri kadar ehemmiyet verirdi. O sene, soğan sarımsak çok para etti. Bu “pazar” Ünal Abi’yi heyecanlandırmış olmalı ki: “Ünal Abi, gelecek sene soğan-sarımsak ekecekmiş” dediler. Avni Yılmaz Bey, “Desenize, gelecek yıl soğan-sarımsak para etmeyecek.” O sene, Ünal Abi soğan-sarımsak ekti. Hakikaten de o yaz, bu ürünler (çoğu çiftçimiz Ünal Abi gibi düşünmüş olmalı ki) para etmedi.

Onun, anlaşılması mümkün olmayan fedakârlıkları saymakla bitmez. Bir seferinde Erciyes’in eteklerindeki arılarının yanından şehre ekmek almak için iner. Terminalde Ankara’dan Urfa mevlidine gitmekte olan ağabeylerle karşılaşır. Cemaate dâhil olur. Ver elini Urfa… Elinde ekmekle ne zaman döndüğünü, babasının ne derece sinirlendiğini bilemiyoruz.

Şunu çok anlatırdı: Sabah namazını kıldıktan sonra, talebeleri çamlığa götürür. Kahvaltıdan sonra gençler büyük bir heyecanla mekteplerine giderler ve destansı hizmetlere vesile olurlarmış.

Medresenin kapısına getirilmiş bir talebeye (ayağının biri eşiğin dışında olduğu halde) sabah namazına kadar iman hakikatlerini anlattığını biliyoruz.

Gördüğü bir rüyasını anlatmıştı. “Rüyamda bana üstünde ‘Kayseri’ yazan bir zarf veriyorlar. Duvarda da birbirinin aynısı olan iki tane elektrik düğmesi var. Bunu Ahmed Efendi’ye anlattım. Dedi ki sen Kayseri’den evleneceksin. O düğmeler de birbirinize denk olacağınıza işarettir.” Gerçekten de evlilik böyle oluyor.

Ünal Abi’yi tam olarak anlatmak mümkün değildir. Onun, ehl-i hizmet evlatları amel defterinin sevap cihetiyle açık kalmasına vesile olacaklardır inşallah.

Rabbimiz, onu Cennetü’l-Firdevs’e mazhar, Üstadına ve ağabeylere komşu eylesin. Amin…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum