İmam Hatip Okulları ve Bediüzzaman’ın iman, ibadet, ilim, sanat ve Kur’an okulu

İmam Hatip Ortaokullarında zorunlu ders sayısı 17’dir. Bir hafta içinde ders sayısı 5-8 sınıflarda 34 saattir. Bu 17 dersin 5 tanesi din ile ilgilidir. Toplamı 8 saattir.

Bu dersler;
Kur’an-ı Kerim 2 saat
Arapça 2 saat
Hz. Muhammed’in (asm) hayatı 2 saat
Temel Dini Bilgiler 1 saat
Din kültürü ve ahlak bilgisi 1 saat

Bu okullara verilen isim imam hatip okulu, bunlara verilen bilgiler onların imam ve hatip olabilme özelliği kazanması, hem bilgi ve hem de uygulama düzeyinde etkin olabilmesi içindir. İmam Hatip okulunda hâkim dersler imam ve hatip olabilmeyi sağlayan dersler olmalı. Hâlbuki dini dersler eğitimin bel kemiği olan derslerdir. Bunlar Kur’an-ı Kerim, Arapça, Peygamberimizin Hayatı, Temel Dini Bilgiler, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersidir. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi ile Temel Dini Bilgiler birer saatlik derslerdir.

Hem din kültürü, hem ahlak, hem temel dini bilgilere 34 saatten ayrılan sadece iki saat. Bu programları programlayan insanları, programcıları merak ediyorum. Kurum var ama misyonunu ifade etmesi için gerekli şartlar oluşmamıştır. Bu programları düzenleyen insanların yaptığı sadece toplumsal talebin, yani bu dindar milletin çocuklarını dini okullara göndermek gibi büyük bir isteğini çok basit bir şekilde geçiştirmektir. Türkiye tarihinde toplumsal bozulmanın ve ilim taleplerinin yerleşmemesinin ahlaki ve dini yapının zaafı, hep bu mektep programları meselesidir. Tanzimat’tan günümüze en çok üzerinde oynanan bu mektep programlarıdır. Mühendishane-i Berr-i Hümayun ve Mühendishane-i Bahr-i Hümayun, daha sonraki adıyla Kara ve Deniz Harb okullarında okunan dersler arasında da bir denge yoktur.

Türkçe, beş ve altıncı sınıflarda altışar saat, yedi ve sekizinci sınıflarda ise beşer saattir. Kur’an-ı Kerim’i anlayacak ve anlatacak yani onu Türkçe ile bir eyleme, hem imamlık eylemine, hem de hatiplik eylemine dönüştürecek, Türkçe’yi ve Kur’an’ı anlamaya bağlıdır. Birisi haftada iki saat temel konumdaki ders, diğeri ona bağlı olan bir ders ise altı saattir. Bu hâkim konumundaki dersleri mahkûm etmenin ötesinde esir etmek, göstermelik duruma getirmek gibi bir şeydir. Beş tane dini dersin ağırlığı sekiz saat, bir tek Türkçe dersi altı saattir. Türkçe, Matematik, Fen Bilimleri ve Sosyal Bilgiler 18 saattir. Beş temel derse ise 8 saat verilmiştir. Bu beş temel dersin abc‘si değildir. A harfi bile, bu kadar cimrice düzenlenmiş bir programdan çıkmaz.

Erzurum’da Edebiyat Fakültesinde okurken bizim sınıfta Türkiye’nin birçok imam hatiplerinden birinci olan kişiler okuyordu. On sekiz kadar imam hatip mezunu arkadaşın içinde, namaz kılan iki kişiyi geçmezdi. Dini anlatmak ve yaşatmak vazifesini üstlenmiş bir okuldan mezun olanların kendi dini hayatlarını tanzim edememesi, hep bu programlardaki dini derslerin ismen yaşaması ama mahiyetleri ve icraatlarının eksiklikleridir. Bediüzzaman’ın toplumdaki dini hayatı düzenlemek için akaidî meselelere, temel dini temalara hayatını vermesi ve bütün çektiği çilenin dinin toplumda yaşanma oranını artırmasına çalışması bu nedenledir.

Görsel sanatlar, müzik, beden eğitimi ve spor birer saat, din kültürü ve ahlak bir saat, temel dini bilgiler de bir saattir. İnsanların beden eğitimi ve spor, müzik ve sanat bilgisine ihtiyacı vardır ama bu derslerin oranı hâkim olması gereken dersler ile eşittir, böyle şey olmaz. Müzik bir ihtiyaçtır ama ahlak ve din kültürü bir saat, temel dini bilgiler de bir saattir. Şimdi bu mukayese o kadar rahatsız edici bir mukayese ki, karşılaştırmak bile beyhude bir faaliyettir. Çünkü karşılaştırma, karşılaştırılan şeyler arasında benzerlikler ve zıtlıklar olmasından doğan bir eleştiri vasıtasıdır. Eleştirinin araçlarından biridir. Müzik ile din kültürü ve ahlak bilgisi ve temel dini bilgilerin birer saat olması eskilerin deyimi ile kıyas-ı maalfarıktır.

Çocuğunu imam hatibe gönderen bir veli, köylü Hamdi amca, bu programdaki sinsi planı bilemez, anlayamaz, çok insan da anlayamaz. Çünkü oğlunun genel anlamda imam hatibe gittiğini düşünür, onunla mutlu olur. Ama o çocuğun dini hayatı ve dini anlayışı bu şekilde şekillenemez. Amal ve etvarında kendini bile kurtaramaz hale gelir. Nerede kaldı ki, topluma bir imam ve hatip düzeyinde yönlendirme yapsın? Bu programdan ancak fen bilgisi veya matematik hocası çıkabilir. Talep ile ders ağırlığı arasında bir denge vardır. Bu ağırlıktan o sonuç çıkar, dini temalı derslerden ise hiçbir ağırlık çıkmaz.

On yedi dersin bulunduğu okulda Zorunlu Dersler Levhası vardır. Zorunlu demek varlığının her halükarda gerekli olması demektir. Ama derslerin haftalık saatleri onların zorunluluklarını gösterir. Haftada bir saat olan temel dini bilgiler dersi ne kadar zorunlu olabilir? Bundan zorunluluk değil, ihtiyarilik bile çıkmaz. Gereklilik bir keyfiyettir, bu keyfiyet bu kadar keyfi bir orantı ile sağlanmaz.

Estetikte de hayatta da nesneler arasında orantı esastır. Orantı matematik ve geometrinin ve kâinatın özüdür. Şimdi bir yemekteki tuz oranı, onun tadını ortaya koyar. On yedi şubeli bir ders programının içinde güzellik ve ahengin olması, bu dersler arasındaki orantının olması ile mümkündür, ortada orantı yok. Matematik dersi beş saat, Kur’an-ı Kerim iki saat, ortada bir orantı yok. Nerdeyse üçte birlik bir orantı var. Matematiğe, temel dini bilgiler dersinin oranı beşte bir, Türkçe’ye altı da bir, bu göstermelik bir orantıdır. Şehriye, tuz, yağ, salça ve su arasındaki orantı iyi ayarlanamazsa çorba olmaz. Yukarıdaki programın karışımının adını ne koyalım? Karışımın adı imam hatip ders programıdır ama öyle mi acaba? Bu karışımdan ortaya çıkacak olan insan tipi, tipoloji ilmini bile hayrette bırakır. Bediüzzaman’ın dinin anlatımını, dini müesseselerin dışında, kendi dershaneleri ve kendi tedrisat tarzını takibe ederek oluşturmaya çalışması, işte en az seksen yıldır bu programların sefaletinden dolayıdır.

Bediüzzaman’ın eserlerinde bir ders programı çizelgesi vardır: Bediüzzaman‘ın eserleri iyi tedkik edilirse, yukarıdaki 17 dersin hepsi mazmun derecesinde zımni olarak vardır. Büyük adam, deha, edeb ve din sahibi, her konuda itidal sahibi olan Bediüzzaman, her menfi ve müsbet duruşların arasında itidal noktasını iyi bildiği gibi, bu derslerin eserlerine dağılımı da hayret verici bir durumdur. Bediüzzaman yeni tarzda ders anlatılması gereğini Horhor’daki talebelerine bile uygulamıştır. Orayı Medresetü’z-Zehra’nın mekteb-i iptidaisi olarak bilir, orada okuttuğu veya vurgu yaptığı derslerin ne olduğu konusunda bir otantik bilgi gerekir, ama o iptidai ise, idadi Barla, daha sonra Risale-i Nur ise, bir Üniversite’dir. Bunlar arasındaki orantıyı iyi belirleyip, ortaya bir ders programı çıkarılabilir.

Bir şeyi etraflı öğrenmek, tabi ve mütemmim konuları ikinci, üçüncü, daha sonra gelen nisbetlerde öğrenmek gerektir: Madem imam hatip olacak, asıl öğrenilmesi gereken şeylerin etraflı ve kuşatıcı bir şekilde öğrenilmesi gerekir. Burada etraflı öğrenilmesi gereken şeylerin etraflı öğrenilmesi mümkün değildir. Temel dini bilgiler bir saate sığacak bir darlıkta değildir, din kültürü ve ahlak bir saate sığan bir nisbet değildir, Kur’an-ı Kerim, Arapça ve Hz. Peygamberin hayatı haftada iki saat ile elde edilmezler, edilemezler.

Programda bütün dersler otuz dört saat, dini dersler ise sekiz saat yani dörtte bire bile denk gelmiyor. Dörtte üçü “ne ararsan bulunur derde devadan gayrı”. Dini dersler bir köşeye sıkıştırılmış, gereğine göre yerli yerini alamamış nisbetler. Bu derslerin içinde, dini derslerden alınan bilgilerin diğer derslere dağılımı veya onlarda izdivacı sağlanamaz.

Programın ötesinde ikinci bir mesele de Bediüzzaman’ın yaptığı gibi, Türkçe, Matematik, Fen Bilgileri ve Sosyal Bilgilerin eleştirel bir şekilde anlatılmasıdır. Bediüzzaman iyi bir fen bilimleri okuyucusu ve yorumcusudur. Eserlerinde her fenden örnek parçalar almış, onlardan Allah’a açılan kapılar açmıştır. Bilim tarihi, bilimlerden dine ve Allah’a açılan kapıları kapatarak insanlığı dar bir koridorda ateizmin içine itmiştir. Penceresiz bir koridorda hava almadan, fenni bilgileri almaya, dünya kendini ateist ve nihilist filozofların sayesinde sokmuştur. Bu koridoru Bediüzzaman’dan başkaları hissetmiş ama olayı onun kadar büyük boyutlu organize etme şeklini kimse başaramamıştır.

İlahiyat fakültelerinin yapısı

Bediüzzaman 19. Söz’de Birinci Reşha’da şöyle izahta bulunur: “Rabbimizi bize tarif eden üç büyük külli muarrif var. Birisi şu kitabı kâinattır ki, bir nebze şehadetini on üç lema ile Arabî Nur risalesinden On Üç Üncü Dersten işittik. Birisi şu kitab-ı kebirin ayet–i kübrası olan hatemü’l-enbiya Aleyhisselatü vesselamdır, birisi de Kur’an-ı Azim üş şandır.“ Rabbimizi bize tarif iden üç külli muarrif.

Biri Kâinat kitabı

İkincisi kitabın büyük ayeti Peygamberimiz (asm)

Üçüncüsü ile Kur’an-ı Azimüşşandır.

İlahiyat fakültelerinde fen bilimlerinin teşrih ettiği kâinat kitabını okumak üzerine kurulmuş bir programları yoktur. Hâlbuki kâinat kitabını yanlış okumalar ve yansıtmalar yüzünden dinler büyük puan kaybetmiş ve fen bilimleri ayrı gizli nihilizm mektebi gibi ifsadatına devam etmekte, olaylar Allah’tan bağımsız bir şekilde izah edilmekte, ta ilkokuldan başlayarak okullar sinsi bir nihilizm içerisinde yoluna devam etmektedir. İmam hatipler kâinat kitabını fen bilimlerini Kur’an’ın ışığında okuyup insanlara izah etmek ve onlara bir kâinat yorumu getirmesi gerekirken hâlâ skolastik anlamda klasik din öğretimi yapmaktadır. Fen bilimlerinin yorumlarını ihtiva eden programlar ve dersler yoktur.

Bediüzzaman Kur’an üzerinde tahşidat yapmıştır.

Birincisi bahislerin mealini değil, hakikatlerini ve felsefelerini yaparak izah etmiştir. Bütün Risale-i Nur’daki ayetler bu şekilde açıklanmıştır.

İkincisi Bediüzzaman dil ve kelam felsefesi yapmaktadır. Kur’an‘daki birtakım ayetleri tefsir ederken Mucizat-ı Kur’aniye ve İşaratü’l-İ’caz isimli eserlerinde dil felsefesi yapmakta, Kur’an’ın kelime, kelam ve ayetlerini Arapça’nın dil felsefesi ile Türkçe’nin dil felsefesini birlikte kullanarak ikisini imtizaç ettirip hem Arapça’nın hem de Türkçe’nin bir Kur’an yorumunu ama dil felsefesine göre yapmaktadır. İlahiyat fakülteleri bu uygulamanın tamamen dışındadırlar.

İlahiyat fakültesi ders programlarında bir tehlikeye maruz kalmayan rahat ve saldırıya uğramamış dini bir topluma göre dersler düzenlenmiştir. Hâlbuki 18. yüzyıldan itibaren kitaplı dinlere, vahiysel öğretiye savaş açılmış bir eğitim sistemi bütün dünyada hüküm sürmüştür. Bediüzzaman felsefe, fen, ilimler, edebiyat ve sanatın hücumuna maruz kalmış bir dini koruma görevini üstlenmiştir. Bediüzzaman eserlerinde fennî okumalar gerçekleştirmektedir. Liselerdeki fen bilimleri derslerinin anlatımında, öğrencinin bir tenkid teorisinden ve savunma mekanizmasından geçmemiş şekilde din anlatılmaktadır.

Ortaokullarda fen bilimleri dersleri dört saattir ama bu kitaplarda, fen bilimlerinden gelen şüpheleri izale edecek bir anlatım tarzı seçilmemiştir. Tabiat olayları adı altında natüralist ve nihilist tabiat görüşüne göre küçük öğrenci dimağlarına varlığın arka planında bir İlahi ilim, irade ve kudretin varlığına göndermelerde bulunan bir din anlatımı yoktur. İmam hatip liselerinde fen bilimleri dersleri kaldırılmış, sadece listede isimleri görülmektedir ama fen bilimlerinin öznesiz ve haricî bir inayetin tesiri ile meydana gelen tabiat olayları dediğimiz şeyleri eleştiren, oradan Allah’a giden yorumlar olan kitaplar yoktur.

Bediüzzaman’ın fen bilimlerinin okunması konusunda teklif ettiği, “Sizin okuduğunuz fenlerden her bir fen kendi lisan-ı mahsusu ile Allah’tan bahseder, muallimleri değil onları dinleyiniz” kudsî düsturu ve okuma metodolojisine uygun bu sözü, söylendiğinden altmış yılı aşkın bir süre geçtiği halde hâlâ fen bilimleri kendi lisan-ı mahsusu belirlenememiştir. Artık Kur’an’ın akaidi hükümlerini şüphe, tereddüd ve inkâr yolundan hareketle değerlendiren kitapların olması gereklidir. Yüz elli yıldır şüphe, fen bilimlerinin eğitiminde cevapları alınmayacak bir şekilde gündemimizden çıkmamıştır. İstanbul’da açılan batılı Avusturya, Fransa, Almanya, İtalyan liselerinde anlatılan natüralist tabiat görüşü, oralarda okuyan varlıklı aile çocuklarını şüpheye, tereddüde ve inkâra itmiştir. Bunlardan Galatasaray’da okumuş ve Robert kolejinde hocalık yapmış olan Fikret en iyi örnektir. Tarihi Kadim, İnanmak İhtiyacı ve Haluk’un Amentüsü isimli şiirlerinde nasıl ondaki şüphenin gelişip itikadını yediği anlatılmaktadır. Bugün aradan yüz yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen bu derslerin şüphe üretip tereddüd ve inkâra doğru gidişi engellenememiştir.

Bediüzzaman bu derslerin anlatımında nasıl bir yol izleneceğini Tabiat Risalesinde mizahi ve ironik bir biçimde anlatmış, sinema gibi levhaları olan itikad inşa sahneleri meydana getirmiştir. Ayetü’l-Kübra, Pencereler, 22. Söz, 32. Sözün İkinci Mebhasi daha birçok bahiste fennî okumalar gerçekleştirmiştir. İmam hatiplerde Kur’an-ı Kerim dersi beş saattir ama kâinat kitabının okumaları türünden bir ders yoktur. Bediüzzaman her zaman kâinat kitabını okumak suretiyle fen kitaplarının yıktığı itikadları yapmıştır ve yapmaya devam etmektedir. İmam Hatip üçlerde iki, dörtlerde bir saat akaid ve kelam dersleri vardır. Bu dersler şüpheyi yok eden, aklı harekete geçiren bir mantık ile düzenlenmemişlerdir.

İmam hatiplerde o kadar çok ders sayısı vardır ki, öğrencinin bu ıvır zıvır derslerin zihni yoran ve taciz ediciliği ile asıl temel dersleri temelli yerleştirmesi mümkün değildir. İmam hatipte on bir mesleki dersin miktarı toplam on beş saattir. Her derse 1,2 saatlik bir süre konmuştur. Koca imam hatipte tefsir dersi on birinci sınıfta iki saat vardır. Siyer de onuncu sınıfta iki saattir. Yirmi yedi saat dersin içinde ana dersler dokuz saattir. Böyle nasıl yoğunlaşma sağlanacaktır? Mesleki derslerle diğer dersler arasındaki ağırlık noktasında denklik değil, adeta mesleki dersler programda mahkûm ve ezilmiş durumundadır.

Bediüzzaman, “Aklın nuru fünun-ı medeniyedir, kalbin nuru ise fünun-ı diniyedir, birinden inkâr, diğerinden ise taassub doğar” yollu ifadede bulunur. İlahiyat fakültelerinin programlarında medeniyet fenlerinin olması gerekir, din ilimleri ile imtizac edince hakikat ortaya çıkar. Fenni ilimlerin hayatımızda bu kadar yoğun olarak bulunması, onların eşya, nesne ve olaylara bakış açılarındaki camidiyet yüzünden buhranlar, itikadsızlıklar, şüphe ve inkâr doğmuş ve doğmaktadır. Programlarda bu anlayış ve itikad hastalıklarının çözümüne dair bir ders dağılımı olması gerekirken böyle bir şey yoktur.

İlahiyatın hazırlık sınıflarında İslam tarihi, Arapça, Kur’an okuma, felsefe tarihi, tefsir, güzel sanat dalları, Türk İslam edebiyatı dersleri bulunmaktadır. Bunlar içinde Kur’an’ın edebiyatı, Kur’an‘da sanat ve estetik kuramları, Kur’an’ın insan ve nesne ilişkilerinde nasıl bir yol takib ettiğine dair dersler bulunmamaktadır. Bediüzzaman Said Nursi’nin Kur’an a bakış açısında sanat önemli bir yer tutar. Sanat menşeyli kelimelerle Kur’an’ın kâinata bakışını anlatmaktadır. Mesela, “İnna cealna ma alel ardi ziyneten laliyeblüvehüm ahsenü amela” (Dünyayı ben sizin için güzelliklerle süsledim, siz daha güzel işler yapasınız diye) ayeti burada güzel işler yapma ve yaratılışın güzelliklerle bağlantısı anlatılmaktadır. 17. Söz isimli eser, bu ayetin üstadlığı ile kâinata bir güzellik ve resmigeçit seremonisi olarak baktırmaktadır. Bediüzzaman’ın güzelliği sadece eşyadaki geometriye değil, günlük hayattaki ilişkilere de yayması, güzelliği ve çirkin ile münasebetlerini, güzel ve çirkin dengesini anlatması, Kur’an’a estetik bir bakış açısı ile baktığını gösterir. Hatta güzellikten hareketle ahireti, melekleri isbat etmesi, güzellik bahsini Kur’an’ın mesajının önemli bir yanı olarak kabul etmesi önemlidir.

İlahiyat fakültesi programlarında bir an’anenin devamı okunmaktadır ve dini kabullenmiş sınıfa hitap edilmektedir. Hâlbuki Bediüzzaman imanı yeterli güçlülüğü kazanmamış, laboratuar ilimleri ile bakış açısı saptırılmış insana hitap etmektedir. İlahiyat ve oraya gelinceye kadarki programlarda böyle bir probleme dönük dersler yeterince dahi yoktur. Bediüzzaman dini hakikatlerin özellikle iman, ahiret, ibadet bahislerinde yoğunlaşması, dini ilimlerin tedrisinden önceki bir merhaledir. Bunların kemali ile öğrenilmesinden sonra İslam tarihi, felsefe tarihi, dinler tarihi ve alet ilimleri öğrenilir. Güçlü bir itikad ve ona bağlı olarak güçlü bir ibadet için hazırlık sınıflarında sadece temel dini dersler verilmekte ama burada kabullenmiş bir insan, bir an’aneden gelen insan muhatap alınmaktadır. Bediüzzaman ise, an’aneden gelen değil, an’aneden sapmış, itikadı yaralı, ibadeti gerekli bulmayan insanlara hitap etmekte, önce sağlam bir iman ve arkasından ibadetin gereğini anlatmaktadır.

İlahiyat fakültelerinde skolastik ve klasik İslam anlatılmaktadır. Fenden ve felsefeden gelen inkâr fırtınalarını izale eden bir bakış açısı yoktur. Nihilizm, ateizm, satanizm, materyalizm gibi akımların hasta ettiği, son iki yüz yılın itikadi sorunlarını çözmeye dönük bir program inşası görülmemektedir. Hâlbuki Bediüzzaman tevhid bahislerinde özellikle bu yukarıda saydığımız inkârın bakış açılarını doğuran ibtal eder. Atom, tabiat gibi yüzyılların iki kaotik yorum çöplüğünün izalesi Bediüzzaman’ın ana değerlendirme temasıdır. Programlarda bu maddeci ve inkârcı atom ve tabiat görüşlerinin izalesi için özel bahisler yoktur. Hâlbuki kâinat ve tabiat yorumlarında tehlikeli alan bunlardır, gençlik bu problemleri çözememektedir. Namık kemal daha 1860’larda itikada arız olan şüphenin nasıl onu yıkmaya çabaladığını ve ona bağlı olarak bolşevizmin aldığı yolu anlatır. Aradan yüzyılı aşkın bir süre geçmesine rağmen bizim itikad eğitimimizde tehlikelere göre bir programlar zinciri oluşturmamamız ilahiyat eğitimi için bir eksikliktir. Şinasi’nin Auguste Comte’in tesiri ile dini ve kaderi pozitivist bir şekilde yorumlamasından yine onlarca yıl geçmiştir ama batı düşünce tarihi ve bize yansıyan yönü ile ilahiyat fakültesi programlarında bir perspektif ortaya konmamıştır.

İlahiyat fakültesi programlarında fen bilimlerinin dine ve itikada arız olan yorumlarını izalesi için, her ilmin içinde Allah’a açılan kapıları kaybedilmiş ve tıkanmış fen bilimlerinin bu kapılarını Bediüzzaman gibi açan dersler olmalıdır. Yani İlahiyat fakültelerinde, ortaokul, lise ve üniversite gençliğinin fen bilimlerinden gelen arızalı bakışlarını izale için Kur’an ışığında fen bilimleri dersleri konmalıdır. Bu şekilde liselerde din eğitimi veren öğretmenler, gençliğin fen ve felsefeden gelen sorunlarını izale edebilirler.

Bediüzzaman seksene yakın ilmin kâinata bakış açısı ile Allah’a ve dine bakmaktadır. Fen ve din ortaklığı bu programlarda yoktur. Fizik, kimya, biyoloji, matematik gibi derslerin getirdiği sorunlar için özellikle bu derslere yeni bakış açıları ile bakan programlar ve dersler konulmalıdır.

Din, sanat, edebiyat gibi bahislerde devlet, toplumları bağımsız bırakmalıdır. Devlet dinin tedrisatında genel çatıyı belirlemeli, insanlar kendileri açtıkları fakültelerde dinin eğitimini yaptırmalıdırlar. Bediüzzaman’ın Medresetü’z-Zehra’daki projesine uygun ilahiyat fakülteleri açılmalıdır. Ta Menderes zamanından beri Diyanet Risale-i Nur’un neşri konusunda bir tehavün içindedir. Hâlbuki Bediüzzaman’ın özellikle Ayetü’l-Kübra, Haşir, Tabiat Risalesi ve Uhuvvet Risalesi gibi dört büyük sorunun kaynağına baktığı eserlerinin lise müfredatı içine yerleştirilmeli veya onların bakış açılarına göre bir tevhid ve muamelat dünyası ihtiva eden kitaplar yazılmalıdır. Tevhid anlatımında klasik tarzın toplumun itikadının inşasında bir yeri olmamakta, camiler sadece namaz vakitlerinde üç beş ihtiyarın göründüğü yerler olmaktadır. Gençlere sağlam bir itikad ve muamelat ve ibadet tarzının oluşturulması için tehlikenin kaynağını kurutan dersler ve programlar yapılmalıdır. İlahiyat programlarında sorunlu hale gelmiş itikadî hayatı düzenleyen dersler görünmemektedir. Günümüz İnanç Problemleri diye bir ders vardır. Onun da kurgusu akla ve mantığa bilimlerden gelen inkâra dönük değildir. Klasik sorunların çözümüne göre problemlerin izalesine dönük değildir. İmam hatiplerde ve ilahiyat fakültelerinde fen bilimlerinin getirdiği sorunları çözen dersler olmalıdır, yoksa küçük dimağların Kur’an’ın ve Nübüvvetin varlığı konusundaki şüpheleri, tevhid bahsindeki aksaklıkları çözümlenemez. Bediüzzaman eserlerinde bir olumsuz insan tipi çizmiştir, Haşir’de. Haşri anlamakta, Ayetü’l-Kübra’da kâinatı anlamakta ve olayların arkasındaki gizli eli anlamakta zorlanan bir insan 32. Söz’ün Birinci Mevkıfı’nda yine tabiat ile ene ve zerrede, atom ile benlik ile bakan olumsuz bir insan tipi ele alınmakta, onu olumlu hale getiren bir olay örgüsü kullanılmaktadır.

İlahiyat fakültelerinde bu olumsuz insan tipinin sorunları izale etmek için programlar yoktur. Dini bütün ve itikadı tam insanları ilgilendiren sorunsuz bir din anlatılmaktadır. Medresetü’z-Zehra’nın insana, kâinata ve dine bakış açısı mektep programlarına adapte edilmelidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum